Fehmi Koru*
Demek ki yaşayıp bunu da görecekmişim..
Bu meslekte dirsek çürütürken.. başkalarına ait haberlerin üzerine yatanı.. Habbeyi kubbe yapıp kubbe üzerinden kendine pay çıkaranı.. bir yerde bulunması gerekirken bambaşka bir yerden oradaymış gibi yayın yapıp haber göndereni..
Velhasıl her türlüsünü gördüm de, daha önce hiç karşılaşmadığım bir örnekle bugünlerde yüz yüze geldim: Başarısını gizlemeye çalışanla…
Size üç tabloluk kısa bir piyes sunuyorum; ilk ikisi kendimle, üçüncüsü de yukarıda değindiğim başarısını gizlemeye çalışan meslektaşla ilgili bu tabloların…
15 Temmuz gecesinde, artık olanın bir darbe girişimi olduğu sırıtmaya başladığında, bir milletvekili dostum, “Ne dersin, bunu Pensilvanya yaptırıyor olabilir mi?” sorusunu yöneltmek için aradığında, herhalde gece yarısıydı, şahsen ilk defa böyle bir ihtimalin düşünüldüğü kafama dank etmişti.
“Yok canım” demiştim o dostuma, “Böylesine bir harekete cür’et edecek bir güce Türk Silâhlı Kuvvetleri içerisinde kavuştuklarını sanmam, öyle bile olsa, sonu kendileri için de pis bitecek bir macerayı engelleyecek sağduyuda insanlar içlerinde mutlaka vardır…”
Hani bazıları “Ben bekliyordum” diyorlar ya, işte hepinizin önünde itiraf ediyorum, ben bek-le-mi-yor-dum…
Evet, bu yılın mart ayından beri Amerikan gazeteleri ve dergilerinde “Türkiye’de darbe olacak” temalı yazılar çıkıyordu ve okuyordum; yabancı televizyonlarda tartışma programlarında da dile getiriliyordu aynı beklenti; ve ben hepsine gülüyordum…
Artık darbeler devrinin geçtiğine, başka ülkelerde öyle maceralar yaşansa bile, başından 4 adet darbe geçmiş ülkemizde artık buna cesaret edecek birilerinin çıkmayacağına inandığım için…
Nisan ayında yayınlanan ‘Ben Böyle Gördüm: Cemaat’in Siyasetle Sınavı’ kitabımda (Alfa Yayınları) hemen her ayrıntı vardır da, böyle bir uğursuzluğun bizi beklediğine dair en ufak bir belirti bile yoktur.
Orada TSK içiyle ilgilendiklerine dair bayağı bir ayrıntı anlattım. Ta 1990’lı yıllardan hem de… Her yerde adamları olması için gösterdikleri çabalara dair de vardır ayrıntılar… O kadar.
Emin olun, 15 Temmuz veya ona benzer bir olayın olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti; 15 Temmuz’a kadar…
Gafletse, evet o gaflet bana ait…
Bu birinci tablo.
İkinci tabloda yine ben varım. Bu defa Meclis’in 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu önünde.
Orada meydana gelmeden önce darbeden haberdar olunup olunmadığı kuşkusunu içinde barındıran birkaç soru yöneltilmesi üzerine üzerine şunları söylemiştim; tutanaktan aktarıyorum:
“Bu, Cumhurbaşkanı seviyesine kadar bildirilmiş midir, Başbakan seviyesine kadar iletilmiş midir, onu ben bilmiyorum; ama Türkiye Cumhuriyeti gibi gelenekleri olan, istihbaratı daha Osmanlı Dönemi’nden beri sürekliliğe sahip olan bir ülkenin istihbaratının 15 Temmuz hazırlığından hiç bilgisi olmaması benim aklımı zorluyor. Onun için ben doğrusu o konuda bilgi sahibi değilim, ama kuşkularım olduğunu burada ifade etmekten çekinmem.”
