Gazeteci - yazar Fehmi Koru, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Kimsenin racon kesmesine de, ayar vermesine de ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse bu raconu bizzat kendim keserim" ifadesiyle ilgili olarak "Biri, önceki akşam, bir televizyon kanalında, 'Aydın Doğan’ı parmağımda ben oynatıyorum; ne dersem yapar o' sözlerini sarf etmiş. Muhtemelen kendisine iletilen o sözlerden sonra böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmiş olmalı Cumhurbaşkanı Erdoğan" dedi.
Gazeteci Cem Küçük, kendisiyle ilgili olarak "Küçük Cem’i MİT’e ben yerleştirdim" diye espri yapan Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e tepki göstermiş; "Bütün Hürriyet'i toplasan benim serçe parmağım kadar güçlüsün. Ben Aydın Doğan'a talimat veririm, gereğini yapar" ifadesini kullanmıştı. Küçük, sözlerine şöyle devam etmişti:
"Bak ne diyorum; bütün Hürriyet'i topla benim serçe parmağım daha güçlü. Patronuna talimatı veririm, gereğini yapar. Parmağımda oynatıyorum onları. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorum. Akılsız bunlar. Bizimkiler bunları bir şey zannediyor."
Koru, yazısında, medyanın muhafazakâr kanadında işlerini kaybetmiş bazı yazarların Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakanlığı sırasında çekilmiş eski bir fotoğrafını kullandı: Erdoğan, Selahattin Sadıkoğlu, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin (Soldan sağa)
Habertürk'ten ayrıldıktan sonra kendi adıyla yayına başlayan blogda ve kurduğu Ocakmedya adlı sitede yazan Koru'nun "Cumhurbaşkanı adına racon kesen yazarlar varmış… Cumhurbaşkanı söyledi…" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
İki önemli gelişme, daha doğrusu iki uyarı. İkisi de biraz gecikmeli gelse bile, yerinde ve önemli uyarılar…
AK Parti genel başkanı sıfatı da bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, partisinin genişletilmiş İstanbul İl Danışma Meclisi toplantısında dile getirdi uyarısını.
Uyarısı ‘gazeteci’ ve ‘yazarlar’ ile ilgiliydi.
Hürriyet gazetesinin okur temsilcisi de, başta kendi gazetesi olmak üzere, bütün medyayı, gazeteciliğin temel ilkelerini hatırlatarak uyardı.
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinlerken düşündüm: Gazetecilik gerçekten de son yıllarda bambaşka bir hal aldı.
Bildiğimiz anlamda gazetecilik yapılmıyor; gazetecilik adına yapılan ise aslında gazetecilik değil.
Eskiden, gazeteler gazetecilik ürünlerini ön plana alan reklamlarla okur kazanmaya çalışırlardı.
Hatırlayın: Hemen her gazete, zaten yaptıklarıyla parlamış bir mensubunun –muhabir veya yazarının– özel bir çalışmasını, araştırmasını duyurma gayretine girerdi.
Yazarlar eğer yeni bir gazeteye geçtilerse, bu durum, her türlü reklam mecrasıyla, o sayfalarına geldiği için gazete almayı düşünecek bir kitleye reklamlarla duyurulurdu.
Ne o yapılıyor bugün, ne de öbürü.
Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi adına Gazeteciler Cemiyeti’nin ödül jürisinde yıllarca görev yaptım. Jüri sekretaryası, üyelere, toplantıdan günler önce, dosyalar dolusu gazetecilik ürününü gönderir, bizler de onları okuyarak kanaat belirlerdik. Aralarından birini diğerlerinden öne çıkarmanın zor olduğu ürünlerdi çoğunluğu.
O gazetecilik ürünlerinin benzerlerine artık gazetelerde rastlanmıyor.
Jüriden ayrıldığım için değerlendirmenin şu sıralarda nasıl yapıldığını bilmiyorum, ama heyetin işinin çok zor olduğunu da düşünmeden edemiyorum.
Gazetecilik yok da ne var?
İsmini koymanın kolay olmadığı yeni bir durum var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü sözlerine bu tespit ışığında yakından bakalım.
“Zaman zaman kamuoyunda, medyada, partimiz içinde, kesinlikle arzu ve tasvip etmediğim tartışmalara şahit oluyoruz. Genellikle sosyal medya hesapları veya kimi köşe yazarları üzerinden başlatılan bu tartışmalarda, birilerinin şahsımın adına adeta racon kestiği, herkese ayar vermeye çalıştığı anlaşılıyor.
