Fehmi Koru*
Türkiye hemen her konuda çelişkiler ülkesi; özellikle de siyaset alanı çelişkilerle dolu…
Örnek çok.
Ülkede sağduyu hakim oldu ve bir döneme damgasını vuran başörtüsü yasağı çok şükür kendiliğinden sona erdi.
Çoktandır bu böyle.
Kızların, kadınların hak ve özgürlükleri başlarını örttükleri için artık kısıtlanmıyor. Özel hayatta da bu böyle, kamusal alanda da… Geçmişte kamusal alana müdahale edilmesini isteyen kişi, kurum ve örgütler de fiili durumu kabul etmiş görünüyorlar.
Vaktiyle yasağı gündeme sokmuş, uzun süre savunmuş, yasakla siyasi sonuç alma çabasında bulunmuş kurumlardan CHP’nin bugünkü genel başkanı, fiili durumu yasal hale getirmek için, ön alıcı bir girişimle, TBMM’den yasağı yasaklayacak bir yasa çıkarma niyetini dün açıkladı.
AK Parti’nin çok daha önceden yapması gereken bir girişim…
Çelişki buradan başlıyor.
Peki AK Parti bu girişime karşılık ne yaptı? CHP’den gelen sürprizi değerlendirip zaten savunageldiği bir konuda siyasi rakibinden beklenmedik böyle bir destek gelince ona hemen sahip çıktı mı?
Çıktıysa ben sahip çıkıldığına dair bir emare göremedim.
Bu da başka bir çelişki.
Konuyla ilintili sayılabilecek tek gelişme, AK Parti sözcüsünün, karşı hamle için bu akşamın beklenmesini duyurması. AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu akşam, özgürlüklerle ilgili kendi tavırlarını açıklayacakmış…
Ömer Çelik’in söylediği şu:
“Hak ve özgürlükler mücadelesinin öncü siyasi hareketi biziz. Mücadele ettik, bedel ödedik, geri adım atmadık. Çarşamba günü herkesi ekran başına bekliyoruz.”
Akşamı iple çekecekler arasında ben de olacağım. [Ne söylenebileceğine dair öngörüm var ama onu kendime saklıyorum.]
Merak ettiğim nokta şu: AK Parti’nin ‘hak ve özgürlükler mücadelesinin öncü hareketi’ olma iddiası ile, birkaç gün önce yeni yasama yılına başlayan TBMM’nin ilk gündem maddesi olarak ele aldığı, AK Parti tarafından verilmiş medya ile ilgili yasa tasarısının ancak ‘sansür’ sözcüğüyle karşılanabilecek maddeleri arasındaki çelişkiye dair ne söyleneceği…
Ülke hızla seçime doğru yol alıyor ve iktidar cephesi görüş açıklama ve yayma özgürlüğünü kendilerinin belirlediği biraz daha sıkı sınırlar içerisinde tutma niyetini yasaya dönüştürüyor.
Çelişkiye bakın siz.
Türkiye’de iktidarın rahatsızlık duymasını gerektirmeyecek kadar çok sayıda medyayı kısıtlayan cezalandırıcı yasa maddesi zaten var. Dert olan hakaret ise, önemli kişilere hakaret edildiği iddiasıyla binlerce dava açılabildi, sonunda cezalar da verilebildi.
Geleneksel medya yanında sosyal medya da yargı tarafından dava konusu yapılabiliyor.
Daha daha fazlası isteniyor.
Neden?
Seçime gidilirken ortama görüş açıklama konusunda ‘korku’ hakim olması amaçlanıyor olmasın?
Muhalefetin ve meslek örgütlerinin iddiası bu.
‘Hak ve özgürlükler mücadelesinin öncü hareketi’ olma iddiası ile geleneksel ve sosyal medyayı daha da zapt-ü rapt altına alma çabası hiç mi hiç örtüşmüyor.
İşte size bir başka çelişki daha.
Aslında o iddia AK Parti’nin iktidara gelmesinin hemen ardından gerçekleşme yoluna girmişti.
‘3 Y’ diye adlandırılan, sözcükleri ‘Y’ harfi ile başlayan, AK Parti iktidarında uzak durulacak yanlışlıklar arasında ‘yasaklar’ da bulunuyordu.
AK Parti, bütün meslek örgütlerinin de görüşlerini tek tek aldığı, sonrasında birkaç gün süren bir sempozyumda tartışmaya da açtığı bir süreç sonunda, gerçek anlamda ‘özgürlükçü bir basın yasası’ çıkartmıştı.
Ceza yasasında var olan kısıtlayıcı bazı maddeler de, günü gelince, özgürlükçü anlamlara yine AK Parti eliyle kavuşturulmuştu.
[Haklarında kısıtlayıcı yasa maddelerine aykırılık iddiasıyla dava açılmış bazı kişilere yapılanın yanlışlığını savunduğum için aynı yasa maddesinden ben de Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandım. Tam ceza verilecekken, TBMM TCK’nın 312. maddesini özgürlükçü bir yaklaşımla törpüledi de hapse düşmekten kurtuldum.]
O dönemde yazıları ve açıkladıkları görüşleri yasalara aykırı olduğu iddiasıyla haklarında dava açılan kişiler gözaltına alınmıyor, hapse de atılmıyorlardı.
AK Parti iktidarının 20. yılını sürdürdüğü ve medyayı daha da kısıtlama çabasına girişildiği şu sıralarda, mevcut yasal çerçeve kullanılarak, o ilk dönemde düşünülmeyecek her şey yapılabiliyor zaten.
Alın size bir çelişki daha.
Muhalefet ilk iki maddesi dün aceleyle Meclis’ten geçirilen tasarıyı ‘sansür yasası’ ilan etti. Meslek örgütleri günlerden beri yapılmak istenenin yanlışlığını her fırsatta duyuruyor. Mensuplarıyla ilgili yasa çıkartılmak istenen gazetecilik örgütlerinin görüşlerinin alınmadığı, ikna çabasına girilme ihtiyacı duyulmadığı anlaşılıyor.
Hiç değilse AK Parti’nin itibar ettiği yazarlar ve yorumcular, -hani iktidarın ilelebet devam edeceğine inansalar bile, küçük bir ihtimalle de olsa bir iktidar değişikliği durumunda şimdi çıkartılmaya çalışılan yasanın o zaman kendileri aleyhine kullanılabileceği endişesiyle- girişime itiraz etseler ya.
Onlardan da ses çıkaran, itiraz eden yok.
[TBMM’de görüşülen yasa tasarısında basın kartları konusunda da keyfi düzenlemeler var. Bu yasa yokken de basın kartı konusu bir cezalandırma unsuru gibi kullanılmaktaydı. Sürekli basın kartı sahibi kıdemli gazetecilerin bile kartları iptal ediliverdi bu dönemde. Kartı iptal edilenler arasında kimler kimler var, bir bilseniz.]
Neyse, yazıyı fazla uzatmayayım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu akşam yapacağı açıklamayı merakla bekleyeceğim.
Bakalım, çelişkiler daha da artacak mı, yoksa onların farkına varıldığını mı anlayacağız.