Fehmi Koru: Ne yalan söyleyeyim, ben de bir süredir kendi ülkeme biraz dışarıdan baktığımı hissediyorum ve diğer pek çok yorumcudan iyice ayrıştığımı fark ediyorum

Fehmi Koru: Ne yalan söyleyeyim, ben de bir süredir kendi ülkeme biraz dışarıdan baktığımı hissediyorum ve diğer pek çok yorumcudan iyice ayrıştığımı fark ediyorum

Fehmi Koru*

Her şeyden önce, birbirlerine benzemez altı ayrı partinin 150 sayfayı ve 100 maddeyi bulan bir anayasa metni üzerinde mutabakat sağlamış olmasına duyduğum hayranlığı bildirerek tebrik borcumu ifa edeyim.

Bizde üzerinde partilerce uzlaşılan bir anayasa metni hiç olmadı.

Son 20 yıla damgasını vuran AK Parti, iktidara tutarlı bir anayasa vaadiyle geldi ve hatta ülkenin öndegelen anayasacılarını oluşturduğu komisyonlarda çalıştırarak bu yolda bazı adımlar da attı; sonunda yamalı bohça görüntülü ve toplumun ancak yarısının desteğini alabilmiş bir sistem değişikliğine herkesi razı etti.

Oysa, işte gördük, muhalefetin ana eksenini oluşturan altı partinin liderleri, birkaç ay içerisinde uzmanları tarafından hazırlanan ve birbiriyle tutarlı maddelerden oluşan, ‘yeni bir anayasa metni’ ile karşımızdalar.

Gerçekten bu bir başarı ve tebrik edilmeyi hak ediyor.

Etrafa bakıyorum ve bu tür bir heyecanı paylaşan pek az kişi olduğunu görüyorum.

Herkeste “Ne yapmamızı bekliyorlardı, karşımıza böyle bir metinle çıktılar diye oylarımızı onlara ve onların belirleyecekleri cumhurbaşkanı adayına vermemizi mi?” anlamı taşıyan bir aldırmazlık hali hakim.

Umarım yanılıyorumdur.

Türkiye, ülkemiz, AK Parti’nin geride bıraktığımız pazar günü bir stadyumda yaptığı toplantıyla birlikte seçim sath-ı mailine girmiş oldu. İster zamanında yapılsın ister tarihi erkene alınsın, seçim artık ufukta belirdi. İnsanlar oy kullanmak üzere sandık başına gidecekleri güne kadar dikkatlerini siyasete ve siyasilere daha fazla verecekler.

Karşı karşıya kaldıkları sorunların çoğu insan farkında. Sorunların ancak siyasiler -iktidarlar- tarafından çözülebileceği de biliniyor. Sandığa yansıtacakları kararın ülke için olduğu kadar kendileri için de -şahsen- hayati önem taşıdığından da haberdar insanlar…

Sandık başına gittiklerinde hangi partiye oy verecekler?

Ülkeyi 20 yılı aşkın bir süredir yöneten ve doğal olarak bugün karşı karşıya kalınan sorunların da sorumlusu olması gereken AK Parti’ye ve doğru-yanlış her icraatında onu destekleyen iktidar ortağı MHP’ye mi?

Yoksa, topluma tutarlı bir anayasa da hediye etmeye hazırlanan, iktidar partilerine neden oy verilmemesi gerektiğini her fırsatta tekrarladıkları eleştirileriyle herbiri ayrı ayrı hatırlatan altılı masada buluşmuş olanlara mı?

Hangi adayın cumhurbaşkanı olmasını oylarıyla sağlayacaklar?

İki kez yüksek oylarla seçilmesini sağladıkları hal-i hazırdaki cumhurbaşkanına mı, ‘6’lı masa’ bileşenlerinin hala ismini paylaşmadıkları adaya mı?

Ey bu yazıya göz gezdiren okur, sen hangi adayı tercih edeceksin?

