*Fehmi Koru
Mesleğimin etkisiyle midir bilmem, en takdir ettiğim insanlar siyasi hayat içerisinde yer alanlardır. Herkes onlarda eksiler ararken ben hep artılarını vurgulamışımdır. Siyaseti fedakarlık mesleği olarak görmüş, milletvekili maaşlarına zam yapıldığında ülke ayağa kalkarken, benim tavrım her seferinde “Az bile” olmuştur.
Siyaset başka bazı ülkelerden farklı olarak bizde ‘yarı-zamanlı’ yapılan bir iş değildir; siyasetçinin gecesi-gündüzü yoktur. Meclis haftada üç gün toplanır, ama milletvekillerinden diğer günler de seçmenleri ve parti teşkilatlarıyla hemhal olmaları beklenir. Teşkilatta yer alanlar ise partilerinin seçimlerde başarılı veya başarısız olmalarının kendi çalışmalarına bağlı olduğu hissine kapılır, zor duruma düşmemek için canlarını dişlerine takarak çalışırlar.
Hepsinin gözü bir yukarı basamağa dikilmiştir. İlçe başkanı il yönetimine gelmeyi, il başkanı belediye başkanı olmayı, belediye başkanı kapağı Meclis’e atmayı, milletvekili ise bakan, başbakan olmayı hedefler.
‘Cumhurbaşkanı hükümet sistemi’ ile birlikte bu denklemin son iki basamağı ortadan kalktı; artık başbakan yok ve bakanlar da genellikle dışarıdan atanıyor. Bu durum henüz etkisini belli etmedi, ama azalan konumlar bir tıkanıklığa mutlaka yol açacaktır.
Partilerden biri veya ittifaklar dönemine girdiğimizden beri de birden fazlası (şimdi AK Parti-MHP) ‘iktidar’ veya ‘iktidar ortağı’ haline geliyor. İktidar olmak da, yakınında durmak da önemli. Dışarıdan farklı görünse bile içeride bulunanlar açısından, bu, ekstra sorumluluk anlamına geliyor.
Yanlış giden, iyi, güzel ve yararlı olmayan gelişmelerden kim/ler sorumlu tutuluyor dersiniz? Hesaba çekilenler her basamakta yer alan iktidar veya iktidara yakın bilinen siyasiler oluyor.
Nankör bir uğraş alanıdır da siyaset; yola birlikte çıkanlardan bazıları kendilerini dışarıda bulabiliyor ve genellikle neden olduğu da bilinmeden gelen bu süprizi sineye çekmeleri gerekiyor.
Hiç de kolay bir iş değildir siyasette kendilerinin ‘istenmez adam/kadın’ haline düştüğünü görenlerin durumu. Hazmı zordur. Suçu kimse kendinde aramaz, dışarıda kalmak kabul edilmez. Şişen egolar o anda siyasileri daha önce başkalarında ayıpladıkları davranışlara bile sürükleyebilir.
Tıpkı uzun yola birlikte çıktıkları arkadaşlarını çok basit sebeplerle dışlamakta sakınca görmeyen, onları en yakınları gözünde bile değersiz hale getiren sorumlu mevkilerde yer alanların yaptıkları yanlışlığı fark etmemesi gibi…
İnsan çabuk kırılır oysa ve o kırılgan anında telkinlere de açık hale gelir.
Bu noktada daha önce de belli ettiğim farklı görüşümü yeniden paylaşsam iyi olacak: Yol arkadaşlığı siyasette de bitebilir hiç kuşkusuz. Ayağa takoz hale gelenlerle en tepe sorumluluğu elde tutanlar ilelebet birlikte olacak değildir; siyasete ilgi duyan bir partiyle ilişki kurup içerisinde yer alan, o sayede belli konumlara erişenler de, başlangıçta kendilerine cazip gelen partinin o cazibeyi kaybetmesi, ilkelerinden vazgeçmesi veya sürekli yanlışlar yapılması durumunda olanı sineye çekmek ve her şeye rağmen içeride kalmak zorunda değillerdir.
Zamanı gelince yollar ayrılabilir. Ayrılması her durumda kötü olmaz, bazen hayırlara da vesile olabilir.
Demokrat Parti öyle kuruldu, Adnan Menderes o sayede başbakan olabildi. Tıpkı AK Parti‘nin kurulmasının ve Tayyip Erdoğan‘ın önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olmasının da aynı yolla gerçekleşmesi gibi…
Konu, ilgimi, bir partiyle özdeşleşmiş bazı siyasilerin, yerel seçimlerde bekledikleri yerlerde adaylıklarının esirgenmesi üzerine, kendilerini aday gösterecek başka partilere yanaşmaları ile çekmekte.
İYİ Parti’den ayrılıp AK Parti’ye geçen, vaktiyle AK Parti’de bulunduğu halde CHP’den adaylık peşinde koşan, CHP’nin dönemlerce belediye başkanlığını yaptığı halde seçmenin karşısına bir başka partinin adayı olarak çıkmaya hazırlanan isimler var.
Bazılarını ya şahsen tanıyorum bu isimlerin, ya da önceki konumlarında yaptıkları olumlu hizmetlerine vakıfım. Onları böyle bir yola başvurmaya iten sebebi anlamakta zorlanmıyorum: Takdir edilmeme ve ortalıkta bırakılma duygusu siyasetçilerin en zor kabul edebilecekleri bir davranış biçimidir.
‘Metal yorgunu’ gerekçesini yakışıklı bulmadıklarını da biliyorum.
Kimileri kızıyor bu insanlara; ‘hain’ sıfatını yapıştırmada hiç tereddüt etmeyenler de var. Daha önce yüz vermedikleri partiden şimdi adaylık düşünmeleri, hatta aday olmaları kendilerini bir ‘matah’ olarak görmeleriyle ilgili sanılıyor. Şişkin egoları da var ya, onları böyle bir yola sürükleyenin egoist olmalarıyla ilgisi kuruluyor.
Çok şüpheliyim.
Nezaketten uzak davranış, hizmetlerinin takdir edilmediği duygusu, etraflarına durumu açıklayamama güdüsü onları böyle bir yola tevessüle sevk ediyor.
İstanbul’u, Ankara’yı, Balıkesir’i… Bodrum’u, Marmaris’i, Bandırma’yı, Edremit’i, İstanbul’da Avcılar’ı, Silivri’yi belediye başkanı olarak yönetmiş insanların yerlerine kendinizi koyun; partinizin sizden bu kadar kolay vazgeçmesi durumunda ne düşünürdünüz? Sadece siz değil, ailenizin fertleri, yakın çevrenizde yer alanlar, dostlarınız, hatta seçmenleriniz ne düşünürdü?
Eskiden siyasetten tasfiye işini partilerin en tepe yöneticileri yapmaz, bütün adaylar ön-seçim yöntemi ile partililer tarafından seçilmiş delegelerin beğenisine sunulur, elenen kaderine razı olurdu.
Siyasi hayatı tercih etmiş insanlara hayranlığım hala devam ediyor, ancak siyasetin bu hoyrat tavrı da olabildiğince rahatsız edici.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.