Fehmi Koru: Gülşen olayı neden ve nasıl tartışılıyor?

Fehmi Koru: Gülşen olayı neden ve nasıl tartışılıyor?

Fehmi Koru*

Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) yargı tarafından cezaevine gönderilen şarkıcı Gülşen konusuyla ilgili bir uyarıda bulundu.

Okuyalım:

“Anayasa’nın 138’inci maddesi çerçevesinde tüm kişi, kurum ve kuruluşlar ile yazılı ve görsel basın organlarının yargı bağımsızlığına saygı göstererek, yargılama süreçlerine müdahale içeren, hakimlere emir ve talimat niteliği taşıyan her türlü eylem ve söylemden kaçınması Anayasal zorunluluktur.”

Hatırlatılan anayasa maddesi (m. 138) şu:

“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.”

Açıklamanın ardından hemen aklıma geliveren bazı sorularım var:

Anayasanın “Veremez, gönderemez, bulunamaz” kesin ifadelerini içeren bu maddesi ile kast edilen kim/ler olabilir?

Yasama Meclisi’nde nelerin yapılamayacağına dair cümlenin muhatapları belli, ama onun öncesindeki iki cümleyle hedeflenenler kim/ler?

İçerisinde ‘kişi’ sözcüğü de yer alıyor; sıradan bir kişi mahkemelere ve hakimlere nasıl emir ve talimat verebilir, genelge gönderebilir, tavsiye ve telkinde bulunabilir?

Diyelim ‘sıradan bir kişi’ bunu yapmaya kalktı, mahkemeler veya hakimler onların bu yaptığını umursar mı?

Bir sorum daha olacak: Anayasanın “Yapamaz, edemez” dediği organ, makam, merciler, anayasanın bu hükmüne uyuyorlar mı ülkemizde?

Sorularımı burada kesiyorum.

[Anayasanın aynı maddesinde “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” cümlesi de bulunuyor. HSK anayasanın bu hükmünün ülkemizde yerine getirilmesinin de davacısı olmak zorunda.]

Gülşen olayı neden ve nasıl tartışılıyor?

Şarkıcı Gülşen’in dört ay önce bir konser sırasında kendi orkestrasından birine takılmasının günümüzde onu cezaevine düşürecek biçimde kullanılması kamuoyunda hoş karşılanmadı. Yapılanı savunanlar olduğuna dair bir kanaat var, ancak gözümün erişebildiği yerlerde o kanaati destekleyecek herhangi bir görüşle karşılaşmadım.

Çeşitli kurumlar adına yapılan destek mahiyetinde açıklamaları, onların hemen her olayda vermek zorunda oldukları türden olağan tepkiler saymak gerekiyor.

Trolleri ise dikkate almanın bir anlamı yok.

Geriye kalan hemen her kesimden insan ve kurum, ya yapılanı anlamakta zorlanıyor ya da hiç tereddütsüz olumsuz tavır alıyor.

Bence HSK’nın üzerinde asıl durması gereken nokta bu olmalı.

Mahkemeler ve hakimlerin kararlarının tartışmalar yaratması yargı kurumunu ve kurumun her düzeydeki üyelerini ilgilendirir.

Hükümdarın mülkiyet hakkını gaspetme niyetinde olduğunu anlayınca, onun yüzüne karşı, gururla “Ama Berlin’de hakimler var” diyen Alman köylüsünün sergilediği yargıya güveni, her ülkenin her vatandaşı duymalıdır.

Anayasanın 159. maddesi okunduğunda, yargıya güven konusunun, üyeleri arasında adalet bakanı ve bakanlık müsteşarının da bulunduğu HSK’ya verilmiş bir görev olduğu anlaşılıyor.

Gülşen olayı en fazla bu yönüyle önemli.

Kendisini cezaevine düşüren sözler bir konser sırasında bir kişi için söylenmiş, bu belli. O sözün muhatap alınan kişinin doğal üyesi olduğu varsayılan geniş camiaya mal edilmesi, tam dört ay sonra sosyal medya üzerinden yayılan görüntünün sonucu.

Görüntüyü paylaşan sosyal medya kullanıcısı neden dört ay boyunca onu elinde tutmuş olabilir?

Paylaştığı görüntünün bütün bir camiayı inciteceğini düşünmemiş olması mümkün değil; aksi halde neden eski bir olayı gündeme taşısın ki?

O kişiyle ilgili TCK 216 kapsamında bir soruşturma açıldığı duyulmadı.

Bir yıldan uzun süredir bulunduğu yabancı ülkeden çoğuna kendisinin bizzat tanıklık ettiği yasalara aykırı bazı olayları kamuoyuyla paylaşan Sedat Peker, Gülşen ile ilgili gelişmenin -yargının dört ay önce sarf edilmiş sözleri tam da şimdi tutuklama yapılacak değerde görmesinin- kendisinin son ifşa ettiği olayı perdelemek için gündeme taşındığı iddiasında.

HSK Gülşen olayı ile ilgili görüş açıklama ihtiyacı duyarken, Peker tarafından ortaya atılan bu perdeleme iddiasını da herhalde tartışmış olmalı. İddia, yargı kurumunun itibarı açısından, HSK’yı doğrudan ilgilendiriyor çünkü.

Peker tarafından dile getirilen konunun kendisi de, kişisel boyutunun çok ötesinde kamusal çıkarla ilgili olduğu için, yargının hassas terazisiyle tartılmayı gerektirecek çapta aslında. 

Siyasi ve akademik kimlikli iki kişinin ve onların kamuda üst düzey görevler üstlenmiş bir yakınlarının, haklarında ileri sürülen iddialardan temize çıkıp aklanmayı, bizzat kendilerinin istemesi beklenir; onlara bu imkanı da ancak konunun hukuki sürece tabi tutulması sağlayabilir.

Gazetelerin konuya ilişkin yayınlarına yargı eliyle getirilecek yasaklamalar, kendisinden ‘suç örgütü lideri’ diye söz edilen kişinin iddialarının konuşulmasını ve toplumda yaygınlık kazanmasını engellemez; buna karşılık yargıya bakışı etkiler.

Anayasanın 138. maddesinin HSK tarafından hatırlatılması yine de olumlu bir gelişme. Anayasanın hatırlanması gereken Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası antlaşmalarla ilgili 90. maddesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına dair “Usulüne uygun milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir” cümlesi de bulunuyor.

Bu maddenin de, ara sıra da olsa, hatırlanması ve gerektiğinde hatırlatma konusu yapılması şart.

Şarkıcı Gülşen’in ağzından çıkan bir takılmanın yargıda “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu (TCK 216) kapsamında ele alınmasıyla ilgili tartışmaların doğurduğu günümüz ortamı bana bu ayrıntıları düşündürdü.

*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.