Fehmi Koru*
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisini onunla birlikte giden gazetecilerden takip edeceğimi belirtmiştim ya, öyle de yaptım.
Dün, CHP liderine eşlik için Türkiye’den giden gazetecilerden birinin, yorumcusu olduğu kanalın canlı yayınına bağlanarak ziyaretle ilgili izlenimlerini anlatmasını izlerken, ne kadar şaşırdığımı tahmin edemezsiniz.
Yaşadıklarını acı acı anlatması gerekirken tatlı tatlı anlatıyordu çünkü.
Kendimin yine bir CHP genel başkanı davetiyle katıldığım 2007 yılındaki Münih gezisini hatırlamadan edemedim.
Baykal ile Münih’te
Deniz Baykal, her yıl geleneksel olarak yaptığı toplantılarına Türkiye’den iktidar partisinden bakanları çağıran Uluslararası Güvenlik Konferansı’na, o yıl CHP lideri olarak kendisinin konuşmacı olarak davet edilmesini haklı olarak önemsemişti.
Zaten Almanya’daki Türk gazetecilerin gezisini yakından takip edeceğini bildiği halde, konuşacağı oturumu izlemesini arzu etttiği Ankaralı iki gazeteciden biri olarak benim de yanında bulunmamı istemişti.
Sadece konferansa katılmadım, CHP liderinin Münih’teki bütün temaslarında hemen yanı başında bulundum.
Kendi partilileriyle yaptığı özel-resmi toplantılarda da…
Yeni Şafak gazetesinde yazıyordum o zamanlar…
[Geziye ben kendisinden birkaç saat sonra katılabilmiştim; onun da seyahat ettiği ilk uçağı kaçırdığım için… Havaalanına gitmiş, valizimi de vererek uçuş kartımı da almıştım, her zamanki ihtiyatımla iki saat önce… Otururken aklıma pasaportumdan vizemi sorgulamak geldi. Meğer üç yıllık vizemin süresi iki hafta önce bitmiş… Valizim geri geldi, şehre indim, Almanya büyükelçiliğinin konsolosluk bölümü o arada vizemi yeniledi, heyecanlı birkaç saat geçirdikten sonra havaalanına tekrar döndüm ve bir sonraki uçakla Münih’e gidebildim. CHPli görevliler beni karşılayıp otele bile uğratmadan Baykal’ın Almanya’daki partililerle buluştuğu mekana götürmüşlerdi.]
CHP lideriyle aynı otelde kalmıyorduk, ancak mesaimiz her sabah, Baykal ve CHP milletvekili Mehmet Sevigen’le onların otelinde kahvaltıda buluşmayla başlıyordu.
O gezi her bakımdan dolu dolu geçmişti benim için…
Yazılarım tanığımdır. [Birini okumak istersiniz diye buraya aldım.]
Kılıçdaroğlu’nun gazetecilere sürprizi
Gezisini izleyen gazeteciler ikinci gün Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir sürpriziyle karşılaşmışlar…
Boston’daki gezinin bilimsel ağırlıklı bölümü bitmiş, o gün uçakla Washington’a geçmişler…
Uçakta bütün gazeteciler varmış, ama o da ne, sabah kahvaltıda buluştukları ve sorularına cevap da vermiş olan genel başkan aralarında yokmuş…
Washington’a vardıklarından nice sonra, gezinin belki de en renkli bölümünde bizzat Kılıçdaroğlu tarafından kendilerine haber atlatıldığını öğrenmiş gazeteciler…
Onlar Washington’a giderken Kılıçdaroğlu Boston’dan New York’a ulaşmış ve orada, Türken Vakfı tarafından yaptırılmakta olan Manhattan’daki dev binanın önünden Türkiye’ye Twitter üzerinden mesajlar geçmemiş mi?
ABD’ye yanında götürdüğü gazeteciler de bu renkli olayı cep telefonlarına inen Twitter mesajlarından öğrenmişler…
Ne büyük sürpriz olmalı gazeteci grubu için…
Aynı yorumunda, gazeteci, Kılıçdaroğlu’nun çeşitli kurumlarda yaptığı konuşma ve görüşmelerine kendilerilerinin alınmadığını da anlattı.
Öğrencilerle görüşmüş Kılıçdaroğlu, o toplantıya Türkiye’den gelen gazeteciler alınmamış…
Gazeteciler görüşmede neler konuşulduğunu YouTube videosundan izlemişler; seyahatin safahatını Türkiye’den izleyen bizler gibi…
Bir-iki sivil toplum kurumunda kendisi için düzenlenen toplantılara da katılmış CHP lideri, galiba Türkiye’den kendisiyle birlikte ABD’ye giden gazetecilerin oralarda bulunmalarına da izin verilmemiş…
Ne kadar garip…
Yorumcu gazeteci bu durumu fazla dert etmez görünüyordu.
Olay bana daha eski başka bir gezide yaşadıklarımızı hatırlattı.
Hikmet Çetin ile Orta Asya’dayım
Sene 1992. Aylardan Şubat. İktidarda DYP-SHP koalisyonu var. Dışişleri bakanı birkaç yıl sonra CHP’ye genel başkanlık da yapacak olan Hikmet Çetin. Sovyetler Birliği tarih sahnesinden çekilmiş, ortaya çıkan yeni coğrafyada Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilk tanıyan ülke Türkiye olmuş…
Hikmet Çetin, o cumhuriyetlerin başkentlerine atadığı büyükelçileri yanına alarak altı günlük (28 Şubat – 6 Mart) bir geziye çıkmıştı.
Yanında götürdüğü az sayıdaki gazeteciler arasında ben de vardım.
Daha gezinin ilk durağında bir olay yaşandı.
Grubumuzdan Hürriyet’in diplomasi muhabiri tamamen kendi kabahati yüzünden bir haberi atlamış oldu.
Azerbaycan’daydık ve bakan ülkenin başbakanıyla görüşmekteydi. Biz gruptan üç gazeteci, diğerlerinin “Gitmeyin, bizi almıyorlar” uyarılarına rağmen başbakanlık binasına gittik, kimse bizi engellemedi, bir kapıyı açtık, a bir de ne görelim, başbakan-bakan ve heyetlerinin üyeleri toplantı halinde değiller mi?
Çıkacak olduk. Başbakan Hasan Hasanov’un “Mahzur yok, otursunlar” davetiyle görüşmeleri baştan sona izledik. Doğal olarak bu olay ertesi gün yazılarımıza da yansıdı.
Atlatma olayında bakanın hiçbir günahı olmamasına rağmen, ertesi günden başlayarak, gezi Hürriyet’te olumsuz biçimde haber olmaya başladı.
Diplomasi muhabiri kendi kabahatini bakana eziyet ederek telafi yoluna gitmişti.
İkinci günden başlayarak, bakan da, kendisiyle uçağında götürdüğü gazeteci grubu arasına mesafe koyma ihtiyacı duydu doğal olarak…
Merak bu ya, “Acaba” diyorum, “Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisinin ilk gününde de bizim Azerbaycan’da yaşadığımıza benzer bir şeyler mi yaşandı?”
[Hükümetin en izlenmeye değer üyesi Dr. Nureddin Nebati de şu sıralarda ABD’deymiş. Onun gezisini nasıl izleyebilirim, bilmiyorum.]