Halkbank‘ın uluslararası bankacılıktan sorumlu genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ABD’de tutuklandı, biliyorsunuz.
Büyük olay. Banka, haklı olarak, bu olay etrafında yapılan yayınlarda itibarına yönelik olumsuzluklara yoğunlaşıyor. Olayın amacı da itibarı zedelemek herhalde.
Ertuğrul Özkök bugün ilginç bir yazı yazdı; yazısının sonunda ”Fehmi Abi görüyorsun, yokluğunu aratmamaya çalışıyorum” diye bana da atıfta bulunuyor. Ölmedik be Ertuğrul, benim de söyleyecek birkaç şeyim olacak.
Dediği şu:
”Savcının elinde Reza Zarrab ile genel müdür yardımcısı arasında yapılan telefon konuşmalarının tapeleri varmış. / Buraya kadar normal ama şu cümle çok dikkat çekici. / ‘Bu tapeler, 17-25 Aralık öncesi yapılan konuşmalara ait.”
”Acaba FBI mı dinledi de kaydetti” diye başladığı sorgulamasını, ”Acaba bunları delicesine dinleme yapan FETÖ’nün savcıları Gülen’in ABD’de kalması karşılığında Amerikalılara servis etmiş olamaz mı?” sorusuyla bitirmiş… Bu tür soruları sormayı ‘komplo teorisi’ sayması ve beni bundan dolayı hatırlaması hazin. Oysa insan zihnini açan ve gerçeklere ulaşmayı çabuklaştıran sorgulama faaliyetine ‘komploculuk’ denilebilir mi?
Sorusu çok makul; özellikle de 17-25 Aralık (2013) sürecini bu tarihlerin önünden başlatıp daha sonrasına uzattığımızda gündeme taşınan kasetlerin çeşitliliği yönünden… Hatta 30 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel seçimler öncesinde ortalığın kasetlerle sarsılacağı beklentisi de vardı. Beklenen olmadı. Kaset yayını birdenbire durdu.
O günlerde yazdığım yazılarda ”Acaba o dinlemeleri ülkede birileri değil de, onlarla işbirliği halindeki daha uzun kulaklar yapmış ve nelerin yayınlanacağına da onlar karar vermiş olamaz mı?” kuşkumu belli etmiştim. Birileri kendi dinlemelerini pazarlıkla Amerikan istihbaratına sunmuş olabileceği gibi.. Hassas kişilere yönelik birebir ve ortam dinlemelerini esas Amerikalılar yapmış.. ve 17-25 Aralık sürecinde ‘o birileri’ eliyle yayılmasını sağlamış da olabilir… Amerikalıların Türkiye’yi yaygın biçimde dinlediğini Alman basını fâş etmemiş miydi?
Halkbank‘ın ‘2 numaralı’ yöneticisinin ABD’de tutuklanmasını AK Partili yetkililer ”Zamanlaması manidar” cümlesiyle karşıladılar. Gerçekten bir gün sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson‘un Ankara’ya gelmesi beklenirken oldu tutuklama. Hükümet, Tillerson gelecek diye, Milli Güvenlik Kurulu’ndan ”Fırat Kalkanı bitmiştir” kararını çıkartma hazırlığı içerisindeyken…
Biliyoruz: ABD’nin yeni başkanı Donald Trump‘ın öncelikleri içerisinde Türkiye bulunmuyor. Telefonla tebrik kabul etmekte acele etmemişti; şimdi de herkesle yüz yüze görüşüyor, Türkiye’ye randevu vermiyor Trump. Mayıs ayında NATO Zirvesi var, ikili görüşme belki orada yapılacak.
Kendisi doğrudan görüşmüyor, ama.. Trump‘la ilk görüşen lider İngiltere Başbakanı Theresa May‘di ve May 28 Ocak 2016 günü, Washington’dan derhal ülkesine dönmek yerine, Ankara’ya uğrayıp Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘la görüşmüştü. Ardından, CIA Başkanı Mike Pompeo, ülkesi dışına ilk resmi ziyaretini 9 Şubat 2016 tarihinde Ankara’ya yaptı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan‘la da görüştü. Şimdi de Tillerson…
Tillerson‘un Ankara’ya hareket ettiği gün, New York Güney Bölgesi’nin yedek savcısı, elinde 40 sayfalık hazır iddianame ile, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Atilla‘yı New York’ta tutukladı.
Doğrusunu söylemem gerekirse, olayı, ”Ne büyük ihtiyatsızlık” tepkisiyle karşılamıştım ilk. Oysa, bankanın yaptığı kapsamlı açıklamadan ne öğreniyoruz, Mehmet Hakan Atilla 2014-2017 yılları arasında tam 7 defa ABD’ye görevli olarak gitmiş; başına hiç bir şey gelmemiş… Gözaltına alınması da New York’a ayak bastığı gün değil.. orada üç gün boyunca görüşmeler yaptıktan sonra.. ülkeye dönmek üzere uçağa bineceği sırada gerçekleşmiş… İşe bakın siz!
Amerikalıların Türkiye’den ne istediğini çok merak ediyorum.
Theresa May ne mesajı getirdi Trump‘tan? CIA Başkanı Pompeo geldiğinde neler anlattı, ne mesajlar verdi? Tillerson‘un ziyaretinin esas amacı neydi?
Eskiden, Amerikalılar, bu tür —May, Pompeo ve Tillerman ziyaretleri gibi– önemli olaylar öncesi ve sonrasında medyadan bazı isimlere küçük çaplı bir bilgilendirme yapar, onlar da üslubunca yazardı. O bilgi ve dikkatle yazıları izliyorum, ülkemizde ABD’yi temsil edenler sus-pus…
Karşı karşıya gelecekleri gazetecilerin ‘‘Türkiye’deki siyasileri.. onlarla ve birbirleriyle görüşen Rıza Sarraf ve bankacıları siz mi dinlediniz? Adil Öksüz ile bir ilişkiniz var mıydı? Bütün derdiniz Fırat Kalkanı mıydı, yoksa Türkiye’den başka talepleriniz de mi var?” türü sorularına muhatap olmak istemedikleri için de olabilir Amerikalıların bu suskunlukları…
Görüyorsun Ertuğrul, elim hala kalem tutuyor.