Fehmi Koru*
Depremler sonrasına hakim olan hava ülkemiz siyasetinin ne kadar kabadayı üsluplu olduğunun da ilanı.
Kabadayı sözcüğü yerine doğrudan kaba sözcüğünü de kullanabilirdim.
Devletin yönetiminde yer alan siyasilerin ağızlarından dökülen ‘hain, adi, alçak, şerefsiz’ gibi sıfatlar beni böyle bir düşünceye sevk ediyor.
O sıfatların hedefi muhalif siyasiler midir, öyle deniliyor, oysa o hakaretlerden en çok depremde bütün hayatları sarsılan geniş kitleler rahatsızlık duyuyor olmalı.
Sebebi açık: O hakaret sözcükleri üzerlerine yağdırılanların deprem sonrası yönetimine dair eleştirileri bizzat depremzedelerden yükseliyor…
“Devlet nerede?” diye soranlara ‘şerefsiz’ denildiğinde, “Çadır bekliyorum, hala gelmedi” çıkışını yapan da o çirkin sıfatın kendisi için kullanıldığını düşünecektir.
Nitekim algı o yönde.
Konu beni artık tarihi iyice yaklaşan seçim ve seçim sonrasıyla ilgili senaryolar bakımından daha fazla düşündürüyor.
Türkiye seçime, son 20 yılın hiçbir seçiminin öncesine benzemeyen çok özel şartlarda gidiyor. İktidar kendisine seçimi yeniden kazandıracağını düşündüğü hazırlıklarının artık işe yaramadığını görmeye başlamış gibi. Üslubun sertleşmesi tamamen bu durumla ilgili.
‘Emeklilikte Yaşa Takılanlar’ (EYT) kitlesini memnun ve kendisine oy verecek hale getirse, bir ay önce maaşlarına zam yaptığı memurlar ve emekliler ile asgari cüretlerini artırdığı işçilere tam seçim öncesinde bir miktar daha mali takviyede bulunsa bile durumun değişeceğini sanmam.
Yunan bakanı Mısırlı bakanın ziyareti izledi, ABD’nin bir bakanı da ülkemize geldi. Cumhurbaşkanı, başbakan düzeyinde konukları da oldu iktidarın. Gelemeyenlerle de telefonla görüşüldü. Hükümetin son beş yılına damga vurmuş dış politik tercihlerden vazgeçilmesi başka bir zaman olsa seçmenlerde sempati oluşturabilirdi.
Her seçim öncesinde iktidarın iftiharla kullandığı duble yollar, sağlık alanına getirilen kolaylıklar, belediyelerinin hizmetleri on ili içine alan depremler sonrasında kullanılamaz hale geldi.
Bir gün öncesine kadar depremle ilgili eleştirileri en ağır sözlerle kınayan AK Parti genel başkanı sıfatı da bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün, depremi takip eden iki-üç gün içerisindeki başarısız performansları için milletten helallik isteme ihtiyacı duydu.
Onun helallik istemesi, AK Parti ile MHP’nin deprem ile ilgili düne kadar sürdürdüğü propaganda söylemini kullanılamaz hale getirdi.
AK Parti’ye AK Partililerin bile oy vermesini zorlaştıran gelişmeler bunlar.
Kamuoyu araştırma şirketleri deprem öncesinde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki oy dengesini birbirine yakın buluyordu; her ayın sonunda yapılan araştırmaların bu aya ait olanında -tabii deneklere siyasi sorular da yöneltildiği takdirde- dengenin tepetaklak olduğunun ortaya çıkmasını hiç şaşırtıcı bulmam.
Seçim kampanyasında oy talep ederken hangi başarısını öne çıkartabilir iktidar cephesi?
Muhalefetin deneyimsizliği, iş bilmezliği gibi nitelemeler de artık pek işe yarayacağa benzemiyor. Çünkü depremde -bazı AK Partili belediye başkanları görmediklerini söyleseler bile- muhalefetin belediyeleri ile muhalif kesimlerin desteklediği sivil girişimler en ön saflarda yer aldılar.
Ve böyle bir ortamda 2,5 ay sonra sandık başına gidilecek, öyle mi?
Bu 2,5 ay içerisinde ne olacak da seçmenlerin şu andaki tavırları iktidar partileri lehine değişecek?
Seçmeni etkileyebilecek hemen her unsuru alta alta üst üste koyuyorum, bu soruya mantıklı bir cevap bulamıyorum.
Demokrasilerde böyle durumlar çok sık olur: Partiler iktidara gelirler, partiler seçimi kaybeder ve iktidarı rakiplerine terk ederler. Mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi, ülkeler ve devletlerin de tapusu partilere ait değildir.
Türkiye’de de öyle olmadı mı?
Cumhuriyet’i kuran partiydi CHP; Cumhuriyet’in ilk iki cumhurbaşkanı aynı zamanda CHP’nin de genel başkanıydılar. Tek partiden çok partili sisteme geçildi ve CHP, iktidarı, rakibi Demokrat Parti’ye bırakmak zorunda kaldı.
Askeri müdahalelerle demokrasiye ara verildiği dönemleri çıkartırsak, özgür seçimler çoğu zaman iktidar değişiklikleri de getirmiştir ülkemizde.
O sayededir ki, hakkında “Muhtar bile olamaz” manşetleri atılan Tayyip Erdoğan hem başbakan oldu hem de bugün cumhurbaşkanı.
Depremlerle karşılaşılmasaydı da büyük ihtimalle iktidar değişikliği yaşanacaktı, ancak depremler seçmenlerin karar vermelerini daha da kolaylaştırdı.
Şimdiki tablo, iktidara da onun yerini almaya hazırlanan muhalefete de görevler yüklüyor.
İktidar partilerinin iktidarda olmayabilecekleri döneme kendilerini hazırlamaları şart. Başka demokratik ülkelerle geçmişte bizim ülkemizde olduğu gibi pürüzsüz bir geçişle değişim gerçekleşmeli.
Muhalefet partileri de, ekonomik sıkıntılar ve dış politikada yaşanan sorunlara ek olarak depremin getirdiği ek yükü üstleneceklerini unutmadan kendilerini yeni döneme -iktidar olabilecekleri döneme- hazırlamalılar.
Cumhurbaşkanı adayı için, yalnızca seçilebilecek biri olma özelliği yeterli değil. Ülkenin bugün karşı karşıya bulunduğu sorunların üstesinden gelinmesini kolaylaştıracak özelliklere de sahip olmalı belirlenecek aday.
Seçmen karşısına güven telkin edecek bir görüntüyle çıkabilmeli muhalefet.
Önyargıları bir tarafa bırakarak, bütün eğilimlerin desteğine layık bir kadroya dönüştürmeli kendisini.
Milletvekili adaylarını belirlerken ulufe dağıtır gibi aday belirleme alışkanlığını bir tarafa bırakıp ülkede sistemi anayasa değişikliğiyle yenileyeceği düşüncesiyle yeni Meclis’in nitelikli üyelere sahip olmasını sağlamalı.
Kurucu Meclis özelliği kazanacak yeni dönemde TBMM…
CHP ve İYİ Parti liderleri aralarındaki üslup farklılığını ortadan kaldırma amacıyla dün bir araya geldiler.
Umarım, küçük hesapları bir tarafa bırakmışlardır.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.