Fehmi Koru*
"Tadında bırakmak" diye bir deyimimiz var.
Herhangi bir konuda aşırıya kaçmamayı, yerinde çıkışları kabul edilir sınırlar içerisinde tutmayı, aksi halde başta belirlenen amacın yerine gelmeyebileceğini de ifade etmede kullanılan bir deyim bu.
Sedat Peker’in çıkışları ile itham edilenlerin tavırlarını herkesle birlikte izlemeye çalışırken, bugün gelinen noktada, tadın kaçmaya başladığı aşamasına yaklaştığımızı düşünmeden edemiyorum.
Çıkış hangi saikle yapılmış olursa olsun ilgiyle karşılaştı, yayınlanan videoların izlenme rakamları buna işaret ediyor. Bundan sonra gelecek videolar da muhtemelen aynı ilgiyi görecektir.
İlgi doğal, çünkü videolarda anlatılanlar yerli dizilerde işlenen temalara çok benziyor. Videoyu hazırlayanın tavrında tarihi konuları işleyen dizilerdeki ana figürü andıran özellikler bulunduğu gibi, işlenen senaryoda cinai dizilerden daha kanlı bölümler ile siyasi entrikalar da bolca mevcut.
Eskiden filmlere dikkat çekmek için "24 kısım tekmili birden" ifadesi kullanılırdı, yayınlanan vidoların sayısı arttıkça o ifade daha fazla akla gelebilecek.
Videoları izleyen milyonların ilgisinin temelinde bu merak unsuru var.
Dizi izleyicilerinin kolayca siyaset izleyicisi haline dönüştüğü bir süreç yaşanıyor.
"Tadında bırakmak" deyimi ilk burada devreye giriyor işte.
Videoların hedef aldığı kişiler sıralamasında kendiliğinden en öne çıkan siyasi kişilik de dizilerden bir karakter gibi.
Kendisine, belli ki, "Kendini savun, temizlen" denilmiş, o da bu sebeple cansiperane bir gayretle aynı görsel mecrayı kullanıyor. Televizyona çıkıyor. Her yeni video itibarından bir dilimi koparttığı gibi, çıktığı her televizyon programı da kendisine yönelik ithamların zihinlerde biraz daha yer etmesine yol açıyor.
Yeni bir-iki video ile yeni bir televizyon programı daha…
İyi de, daha nereye kadar?
Siyasi kişiliğin videolara karşı savunma hattını şahsen kurması videolarda dile getirilen daha vahim itham ve iddiaların hak ettikleri açıklıkta tartışılmasını engelliyor.
Acaba öne atılmasının -veya itilmesinin- sebebi bu mu?
Kendisini kendisinden daha ileri savunmak için ortaya atılan iktidarın küçük ortağı sözcülerinin niyetlerinin bu olduğuna eminim.
Tad kaçarsa, videolarda anlatılanlarla üzerleri yeniden açılma ihtimali bulunan yakın siyasi tarihimize ait bir dizi yanlışlıkla hesaplaşmak yine mümkün olmayabilir.
Sorun daha çok ‘hakem’ konumunda birileri bulunmamasından kaynaklanıyor.
Demokrasilerde yanlışlıkların üzerine gitme görevinin sahipleri vardır. Bunlardan en etkilisi yargıdır. Konu siyaset alanındaysa parlamento devreye girer, iddia ve ithamların gerçeklik payını araştırmak ve soruşturmak üzere komisyonlar kurar. Süreç devam ederken,’Dördüncü kuvvet’ diye bilinen medya da kendi üzerine düşen aydınlatma görevini yerine getirir.
Savcılar suskun. TBMM hareketsiz. Medya ise afyonlu.
Ortada iddia ve ithamlar uçuşuyor, ancak duruma müdahale etmesi gereken ‘hakem kurumlar’ nerede?
Yok. Ya da yok hükmünde.
İş uzadıkça uzuyor.
Yalnızca kişiler değil, siyaset, sistem ve en önemlisi ülke yönetimi gelişmelerden yara alıyor.
Bu da fark edilmiyor.
Çok kısa zamanda Türkiye bir ‘Narko Ülke’ damgası yiyebilir.
İçinde çetelerin cirit attığı, devlet adına hareket ettiklerine inanılan birilerinin hesaba çekilmeyecekleri güvencesiyle arkalarında failleri meçhul kalacak bir dizi cinayet bırakarak hedef seçtikleri kişileri ortadan kaldırabildikleri, tertemiz kalması beklenecek kişilerin akıl almaz yanlış işler içerisine girebildikleri bir ülke manzarası ülkenin üzerine yapışacak.
Murathan Mungan’a ait olduğu bilinen "Türkiye’de her şey olunabilir, ama rezil olunmaz" sözü bu defa bir başka soruyu akla getiriyor:
Türkiye’de bir şey olanların yerlerini kaybetmeleri için mutlaka rezillenmeleri mi gerekiyor?
Hesabı sorulmayan yanlışlıklar yanlışı yapanın peşini bırakmaz.
İşte görüyoruz, bırakmıyor.
Yanlışa tahammülü bulunmayan konumların sahipleri, yanlış yaptıkları ithamına maruz kaldıklarında, yanlış yapmadıklarına inanıyorlarsa, oturdukları koltuğa sıkı sıkıya sarılmak yerine, kendiliklerinden hakeme başvurma yolunu tutmak zorundadırlar.
Onların buna yanaşmadığı durumda ‘hakem’ konumunda olanlar bir an sektirmeden devreye girerler.
Ya beklenen olmaz, yanlış yapan veya yanlış yaptığı ithamına maruz kalan yerinden ayrılmaz, ona çekilme kolaylığını ‘görevinden af ederek’ gösterebilecek makam buna yanaşmaz, iddia ve ithamlar devam ettiği halde ‘hakem’ konumunda olanlardan da tartışmalara açıklık getirecek girişimler gelmezse ne olur?
Cevabım şu: Süreç halkaları içerisinde yer alan her şahıs ve her makam, daha çok da bu olayın yaşandığı ülke yaşananlardan olumsuz etkilenir.
Kişiler, makamlar, kurumlar ve ülke…
Görüntüye ve savunmalara bakarak söyleyebileceğim şudur: Hiçbir yabancı kişi veya ülke, dış güç, istihbarat örgütü, içeriden kaynaklanan yanlış davranışlar kadar etkili olamaz.
Gereksiz uzayan her süreç, boşa harcanan her gün, buna sebep olanlara kaybettirir.
İşi tadında bırakmak gerek.
* Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.