Fehmi Koru: En iddialı olanlarımız bile yarını öngöremiyor

Fehmi Koru: En iddialı olanlarımız bile yarını öngöremiyor

Fehmi Koru*

Bu siteye her giren, ilk elde, üzerinde güleç fotoğrafım ve altına düşülen “Yazı hayatının 50. yılında” yazısı ile karşılaşıyor. Aslında bugünlerde 52. yıl içerisindeyiz, ama yarım asırlık mazi bana daha cazip geldiği için logoyu değiştirmeyi düşünmüyorum.

Allah ömür verirse 75. yılda o değişimi yaparız.

Dile kolay, yarım asır…

Yazı hayatım İzmir’de çıkan, bugünün ölçülerine göre iddiasız bir derginin sayfalarında başladı; henüz 14-15 yaşlarında idim. Bir grup genç ve hevesli arkadaştık; bizden yaşça ileri İhsan Emci’nin yönlendirdiği derginin sayfalarından bütün Türkiye’ye başımızı çıkarma çabasındaydık.

Çocuk dergileri okuyacak yaştaki bizler, çıkardığımız ‘Gurbet’ dergisinin sayfalarında, Türkiye ve dünya siyasetine dair görüşler açıklıyorduk.

İmzamla çıkan ilk yazı derginin 11. sayısındadır.

O sayı 1 Ekim 1966 tarihli; ancak künyede baskısının 15 Ekim 1966 tarihinde yapıldığı notu düşülmüş..

Aradan dolu dolu yarım asır geçmiş bulunuyor.

Benim imzalı yazımın bulunduğu nüshada, genç yaştaki ufkumuzu sergileyen, ‘Yurt dışında çıkan İslâmi mecmualar’ başlığıyla, Hindistan, İngiltere, Pakistan, Almanya, Danimarka, Fransa, Mısır ve Hollanda gibi ülkelerde çıkan değişik dergilerin adreslerine yer vermişiz.

Çevremizden haberlerin hemen yanı başında.

Heyecanımızı bugün gibi hatırlıyorum.

Baskı ücretini bir gün bile geciktirmeyi kabul etmeye yanaşmayan bir matbaada basılıyordu dergi; kâğıdını her sayı için fiyatı artıran birinden büyük pazarlıklarla alıyor, her ay birkaç akşam matbaada geceleyip kurşun kullanılan dizgi makinasından çıkan provalarda tashih yapmaya çalışıyor, bu arada hep ilgi bekleyen yazarlarla ilişkiyi de ihmal etmiyorduk.

İdarehanemiz yoktu, ama dergiyi her nasılsa görmüş ve uzaklardan bize katkılarda bulunan yazarlarımız vardı.

Çok güç şartlarda ileriye umutla bakan bir grup gençtik işte.

Bugün durum hayli farklı

Dün akşam kızını evlendiren bir meslektaşımızın herhalde en mutlu olduğu bir gecenin konukları arasındaydım.

Kızının mürüvvetini gören her baba gibi heyecanlıydı meslektaşımız; dünyalar güzeli gelin ile gencecik damat ise gecenin en yüzü gülen insanlarıydı.

Tahmin edilebileceği gibi, davetliler arasında en yoğun kesimi, meslek camiasından insanlar teşkil ediyordu.

Genci ve yaşlısıyla gazeteciler ile yazarlar…

En görünür yerde politikacılar oturtulmuştu, ama gazeteciler ile yazarlar sayıca onlardan fazlaydı.

Her eğilimden, her meşrepten ve her yayın grubundan çok sayıda gazeteciydik.

Nedense, gözlerde benim 14-15 yaşlarında yaşadığım huzurlu mutluluğu ve geleceğe umutla bakışı yakalayamadım.

İktidarda 15. yılı geride bırakmış siyasi bir kadroya ilk günden itibaren destek çıkmış insanlardan söz ediyorum.

Hiç değilse bir bölümü öyle.

Neden böyle oldu?

Önemli bir soru bu, ama öyle hemen verilebilecek tek bir cevabı yok.

Belki de iktidar yazar-çizer tayfası için uygun değil; bizleri muhalefet dönemlerinin kargaşalı ortamı daha mutlu ediyor.

Ya da.. görüş açıklama, yorum yapma alışkanlığı içerisinde olanlar ile uygulayıcılar arasında akordu tutturmak zorluğu, kaçınılmaz olarak kırılmayı getiriyor.

Ankara sonunda herkesi teslim alıyor

Dün gecekine benzer bir ortamı, iki yaz ayı dışında, aylar boyu sürdürdüğümüz ‘fasıl geceleri’nde yaşattığımızı biliyorsunuz. Sekiz-on yıl sürdü o etkinlik. Merkezinde medya dünyasından isimlerin bulunduğu bir girişimdi ‘fasıllar’; davetlileri de öncelikle yine aynı camiadan insanlardı.

Ara ara politikacıları da davet etsek bile.

Ülkemizin iftihar vesilesi ses ve saz üstadları, sırf bizlerle birlikte olmak için, başka bağlantılarını iptal edip aramıza katılıyorlardı.

İlgi gösterildiği için, bir defasında, fasıl gecesini Ankara’ya da taşımıştık.

Orada fark etmiştim ülkenin farklı bir yöne evrilme noktasına varmak üzere olduğunu.

Ankara, daha doğrusu politik Ankara, her kesimden insanların birlikte bulunmalarına hoş gözle bakmıyordu ve bunu belli etmekten geri de durmuyordu.

Biz çatışmacı ortamı yumuşatıyorduk etkinliğimizle, politikacılar ise yapmak istediğimize ters gözle baktıklarını saklamıyorlardı.

En çok istenen “Biz bize olalım” teklifinde yatan düşünceydi. Farklı görüşten insanlarla birlikte olmak istenmiyor, bu hoş görülmüyor ve galiba tehlikeli de bulunuyordu.

Zaten her ay orada da sürmesi beklentisiyle çıktığımız Ankara deplasmanı o tek geceyle sınırlı kaldı, bir daha tekrarlanamadı.

Sonunda Ankara İstanbul’u da etkisi altına aldı ve bizim fasıl geceleri tarihe karıştı.

Bazen ‘fasıl’ macerasında yoldaşım Erhan Köknar ile, “Yeniden mi başlatsak” diye konuşuruz; sohbet, benim “Değer mi?” itirazımla sonlanır.

Umudu yitirmek bizlere haram

İlk olarak dün gece şunu fark ettim: Bu alanda en iddialı olanlarımız bile yarını öngöremiyor…

Oysa bizler hep yarın ile ilgili umutlara dayanarak ayakta durabilen bir meslek camiasının üyeleriyiz.

Kendi hesabıma ben umudumu hiç yitirmedim.

Yarın bugünden daha iyi olacak ve daha mutlu edecek bir Türkiye’de yaşayacağız.

Öyle olmasa sizlerin de zaman zaman uğradığınız bu site için bunca emeği sarf eder miydim?

*Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.