Devam ediyorum:
“Elbette Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir askerî müdahalenin -kimden gelirse gelsin- yapılması karşısında çok önceden hem istihbarat yönünden hem de böyle bir ihtimal ortaya çıktığında ona karşı neler yapılabileceği tarzında bir ön hazırlığa mutlaka sahiptir diye düşünüyorum. Yani, biraz istihbarat konularına kafa yoran ve bu konularla ilgili ne varsa okumaya çalışan bir insan olarak, Türkiye istihbarat konusunda eğer hakikaten böyle bir hazırlıkla ilgili hiç haberdar olamamışsa, mutlaka bir şeyler yapılması gerektiği kanaatindeyim.”
Bir kişinin ‘gazeteci’ olup olamayacağını ‘kuşku’ duyup duymamasından anlayabilirsiniz.
Önüne getirilen bilgiden kuşku duyuyor ve kuşkusunu gidermek için çaba harcıyorsa…
İşte o kişi gazetecidir…
Zaten “Gazeteci olunmaz, doğulur” sözü de bunun için söylenmiştir.
Doğuştan olursa olur…
Şimdi üçüncü tabloya geçebiliriz.
Bir meslektaşımız, o da köşe yazıyor, 15 Temmuz’un geleceğini aylar önceden görmüş… Sonradan ‘FETÖ’ diye adlandırılan yapının buna hazırlandığını da farketmiş… Bir kaynağı ona FETÖ’nün ileri gelenleriyle kendi arasında geçen bir konuşmayı aktarmış; adamlar resmen “Biz geliyoruz, hem de içeriye sızdırdığımız subaylarımız, onlara yardım için alesta bekleyen her kademedeki bürokratlarımızın yardımıyla; darbeyse darbe, ona da hazırız”anlamına gelen şeyler söylemişler…
O da oturup yazmış bunları…
Tek yazıda da değil, tam iki yazıda…
Yazısının ilkinin (2 Nisan 2016) başlığı ne dediğini bağırıyor: ‘Cemaat’in ‘hususileri’ darbe için Ankara’da toplandı’.
‘Hususiler’ deyimini şöyle açıyor yazıda:
“Onlara “Cemaat’in Derin Adamları” diyebiliriz. Kısaca CDA. Cemaat’in örgütlendiği her yerde imamların yanı sıra bu adamlar da vardır. Genellikle eğitim ve iş dünyasında örgütlenmeleri, iletişimi ve koordinasyonu sağlayanlar onlardır. Kendilerini saklarlar CDA’lar. Alınan her karara müdahale edebilirler ve imamların hep yanındadırlar.”
İkinci yazısının (21 Nisan 2016) başlığı da şu: ‘Cemaatçi askerlere son uyarı: Tavuk ‘tar’da sayılır!’
“Tavuk ‘tar’da sayılır” bir deyimmiş. Açıyor: “Bu bir Anadolu deyimi. Tar, odun demek. Tavukların akşam kümese girmeden önce odunun üzerine çıkıp hizalandıkları anda çok daha kolay sayılabileceğini anlatır.”
Yazılar müthiş, ama ben atlamışım. Galiba herkes atlamış.
Sonunda birisi arşivden o yazıları bulup “Darbenin gelişi biliniyordu, yazıldı da” tafrasıyla o yazıları gözümüze sokana kadar.
Tafra yapan, o yazıları arşivden çıkaran; yoksa yazıların sahibi değil…
İşte üçüncü tabloda beni şaşırtan da olayın bu yönü: Sen darbenin kokusunu aylar önce al… “Bana ne derler” diye düşünmeden otur ve yaz, gazetede de yayınla…
Müthiş bir olay bu. Ödüllük bir gazetecilik başarısı…
İşte o yazıları aylar önce yazmış olan meslektaşın, bu başarısının nihayet fark edildiğini görüp keyfini çıkaracak yerde… bunu yeni fark eden gâfilleri bu keşiflerinden dolayı suçlaması beni şaşkınlıktan şaşkınlığa uğrattı…
Ne var bunda utanacak? İnsan başarısıyla övünmeli.
Demek ki, bunu da görecekmişim.
“Öğrenmenin yaşı yoktur” diye boşuna dememişler…