Gözümden kaçmış, İngiltere’de çıkan etkili Economist dergisini yakın takibimde tutmaya çalıştığım için farkında olmalıydım, atlamışım. Biraz önce Osman Ulagay’ın T24 sitesinde yayımlanan Londra izlenimleriyle ilgili yazısında karşıma çıktı.

Dergi, ‘2023’te Dünya’ başlıklı yıllık özel sayısında, ‘süper-tahminciler’ diye adlandırdığı bazı uzmanlara, dünyada ve çeşitli ülkelerde meydana gelmesi beklenen gelişmelerle ilgili sorular yöneltmiş. Çin ekonomisinin büyüme hızıyla, dünya ekonomisinin ne kadar büyüyeceğiyle, Ukrayna savaşının ne zaman bitebileceği ve Putin’in iktidardaki ömrüyle ilgili sorular yanında, gelecek yıl İngiltere’de seçim olup olmayacağı ile Türkiye’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti’nin adayının kazanıp kazanamayacağı da sorulmuş uzmanlara. 

Bizi ilgilendiren soru ile verilen cevabı yazıdan aynen aktarıyorum:

“Soru : 2023’de Türkiye’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimini AKP’nin adayı mı kazanır?

Cevap: Evet (yüzde 71), Hayır (yüzde 29).”

Nasıl yani?

Yabancı uzmanlar, yaşadıkları uzak yerlerden bakarak ülkemizde insanların ne kadar zor ekonomik şartlarla boğuşmak zorunda kaldıklarını, ülkenin değerli kaynaklarının kalkınma amacıyla kullanılması yerine başı-sonu belirsiz maceralara tahsis edildiğini, eş-dost kayırmacılığı yapıldığını, yolsuzlukların had safhaya çıktığını her gün tekrarlayan muhalefetin sözlerine seçmenlerin itibar etmeyeceklerini mi düşünüyorlar?

Muhalefet ve muhalefeti destekleyen medya, seçimde kendilerinin -veya desteklediklerinin- iktidara geleceğine ve gösterecekleri adayın cumhurbaşkanı seçileceğine garanti gözüyle bakar ve bu beklentilerinin sandık tarafından onaylanmasını çantada keklik görürken, Economist’in ‘uzman’ bilip soru yönelttiği bir takım yabancılar, nasıl oluyor da farklı bir beklentiye saplanabiliyorlar?

Okurken “Fesüphanallah” dedim mi hatırlamıyorum ama şimdi demiş olayım.

Dünkü yazımı eski bir TV reklamından aklımda kalan görüntüyü aktararak sonlandırmıştım, onu burada da yeniden hatırlatayım:

“Kravatına kadar üzeri düzgün ancak pantolon giymeyi unutmuş bir adam, kapısının önünde, ‘Bir eksiklik var, ama ne?’ diye soruyordu. ‘Pantolonun yok be adam’ diyesim geliyordu o reklamı  her gördüğümde.”

Bugün siyasetimiz, dışarıdan bakanlara, aynen o reklamdaki şaşkın adamın hali gibi görünüyor.

Ne yalan söyleyeyim, ben de bir süredir, kendi ülkeme biraz dışarıdan baktığımı hissediyorum ve bu sebeple de diğer pek çok yorumcudan iyice ayrıştığımı fark ediyorum.

“Oh, nihayet sonunda ülkeme layık çağdaş bir anayasa metniyle tanıştık, ne güzel, bunu sağlayanlar ilk seçimde Meclis çoğunluğunu elde eder, çıkaracakları aday kim olursa olsun cumhurbaşkanı seçilir ve parlak yeni bir dönem başlar” demek dururken, hem de anayasa metnine kavuşturdukları için kendilerini tebrik de ettikten sonra, pişmiş aşa su katmaya kalkışıyorum.

Evet, galiba yaptığım tam da bu.

Siz bana da, Economist dergisinin ‘süper-tahminci’ sıfatını uygun gördüğü yabancı uzmanlara da aldırmayın ve her gün “Geldik, geliyoruz” teranesini tekrarlayanlar gibi, hayallerin kısa süre sonra gerçek olabileceğine inanın.

Rahatlarsınız.

*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.