Burada bir kez daha açık ve net olarak ifade ediyorum; benim, milletimle, partimle paylaşacağım bir düşüncem, bir teklifim, bir hissiyatım varsa, bunun yolları bellidir. Kimsenin racon kesmesine de ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse, bu raconu bizzat kendim keserim.”
Doğru söylüyor Cumhurbaşkanı; yazarlar ve yazılar hakkında, kendisini veya partisini ilgilendiren haberler konusunda ne düşündüğünü başkalarına ihtiyaç duymadan kendisi toplum önünde seslendiriyor.
Racon kesilecekse, yine kendisi racon kesiyor; kesilen raconların sonuçları da ortada zaten. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sevmediği düşünülen kişileri, medya, bünyesinde barındırmak istemiyor.
Son zamanlarda ‘Beştepe’ye yakın’ diye bilinen bazıları Cumhurbaşkanı Erdoğan adına racon kesmekteymiş… “Şu köşe yazarının Cumhurbaşkanı ile dostluğu var…” düşüncesiyle okunuyormuş yazdıkları…
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının devamında anlatıyor bunu.
Kulağıma geleni yazayım: Biri, önceki akşam, bir televizyon kanalında, “Aydın Doğan’ı parmağımda ben oynatıyorum; ne dersem yapar o” sözlerini sarf etmiş…
Muhtemelen kendisine iletilen o sözlerden sonra böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmiş olmalı Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Eskiden, öyle asırlar önce de değil, ‘gazeteci’ makulesinin ‘bağımsız’ olması bir üstünlük sayılırdı. ‘Tek parti dönemi’ndeki yanlışlıklara tepki duyulurdu da ondan.
Tek parti döneminde.. bir, devletle veya Çankaya ile iç içe yazarlar vardı.. bir de, devlet veya Çankaya tarafından kalemleri kırılan yazarlar…
Çankaya aleyhine yazanlar İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanırdı. “O yazmasın” dendiği için de, Ahmet Emin Yalman, uzun yıllar mesleğinden uzak kalmıştı.
O dönemde yazamaz olmuş tek gazeteci Yalman değildi elbette; en ünlüsü ve şaşırtıcısı o olduğu için ismini anıyorum.
Şaşırtıcıdır; çünkü Şeyh Said isyanı sonrasında Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmak üzere tutuklandığında, aynı durumdaki arkadaşlarıyla birlikte, şu arizayı telgrafla ilgilisine göndermişti Yalman:
“Yüksek dehanızla vücuda getirdiğiniz inkılâpta hakiki ve samimi birer fikir amelesi sıfatıyla çalıştığımızı ve Cumhuriyetin zafer ve istikrarına faydalı olmaktan başka emel beslemediğimizi İstiklal Mahkemesinin huzuru adaletinde de ispat etmek için, Şark vilayetlerinden Elaziz’e doğru giderken isyan ve irticaın pençesinden bir defa daha kurtarmış olduğunuz bu vatan parçasında gördüklerimiz ve duyduklarımız, bize şu kanaati verdi ki, eski idarelerin ihmal ettiği memleketimizde, yazı masası başında görülemeyen birtakım vaziyetler mevcuttur. Bu vaziyet içinde vatanın süratli bir inkişafa mazhar olmasını temin edebilmek ve Türk Milletini işaret ettiğiniz inkılâp yolu üzerinde gayeye doğru sarsıntısız yürütebilmek için, şahsi münakaşalardan ziyade, birlik ve dayanışma halinde bir sükûnete muhtaç olduğumuza kanaat getirdik. Türk aile topluluğu içinde, bundan sonra işgal edeceğimiz mevki her ne olursa olsun, mesleğimizi bu kanaate göre düzenlemeye ve çevremize aynı kanaati samimiyetle telkin etmeye çalışacağımızı arz eder ve kurtarıcımıza, irticadan huzur ve refaha kavuşan bu muhitten, en derin tazimlerimizi bir daha tekrar ederek feyizli nazarlarınızın üzerimizden eksik edilmemesini istirham eyleriz muhterem Cumhurreisimiz Hazretleri.” (İmzalar: Ahmet Şükrü, Ahmet Emin, Müştak, Suphi Nuri, Gündüz Nadir.) Kaynak: Hasan Rıza Soyak, ‘Atatürk’ten Hatıralar’, Yapı Kredi Yayınları 2005, s. 333-334.
Böyle birinin de kalemi kırılabilmişti.
Sedat Simavi’ye atfedilen “Kalemini kır, ama satma” tavsiyesi daha sonraki dönemlere aittir.
Hürriyet okur temsilcisinin uyarısı da önemli, ama yazıyı daha fazla uzatmamak gerekiyor.
O konuya belki yarın girerim.