Fehmi Koru*
Yeni yıla girdik girmesine ama benim zihnimde hala geçen yılla ilgili sorular var.
Kimi iç kimi de dış politikayla ilgili bu sorular…
Bugün o sorulardan biri iç diğeri de dış politikayla ilgili ikisini sizlerle paylaşacağım.
Önce dış politikayla ilgili soru…
Hükümet dış politika alanında son on yıla damgasını vuran bir çizgiye sahipti; tam da geçen yılın son demlerinde o çizgiyi bütünüyle terk ediverdi. Bunun sebebi ne olabilir?
Açayım.
Dış politikada sert dönüş
Dış politikanın Türkiye açısından birkaç temel konusu var. Batı ile -daha doğrusu ABD ve Avrupa Bi̇rliği (AB) ile- ilişkiler bunlardan biri.
Ortadoğu’ya -Arap ülkeleri ve İsrail’e- dönük politika bunlardan bir diğeri…
Son on yılın büyük bölümünde, hükümet, Batı ile de Ortadoğu ile de, geleneksel politikalardan çok farklı olduğu gibi, 20 yılı aşan iktidarının ilk on yılında benimsediği politikalara da ters düşen bir çizgi izlemekteydi.
ABD’ye meydan okunmakta, Avrupa ülkeleri ve AB ile araya ciddi mesafeler konulmaktaydı.
Arka bahçemiz sayılacak daha yakın coğrafyada da hızlı bir dönüş yaşanmış, önce İsrail ile “One Minute” çıkışını takip eden süreçte büyükelçileri çekmeyle sonuçlanan bir yeni sürece girilmişti.
Trump dönemi Amerikası tarafından gündeme dayatılan Kudüs’ün İsrail’in ebedi başkenti olarak tanınması ve büyükelçiliğin oraya taşınması kararı, ardından da Arap ülkeleriyle İsrail’i yakınlaştırmayı amaçlayan ‘İbrahim Mutabakatı’ (The Abraham Accords) projesi o ülkeye yönelik ifadelerin daha da sertleşmesini getirmişti.
Arap ülkeleriyle ilişkiler de buz gibiydi.
Mısır’da seçimle iş başına gelmiş cumhurbaşkanını deviren darbe sonrasında izlenen, en belirgin işareti ‘dört parmak’ veya ‘Rabia’ olan politika, iki ülke başkentlerindeki diplomatik temsilcilerin geri çağrılmasına yol açmıştı. Darbe liderinin cumhurbaşkanlığını tanımıyordu hükümet ve o gidene kadar da Mısır ile ilişkilerin normale dönmesi imkansız görünüyordu.
Birleşik Arap Emirlikleri 15 Temmuz hain darbe girişimin arkasındaki gerçek güç olarak görülüyor, kendi ülkelerinin vatandaşı bir uluslararası gazeteciyi İstanbul’da infaz ettirdiği iddiasıyla suçlanan Suudi Arabistan yönetiminin, uluslararası yargıdan önce Türkiye’de hesaba çekilmesi amacını güden bir politika izleniyordu.
Suriye’de başlayan iç savaşta resmen taraf haline gelmişti Türkiye. Ara ara ABD ve Rusya ile karşı karşıya da gelmenin göze alındığı bir politikayla komşu ülkeye asker gönderilmiş, Şam’daki Esad-Baas rejimi yıkılana ve yerine kabul edilebilecek bir yönetim gelene kadar uzlaşılmayacağı bütün dünyaya ilan edilmişti.
Bunların hepsinden şu yakınlarda vazgeçildi.
Hem de nasıl vazgeçiliş…
On yıl boyunca izlenen dış politik çizgiyi eleştirenlerin bile beklemediği sertlikte bir dönüşle…
Neden oldu bu dönüş?
Geçmişte hükümetin izlediği politikaları savunmayı görev bilen ve eleştirenlere en ağır hakaretlerle mukabele eden bakanlar, bugün yukarıda adını andığım ülkelerin rejimleriyle arayı düzeltme girişimini yürütüyorlar…
Milli savunma bakanı… Dışişleri bakanı…
Önceki politik çizginin ülkeye nelere mal olduğu konusunda herhangi bir özeleştiri de yapılmadan…
AK Parti saflarından da bu durumdan mahcubiyet duyulduğu görüntüsü alınmıyor.
Neden, neden, neden?
İç politikaya yönelik yakıcı sorum
İç politikada aklıma takılan soru da beynimi zonklatacak keskinlikte…
Hükümetin son beş yıldır hemen yanı başında yer alan bir de ortağı var: MHP… AK Parti ve MHP Cumhuriyet’in ilk yüz yılında benimsenmiş ‘parlamenter sistemi’ yeni bir sistemle değiştirdiler. ‘Cumhurbaşkanı hükümet sistemi’ ne kadar AK Parti’nin eseriyse o kadar da MHP’nin eseri…
‘Cumhur İttifakı’ adıyla bir birliktelik de oluşturdu iki parti, seçimlere birlikte girmekte…
AK Parti ile MHP’nin genel başkanları her kritik eşikte yalnızca ikisinin katıldıkları buluşmalarla ortak politikalar belirliyorlar. Yanlış hesap etmediysem kısa sayılabilecek bir sürede tam üç kez karşılıklı ziyaretler yapıldı iki lider tarafından…
MHP lideri ile sözcülerinin ağzından AK Parti ve politikalarını eleştiren tek bir sözcük çıkmadığı gibi, eski alışkanlıkla ters çıkışlar yaptığı görülen milletvekili kendisini bir çırpıda MHP dışına gönderecek bir süreçle karşılaşabiliyor.
Büyük ortak da MHP’nin hassas olduğu bilinen konularda uyumu tehdit edecek her türlü farklı bakış açısına tahammülsüz.
Partilerin muhalefete karşı takındıkları tavırlar da tek sesli. AK Parti sözcüleri Millet İttifakı veya ‘6’lı masa’ya ne kadar aşırı hücumlarda bulunuyorlarsa, MHP sözcüleri de onlardan geri kalmamakta kararlı görünüyor.
Geçmişte ikili veya çoklu koalisyon hükümetlerinde görülmemiş bir yakınlıkta iki parti, AK Parti ile MHP…
Sorum şu: Neden tek bir parti haline gelmiyorlar?
Neden, neden , neden?
Birlikten kuvvet doğar; AK Parti ile MHP’nin tek çatı altında buluşmasından da yeni yılda pekala yeniden iktidar doğabilir.
Fakat iki parti yönetiminde yer alanlar nedense bunu düşünmüyorlar bile…
Yeniden başa döneyim.
İç ve dış politikada aklıma takılan iki soru beynimi zonklatıp duruyor.
İkisi de hafızamda yerleşik geçmiş dönemlerle bugün arasında farklılıklarla ilgili sorular bunlar…
Dış politikada son on yıla hakim uygulamalardan birden vazgeçildi; hem de neden böyle yapıldığı hiç açıklanmadan…
Eski politikayı canla başla savunan bakanlara arayı düzeltme işlevi de yüklenerek…
İç politikada, eskinin düşman partileri -AK Parti ile MHP- her konuda tam bir uyum içerisindeler bugün ama hala iki ayrı parti olarak yola devam ediyorlar…
Ben de bu iki konudaki sorularıma cevap bulamıyorum işte.