Fehmi Koru: Ortam daha da kirletilebilir diye endişe duyuyorum

Fehmi Koru: Ortam daha da kirletilebilir diye endişe duyuyorum

Fehmi Koru*

Keşke öyle bir hafta-10 gün beklenmeden yeni sistemin gerekleri hemen yerine getirilebilse ve kurullar oluşturulup atanacak isimlerle yeni tarzdaki hükümet çalışmalarına derhal başlansa…

Süre uzadıkça yeni sistemde de yer edinmek isteyenlerin sivri çıkışları ve seçim sonuçlarını destekledikleri parti açısından ‘zafer’ olarak gören birilerinin sözlü ve yazılı aşırılıkları ortamı kirletiyor.

Ortam daha da kirletilebilir diye endişe duyuyorum.

İkinci Meşrutiyet ve Akif’in şiiri

Bizde âdet böyledir.

Günlerdir etrafa kulak veriyor, söylenen ve yazılanlara göz gezdiriyorum; işitip okuduklarım bana İkinci Meşrutiyet‘in ilan edildiği günlerde yaşananları hatırlatıyor.

Elbette o tarihi (1908) içinde yaşadığım için biliyor değilim, ancak buna zaten ihtiyaç yok. Önceki dönemi kaygıyla izlerken sesini çıkarmaktan uzak durmamış ve Meşrutiyet’le başlayan yeni döneme bütün varlığıyla destek vermiş Mehmet Akif‘in Safahat‘ında yaşananları gözümde canlandırmaya yarayan müthiş anlatımı var.

Akif, ‘Süleymaniye Kürsüsü’nden’ başlıklı şiirinde, bir dinadamının ağzından o günleri şöyle anlatır:

“Bir de İstanbul’a geldim ki: bütün çarşı, pazar Naradan çalkanıyor, öyle ya… Hürriyet var!

Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… doğru: Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.

Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;  Kafalar tütsülü hulya ile, gözler kızgın;

Sanki zincirdekiler hep boşanır zincirden, Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!

Zurnalar şehr ahalisini takmış peşine;  Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine!

Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli, En ağır başlısının bir zili eksik, belli!

Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!

Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak -Yaşasın -Kim yaşasın?  -Ömrü olan. Şak! Şak! Şak!

Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!  Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.”

Şiir burada bitmiyor, hayır, bu aktardıklarımdan çok daha sert tasvirleri yansıtan mısralar birbiri ardına ekleniyor.

Meramım kimseyi yaralamak olmadığı için sonrasını sizlerin kendi çabanıza bırakıyorum.

Elbette, şiiri okurken “Teşbihte hata olmaz” sözünü de aklınızda tutun; aralarında ilişki kurulan iki olay bütünüyle birbirine benzeyecek değil doğal olarak…

Düşünün: Kocamış ve hantallaşmış imparatorlukta yeni bir sistemin önü açılmış, ancak bunun getirdiği olumlu olması gereken havayı bulandırmak için ne yapılmaması gerekirse İkinci Meşrutiyet ilânı sonrasında o yapılıyor…

Ayrıntıya girmeye gerek yok, sonrasında neler olduğunu, imparatorluğun sonunun nasıl getirildiğini Emin Oktay imzalı orta mektep tarih kitaplarından da biliyoruz zaten.

Bugünü iyi değerlendirmek gerek

Bugüne gelelim: Seçimin galiplerinin sandıkta başarısızlığı bir kez daha tescillenmiş rakip partiyi ‘devlet ve millet düşmanı’ ilan etmek anlamına gelen yakıştırmalar yapmalarının zamanı mı şimdi?

Ya da, yeni dönemde kendilerinden daha fazla hizmet alınabilecek iktidara yakın kadroları hallaç pamuğu gibi atacak ve iktidarın kendisini töhmet altında bırakacak bir savurganlığın yeri mi? Safları genişleterek sıklaştırmak gerekirken hem de…

İktidarın destekçisi siyasi partinin ‘af’ teklifini gündemde tuttuğu bir sırada, bunu fırsat bilip ‘toplumsal uzlaşma’ arayışını devreye sokmak varken ortamı daha da kızıştıracak girişimler akıl kârı mı?

Bu sorulara Akif‘in ‘dilli düdük’ dediği kişilerin günümüzdeki uzantıları “Zamanıdır, yeridir ve elbette akıl kârıdır” cevabını vermemizi bekliyorlar.

Oysa şimdi referandumda kapısı aralanmış, Pazar günü yapılan seçimde aynı kapının sonuna kadar açılmasıyla başarıya ulaşması için çaba gösterilmesi gereken yeni sistemi en sağlam biçimde çalıştırmanın zamanı.

Yapılması gereken de, ülke içi ve dışı bütün değerlerden yararlanmak…

Hem de bu yola girilmesini sağlayan ve kapıyı da ardına kadar açmayı destekleyen kitleleri yaptıklarından dolayı mutlu edecek, bu arada yapılmak isteneni doğru bulmayan, karşı çıkan, oyunu vermeyen bir o kadar kalabalık kitleyi de yanlış düşündüğüne sevk edecek tarzda ve dikkatleri dağıtmadan bunu yapmak…

Sevindirik olmanın ve lüzumsuz işlerle günün değerini düşürmenin ne gereği var?

Tarih bizde neden hep tekerrür ediyor? Bu sorunun cevabını da Akif‘ten alalım:

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!  

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?  

Tarih’i ‘tekerrür’  diye tarif ediyorlar; 

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

* Bu makale FehmiKoru.com'dan alınmıştır