Fehmi Koru: Cumhuriyet’le şiirler aracılığıyla tanışmıştım

Fehmi Koru: Cumhuriyet’le şiirler aracılığıyla tanışmıştım

Fehmi Koru*

Bugün 29 Ekim. Cumhuriyet Bayramı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünü tamamlayıp yerini her şeye sıfırdan başlayacak Ankara merkezli yeni bir yönetim biçimine terk ettiği günün 94. yıldönümü bugün.

Cumhuriyet altı yıl sonra 100 yaşına girecek.

Onun 67 yılının ben de tanığıyım.

Evlâd-ı fâtihan demek…

Bizimkiler kendilerini hep ‘evlâd-ı Fatihan’ olarak bilmişlerdir.

Osmanlı’nın Avrupa topraklarından çekilmesi üzerine bulundukları yerde kendileri için huzur ve rahat kalmamış olanlardan yani.

Cumhuriyet’in kurulduğu 1920’li yıllarda Prizren’den kalkıp Türkiye’ye gelmeleri, kısa süre İstanbul’da ikamet ettikten sonra idame-i hayat için yanmış-yıkılmış İzmir’e demir atmaları, ailenin hayatını Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne evrilmiş ülke kadar derinden etkilemiştir.

Her şeyi geride bırakarak yeni bir hayata geçmek…

Cumhuriyet’le Türkiye bunu yapmıştı.

Türkiye’ye göç eden bizim ailenin bireyleri de, bulundukları topraklardan her şeylerini geride bırakıp göç ederek kendi özel hayatlarında aynısını yapmış oldu.

Bizimkiler kendilerini hesapsız-kitapsız kabul eden Türkiye’ye ve Cumhuriyet‘e hep borçlu olduklarını hissetmişlerdir.

Hafızamda hâlâ varlığını sürdüren ilk şiir, henüz okuma-yazma bilmeden annem tarafından bana ezberletilen Cumhuriyet konulu şiirdir.

Şiirin adı ‘Cumhuriyet güneşi’.

Hâlâ ilk öğrendiğim tonlamalarla bugün de okurum:

Cumhuriyet güneşi Ankara’da doğmuştu,

Onu ilk gören Atatürk olmuştu.

Gönülden bağlıyız biz

Cumhuriyet’e hepimiz.

Kalbimizde parlayan 5 mukaddes sevgi var:

Vatan, namus, hak, millet,

En başta Cumhuriyet.

Yaşasın Cumhuriyet.

Mikrofon o gün bugündür elimde

Halil Rifat Paşa Caddesi üzerindeki (İzmir) iki katlı müstakil evimizin misafir odasında, o dönemlerin her eve giren dergilerinden ‘Hayat Mecmuası’nın ortasında verdiği renkli Atatürk portrelerinden kalpaklısı altında kimbilir kaç kez bana okutulmuştur o şiir…

Neredeyse her gelen misafirlerin önünde…

Bir sehpanın üzerine çıkartılarak…

Mikrofonu da ilk o vesileyle elime almıştım.

İlkokula başladığımda, birkaç yıl üst üste, o şiir bana öğrenciler önünde de okutuldu.

Kemal Reis İlkokulu’nun müdürü Recep Bey (soyadını maalesef hatırlayamadım) sonraki bir yıl, bu defa 10 Kasım törenlerinde, bana Orhan Seyfi Orhon’un ilk bölümünün her mısraı ‘Gidiyor’ ile başlayan ünlü şiirini okutmuştu.

Şu şiiri:

Gidiyor, rastgelmez bir daha tarih eşine; Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine!

Gidiyor, sonsuz olan kudreti sığmaz akla; Gidiyor, göğsünü çepçevre saran bayrakla.

Gidiyor, izleri üstünde birikmiş yaşlar; Gidiyor, yerde kılıçlarla eğilmiş başlar. Gidiyor, harbin o en korkulu aslan yelesi; Gidiyor, sulhun ufuklarda yanan meşalesi!

Yine bir devr açacakmış gibi en başta o var; Haykıran seste o var, sessiz akan yaşta o var.

Siliyor ruhunun ulviliği fani etini, Çiziyor ufka batan bir güneşin heybetini.

Büyüyor, gökten inip toprağa yaklaştıkça; Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça.

Orhan Seyfi Orhon yabancımız değildi. O yıllarda çıkmakta olan Demokrat Parti yanlısı gazeteler alınırdı eve ve artık iyice yaşlandığı makalesi üstünde yer alan elle çizilmiş resminden bile anlaşılan Orhan Seyfi Bey o gazetelerin sütunlarından CHP’li kalemlerle kalem kavgalarına girişir ve ustalığını konuştururdu.

CHP’liler DP’lileri ‘Atatürk karşıtlığı’ ile itham ettikçe, DP’li kalemin Türkiye nüfusunun 17 milyondan ibaret olduğu 1938 yılında yazdığı şiir, benim çocuk aklımda bir tür ânında tekzip yerine geçerdi.

İlkokulda sınıfımız.. Ortadaki öğretmenimiz Alaattin Uluğ. Sağda ayakta duran müdürümüz Recep Bey..Ben? Öğretmenimizin önündeki Yavrukurt benim..

Recep Bey, okulumuzun müdürü, ilkokulun son yılında, Cumhuriyet Bayramı günü, hem de üzerimde yavrukurt kıyafeti olduğu halde, bir başka şiir okutmuştu bana.

Çoğu mısraları hâla hafızamda canlı duran bir şiiri…

Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Akın ‘adlı piyesinden bir bölümü…

İstemi Han ile kızı Suna arasında geçen, bugünün diliyle ‘çevreci’ sayılabilecek bir konuşma parçasıydı bu şiir…

Okuyalım:

İstemi Han:

Yeşil hem de!

Ben bu rengi’ taşırım her zaman can köşemde.

Yeşilde ne arar da bulamaz insanoğlu?

Yeşil bu… Varlık dolu, gök dolu, umman dolu!

Bir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir,

Meyva veren ağaçlar bu çini rengindedir,

Bu çini rengindedir bahar, deniz, kır, orman,

Bana Tanrım gözükür yeşil dediğim zaman.

Toplanmış bütün bunlar yeşil çininde senin,

Gizli arzuları var bunda bütün ülkenin,

Bunu ancak biz duyar, biz anlarız bu dilden…”

Suna:

Yeter, Baba, bu kadar içlendiğin yeşilden.

İstemi Han:

Bir çini parçasında bütün hasretlerimiz!

Kalmadı anayurtta bir tek yeşil yerimiz,

Suları kumlar içti, Güneş yedi ekini,

Asırlarca sarıya çaldı toprak rengini.

Çölde ölen bahara bir mezar olsun diye

Yeşilin hasletini Türk işledi çiniye.

Yurtta yeşillik ancak çinidedir.

Galiba okurken bir yerinde teklemiştim de, her ihtimale karşı kitabı eline tutuşturduğum bir sınıf arkadaşım bana sufle vermişti.

Herkesin ‘Cumhuriyet’ ile tanışması farklı olabilir.

Ben bugün 94. yıldönümünde 60 küsur yıl önceki Cumhuriyet ile kendi ilk tanışmamı sizlerle paylaştım.

Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.