Çok olmuyor, iyi okurum olduğunu bildiğim bir dostumla karşılaştığımda, mahcubiyetini belli eden bir tavırla, eskisi kadar yazılarımı takip edemediği için özür dilemişti.
Dediği özetle şuydu:
“Kendi işlerime o kadar daldım ki, gözüm başka hiçbir şeyi görmüyor. Batmamak, ayakta kalmak, çalışanlarımı sokağa bırakmamak için ölümüne mücadele vermem gerekiyor. Okuyacak halim yok; okuma fırsatı bulsam okuduğumu anlayabileceğimi de sanmıyorum.”
Aynı okur şunları da söylemişti:
“Siz gerçekleri yazmaya, doğru bildiklerinizi paylaşmaya devam edin. Sizi ve sizin gibileri okuduklarını, o sayede temel konularda yanlışlıklarından döndüklerini biliyorum. Yazmanız önemli.”
Dostuma teşekkür ettim ve ayrıldık.
Okuduğunu sandığı kişilerin artık bizleri okumadığını, partilerini kurma aşamasından başlayarak uzun yıllar görüşlerimi merak edip gerekli gördüklerinde danışan siyasilerin epeydir bu ilgilerini kaybettiklerini, başkalarının da okuyup etkilenmemesi için tedbirler aldıklarını dostuma söyleyemedim…
Bizlerin durumu biraz yankı yapan bir mekan buldu mu sesini deneyen kişilere benziyor. Boşluğa bağırır gibiyiz.
Kendimi ‘muhalif yazar’ kategorisine koymuyorum; geçmişte de kendimi ‘yandaş yazar’ görmediğim gibi… Her dönemde, ülke siyasetinde etkili olmak için yola çıkan her görüşten insana, partisine ve temsil ettiği görüşlere bakmaksızın, hep değer vermişimdir.
Partisinin iktidarda veya muhalefette olmasına da aldırmaksızın…
Anavatan’da, DYP’de, Refah ve Saadet’te, AK Parti’de yakınlık hissettiğim siyasiler olduğu gibi, SHP ve CHP’de, MHP’de de dost bildiğim, sürekli görüştüğüm siyasiler hep oldu. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu ve Temel Karamollaoğlu ne zaman davet etse bir elim kanda bile olsa davetlerine koşmuşumdur.
Siyasilerle ilişkiler hep sorunludur, ben de bunu bilerek bugünlere geldim. Yukarıda ismini saydığım lider düzeyindeki siyasilerle, onlardan kaynaklanan sebeplerle, aramızın açık olduğu dönemler yaşanmıştır. Neredeyse hepsiyle. İncitici bir üslubum olmadığı için eleştirilerimi hep saygımı koruyarak taraflara yönelttiğim halde.
Siyasete girmeyi yalnızca cesaret işi değil büyük bir fedakarlık olarak da görür ve siyasilere bu sebeple de saygı duyarım.
Üslubu siyasilerin kendileri bozar. Yan yana geldiklerinde birbirlerinin yüzüne bakamayacakları sözler sarf eder, bu tutum ve tavırlarının dönüp kendilerini de yaraladığını hiç fark etmezler. Oysa her kırıcı sözcük, eleştiri sınırlarını aşan her saldırı, bunu yapanın saygınlığından da bir şeyler koparır.Her yapıp söylediklerinin kendilerine yakın saydıkları kalemlerden destek görmesini de bekler siyasiler…
Eleştirileri muhalif görüş sayarlar.
Muhalif görüşlere ise tahammül sınırları pek dardır. Bazen ortada sınır da kalmaz, doğrular ile yanlışların rahatlıkla yer değiştirdiği bir dünyaya kendilerini hapseden siyaset kadrosu, aynı tavrı kalem erbabına karşı da takınır.
Zaten her dediğine, her yaptığına “Lebbeyk” diyecek alesta bekleyen birileri her zaman vardır. Yoksa bir yerlerde bulup onları görünür kılma yolunu tutarlar.
ANAP’ın iktidardan düşmesine yakın günlerden başlayarak bugüne kadar gelen süreçte birbirine çok benzer durumlar yaşanmıştır, yaşamışımdır.
Tarihte olduğu gibi siyasette de her şey tekerrür eder bizde.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Turgut Özal partisini bıraktı ve ANAP’ın sonu öyle geldi diyenler vardır. Hayır, Özal cumhurbaşkanlığı sırasında da partisinin içinden elini çekmedi ve sonradan partinin beğenmediği bir hale düştüğü ve Çankaya’dan inip yeni bir parti kurma niyetine sahip olduğu gerçeği kendi müdahalelerinin sonucudur.
O günlerde eskiden yanı başında olan yakını bir siyasetçi, bayram tebriği olarak, sonradan çok ünlenen Eba Müslim Horasani’nin Emevi devletinin yıkılış sebebine dair bir tespitini göndermiş ve ben de onu bir yazımda kullanmıştım.
Horasani’nin tespitini biliyorsunuzdur, ama yine de tekrarlayayım:
“Kendilerinden zarar gelmeyeceğini bildikleri için dostlarını uzakta tuttular; kendilerine düşmanlık gösterenleri ise yanlarına çekmeye çabaladılar. Dostları alındı, uzaklaştı, hatta düşman oldu; düşmanlık gösterenler ise ne yaptılarsa dost haline gelmediler. Hepsi karşılarında birleşti.”
Ne zaman olmuş bu olay? Milattan sonra (MS) 750 yılında.
Şimdi MS 2020 yılındayız, aradan geçen yüzlerce yıl boyunca aynı olay tekrarlana geldi.
Maalesef siyasetin, iktidara dönüşünce, içinde yer alanların görüş menzilini kısaltan bir kötü özelliği de vardır. Kendi yakın çevreleri dışında kalanların, geniş kitlelerin görebildiklerini göremez hale gelebilir siyasetçiler. Ya da görseler bile, çeşitli sebeplerle, yanlışlıkları açıkça ifade edemezler.
Partiler neden demokrasilerde ilelebet iktidarda kalamıyor dersiniz?
İşte bundan…
Dostumun sözleri bana bunları düşündürdü. Maalesef, büyük ihtimalle, bu yazımı kendisinden etkilenerek yazdığımı dostum bilemeyecek.
“Okuyacak halim yok” demişti ya…