Fehmi Koru: Hürriyet ile Türkiye savaşta; benim yüzümde bir tebessüm var

Fehmi Koru: Hürriyet ile Türkiye savaşta; benim yüzümde bir tebessüm var

Fehmi Koru*

Türkiye ‘Fırat Kalkanı’ operasyonu sonrasında bölgede askeriyle bir varlık mücadelesi vermiyor, ama en yetkili ağız, bir süreden beri, her an askerleri sınır ötesine gönderebileceğimiz yolunda açıklamalar yapıyor.

Olur mu, olmaz mı bilemem, ama savaş ihtimali ufukta görünüyor.

Konumuz bildiğimiz türden bir savaş değil; ama o da günlerden beri ülke gündemini işgal ediyor.

“Raconsa ben keserim” denilince başladı kavga

Savaş görüntüsündeki kavganın merkezinde iki farklı medya grubu ve gazetelerinin bazı yazarları var.

Herkes her gazeteyi ve her yazılanı takip edecek değil ya, bu sebeple günlerdir süren medya kavgasını sizlere özetlemem gerekiyor.

Bilmiyorum, kavganın başlaması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisiyle irtibatlı görünen bazı yazarlarla ilgili “Racon kesilecekse onu ben kendim yaparım; görüşlerimi açıklamak üzere görevli sözcüm de var, onun dışında kimse benim adıma konuşamaz, yazamaz ve racon kesemez” anlamına gelen açıklamasıyla irtibatlı diyebilir miyim?

Herhalde diyebilirim.

Açıklamayı, Hürriyet gazetesinin bazı yazarları, şimdilerde Türkiye gazetesinde kendilerine köşe, TGRT televizyonunda program verilen iki kişiyi hedef alır biçimde yorumladı.

Onların yazılarından sonra ilginç bir gelişme yaşandı. Hürriyet’e göre açıklamanın hedefi olan yazarlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini üzerlerine alınmadığı gibi, yazılarıyla Hürriyet gazetesinin patronuna yönelik eski iddiaları gündeme taşıdılar.

‘Eski’ dememin sebebi, o iddiaların geçmişte aralarında benim de bulunduğum farklı yazarlar tarafından en ayrıntılı biçimde dile getirilmesidir.

İddialar çeşitli gazetelerde en geniş biçimde yayınlanırken Türkiye gazetesinin konuya hiç girmediğini de belirtmeliyim.

Bu da normal, çünkü o dönemlerde Türkiye gazetesini içerisinde barındıran grup, kendisini ‘huzur veren gazete’ olarak tanımlıyor, televizyonu TGRT de ‘huzur veren kanal’ olarak biliniyordu.

Etliye sütlüye karışmadıkları için…

Zamanla her şey değişiyor.

Artık Türkiye gazetesinde, Hürriyet’in patronu için “Tutuklanması an meselesi”, gazete için de “Kayyuma devredilmesiyle sonuçlanacak hukuki süreç için yürekli savcı aranıyor” kıvamında yazılar yer alabiliyor.

Doğrudan savaşa girebiliyor Türkiye gazetesi.

Öteki tarafa göre, Türkiye gazetesi sahibi İhlas Finans konusunda suçlanıyor; o bir ‘Amerikalı’

Savaşan taraflar bunlar.

Rahatsızlığımın kökenleri

Ben bu kavgayı ve taraflarının tavırlarını en yalın ve en nazik biçimde özetlemeye çalıştım. Aslında her kavgada olduğu gibi, iki medya grubu arasındaki yayın kavgasında da yumruklar sayılmıyor.

Medyanın birincil görevi toplum adına yanlışlıkları ortaya çıkarmak ve varsa yolsuzlukların üzerine gitmektir. Bu bakımdan, tarafların ‘yanlış’ olduğunu gördükleri konuların üzerine gitmelerini kimse suçlayamaz.

“Daha önce neredeydiniz?” sorusu eşliğinde yöneltilen yanlışlıkların yapıldığı dönemde sessiz kalınmış olması da şimdi konuların ele alınmaması için bir gerekçe yapılamaz.

Yanlış varsa yanlışı ele alıp gündeme taşımanın hiçbir mahzuru yoktur.

Bu genel kabullerden hareketle, iki medya grubu arasında baş gösteren bu savaş-vari kavgayı yadırgamıyorum.

Kavgayı yadırgamıyorsam bile, aldığı biçim yine de beni rahatsız ediyor.

İlk rahatsızlığım üsluptan.

Gazetelerde yer alan kavga yazılarının çoğu “Bunu 18 yaşından küçükler okuyamaz”uyarısını hak ediyor. Bazen açıkça bazen üstü örtülü kişilikleri rencide edecek bir dil kullanılıyor. Bir tarafta grubun suçlandığı eskiye ait konularda suçlanması abes genç bir patron var; diğer tarafta da medyamızın en kıdemli patronu.

Her iki patron da, en yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün gece verdiği 30 Ağustos resepsiyonuna muhtemelen çağrılıydı ve muhtemelen katıldılar da.

Acaba sütunlarında kavgayı sürdüren iki tarafın yazarları da orada mıydılar?

Orada değil iseler, bu, herhangi bir anlama çekilebilir mi?

Bu kadar değil, bir başka rahatsızlığım daha var bu kavgayla ilgili: Gazeteler toplumu gelişmekte olan olaylardan ve varsa yanlışlıklardan haberdar etmenin aracıdırlar. Haber alır veya araştırır, sonra en doğru biçimiyle bildiğini okurlarıyla (toplumla) paylaşır gazeteci.

Görevi burada biter.

Devamı başka kurumların görev alanına girer. Yanlışlık ‘suç’ içeriyorsa savcılar devreye girer; ya da mağduriyetlere yol açacak tarzda bir durum söz konusuyla devletin mağduriyetleri giderme yönünde devreye girecek başka kurumları da vardır.

Hem haber verip hem de yargılamak… Gazetecilik böyle bir şey değildir.

Ayrıca, gazete sütunlarında yargılamaya kalkışıldığında, devletin konuyla ilgili birimlerinin işi de zorlaştırılmış olabilir. Yolsuzluk, usulsüzlük veya suçun üstü örtülmese bile, üzerine gidilmesi yayınların ‘savaş’ boyutu kazanmasıyla ertelenebilir.

Geçmişte yaşandı bu tür durumlar.

En önemlisi ise, gazeteleri okuyan veya kavgadan haberdar olan insanların, yayınlardaki rahatsızlık verici tavır yüzünden medyaya fatura çıkarma ihtimalidir. Zamanında susup da ayağına basılınca feveran etme hali hiç de saygın bir tavır değildir çünkü.

İki taraf tam da böyle yapıyor.

Benim yüzümde bir tebessüm var

Bir meslek büyüğü, kendisinin vaktiyle girdiği basın kavgalarından edindiği deneyimle, “Bunların ‘Allah bir’ demesini bile hemen kabul etmemeli; buna karşılık tarafların birbirleri hakkında yazıp söylediklerini ise doğru kabul edebilirsiniz” anlamına bir saptamada bulunmuştu.

Vaktiyle –ama zamanında– ele alıp yazdığım konulara ilişkin pek çok bilgi ve ayrıntının bu kavgada miri malı gibi kullanılıyor olması ise beni güldürüyor.

Emin olun, günlerdir dudağımdan tebessüm eksik olmuyor.

* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır.