Fehmi Koru*
Bu dönemle ilgili ileride yazılması mukadder değerlendirmelerde muhtemelen dikkat çekilecek üç önemli nokta olacak.
İlki şu: Dönemin etkili ve yetkili isimleri gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu olduğunun farkında değil.
Ayrıca, ikinci özellikleri de şu: Senkronize bozukluğu var bu insanların; daha erken üzerine gitseler çözülebilecek sorunları geciktirip işin içinden çıkılmaz hale getirmekte üstlerine yok.
Üçüncüsü de şu: Aynı şeyleri defalarca yapıp sürekli farklı sonuç almayı bekliyor ve her seferinde hayal kırıklığı yaşadıkları halde bundan vazgeçmiyorlar.
TÜİK dün geçen aya ait enflasyon rakamlarını açıkladı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu partilileriyle birlikte kurumun kapısına gidecek kadar kızdıran düşüklükteydi açıklanan oranlar. [Bilginiz olsun: Heyet içeriye alınmadı.]
Ülkenin ekonomik verilerine sahiplik yapması beklenen TÜİK’in kısa raporu şöyle:
“TÜFE’de (2003=100) 2021 yılı Kasım ayında bir önceki aya göre %3,51, bir önceki yılın Aralık ayına göre %19,82, bir önceki yılın aynı ayına göre %21,31 ve on iki aylık ortalamalara göre %17,71 artış gerçekleşti.”
Eskiden yerli-yabancı kurum ve firmalar TÜİK rakamlarına itibar eder, vatandaş da her yıl sonu raporunda yer alan oranda maaşlarına zam yapıldığında itiraz etmezdi. Şimdi ekonomistlerin ayrıca yürüttükleri ortak çalışmanın rakamlarına kulak veriliyor, vatandaş da düşük rakam ilanının maaşları düşük tutmaya yönelik bir manevra olduğunu düşünüyor.
‘Gerçek’ ortaya çıkmak için çok beklemez oldu ülkemizde.
Senkronize bozukluğu, erkenden müdahale edilse işe yarayacak tedbirlerin gecikildiği için işe yaramaz hale gelmesinin örneği, cezaevinde uzun süredir kalmakta olan kişilerle ilgili son gelişmeden de belli oluyor.
Kısa süre önce bir dostumla konuşurken 26 Kasım günü duruşması görülecek olan Osman Kavala’nın o gün serbest bırakılmasının gerçekleşeceği umudumu paylaştığımda, konuyu yakından izleyen dosttan, “Yok, galiba onu Ocak duruşmasında bırakacaklar” tahmini gelmişti.
Tahminim, duruşmadan birkaç gün sonra yapılacak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, önceki toplantısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamadığı için Türkiye’ye yaptırımlar ilan etme niyetini açıklamasına dayanıyordu.
Dostum ise Avrupalı bakanların yaptırımdan önce yeni bir mühlet verebileceği bilgisine sahip olmalıydı.
Onun beklentisi doğru çıktı. Bakanlar Konseyi yaptırımları 19 Ocak 2022’ye bıraktılar, ama listeye ikinci bir isim olarak Selahattin Demirtaş’ı da ekleyerek…
Eğer dostumun ikinci beklentisi de doğru çıkar ve Kavala ile Demirtaş Ocak ayı duruşmalarında serbest bırakılırlarsa, bu, Türkiye açısından gecikmeli bir karar olacak.
Türkiye’yi yakın takipte tutan yabancı yatırımcılar bu yüzden ülkemizden uzak durmaya devam edebilecek.
Bir şeyin yapılması mutlaka gerekiyorsa onu yapmayı geciktirmemekte yarar vardır.
Geldik bu dönemin etkili ve yetkili insanlarının üçüncü özelliği olan, aynı şeyleri defalarca yapıp her seferinde farklı sonuç bekleme naifliğine. Bu yüzden hep hayal kırıklığı yaşanıyor.
Örnek yine dünden.
Ekonomide alınan kararlarla 2021 yılı TL için hiç parlak değildi. “Faiz sebeptir, enflasyon ise sonuç” kabulüne dayanan kararlar TL’nin değerinin yabancı paralar karşısında müthiş düşmesine yol açtı. Ekonomik istikrarı sağlama görevinin tevdi edildiği Merkez Bankası o kabulü doğru çıkarmak için piyasalara pek çok kez müdahale etti ve “128 milyar dolar nerede?” sorusunun sıkça sorulmasına sebebiyet veren gelişme öyle yaşandı.
Rezerv eksi 45 milyar dolara kadar indi.
Şimdi yine, bizim olmasa ve ‘swap’ denilen geçici anlaşmalarla Merkez Bankası’na emanet edilmiş yabancı paralarla oluşmasına rağmen, yeniden 128 milyar dolara erişmiş rezervle piyasalara müdahale ediliyor.
Ne bekleniyor?
Doların TL karşısındaki değerinin düşmesi bekleniyor…
Peki, beklenti gerçekleşiyor mu?
Üst üste iki müdahaleden sonra bunun fazla işe yaramadığı iki kez daha görülmüş oldu. Müdahalelerle, daha öncekilerde de yaşandığı gibi, TL değer kazanamıyor, doların değeri çıktığı yerde sabit hale geliyor.
Müdahaleler devam ederse, korkarım, “Bizim” diye tanıtılan yeni 128 milyar dolar da boşu boşuna tüketilebilir.
Oysa ne yapılması -ve tabii ne yapılmaması- o kadar belli ki…
Nasıl olsa gerçek ortaya çıkacağı için TÜİK’in en iyi bildiği işi etki altında kalmadan yapması, bunu da bir siyasi parti heyetinin kapısına kadar gelmesini beklemeden şeffaf olarak yürütmesi gerekirdi.
Ziyaretçilerin kapıdan içeri sokulmaması konudan haberdar olmayan geniş kitleleri bilgi sahibi etti.
Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimlerin, cezaevinde tutulmak yerine haklarındaki AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları zamanında uygulanarak tutuksuz yargılanmaları sağlansaydı, ülkemizin kurucu üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi ile başka Avrupalı kurumların devreye girmesi önlenirdi.
Gecikme ülkenin aleyhine.
Ekonomide daha önce denenmiş müdahalelerin bir kez daha işlevsiz kalacağı öngörülmemiş olabilir mi? Bürokrasinin olacağı öngörememesi bir sorun, öngörmüş ve gereğini yerine getirmemişse o daha da büyük sorun.
Her seferinde farklı sonuç alma ham hayaliyle bir şeyi defalarca yapmanın ‘akıl dışılık’ olduğunu Albert Einstein veciz bir biçimde ifade etmişti. Yargıda onun bu vecizesini hatırlatacak biçimde davranmak doğrusu hiç şık kaçmadı.
Kadroların titreyip kendilerine dönmelerinin zamanı çoktan geldi, geçiyor bile.
Daha fazla gecikilmemeli, gerçeklerle boğuşmamalı ve makul tavırlar sergilenmeli.
Galiba ben de her seferinde aynı tavsiyelerde bulunarak, başkalarını uyardığım tuzağa kendim de düşüyorum.