Fehmi Koru*
Bir siyasi suikast sonrası nasıl bir tablo ortaya çıkar?
Osmanlı’dan başlayarak geçen haftaya kadar çok sayıda siyasi suikastın yaşandığı bir ülkede böyle bir soruyu gündeme taşımanın tuhaf olduğunun ben de farkındayım; ama yine de bu soruyu sormakta ve cevap aramakta ısrarlıyım.
Neden böyle bir soru sorduğumun sebebi yukarıdaki paragrafta gizli zaten.
Siyasi suikast veya politik motivasyonlu cinayet her ülkede olur, ancak pek az ülke bizde olduğu kadar çok sayıda siyasi suikasta sahne olmuştur. Suikastlardan sonra yaşananlar bizde bu tür olayların tekerrür etmesini sağlıyor.
Her olay sonrasında bağırıp çağırıyoruz, olayda hayatını kaybeden kişi/ler için yanıp tutuşuyoruz, ancak her birinin ardından sormamız gereken soruları heybemizde bekletiyoruz.
Onlar yerine, hiçbir anlam taşımayan sorularla kamuoyunu meşgul ediyoruz.
Ülkü Ocakları’nda bir dönem başkanlık yapmış, uzun yıllar bir siyasi partinin önemli bir koltuğunu işgal etmekte olan bir siyasinin danışmanlığında bulunmuş Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Sinan Ateş’in hayatını kaybettiği suikast sonrasında en fazla sorulan soru hangisi?
“MHP lideri Devlet Bahçeli neden susuyor?” sorusu değil mi?
Buna ek olarak, iktidarın büyük ortağı AK Parti’nin liderinden, hükümetin bu tür konuların üzerine gitmesi beklenen içişleri ve adalet bakanlarından açıklama bekleyenler de çıkıyor.
Konuşsalar ne olacak?
Herhalde olayı kınamaları için konuşsunlar isteniyor.
İyi de, olayı kınasalar kime ne yararı dokunacak?
Konuşsunlar istenen siyasi kimlikli şahsiyetlerin bu yolla eleştirilere daha açık hale gelebilecekleri ve kitlelerinin gözünde değer kaybedecekleri mi düşünülüyor?
Ne kadar saçma bir düşünce.
Aslında, başta AK Parti lideri de olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli olmak üzere, siyasi kimliğe sahip veya iktidar sorumluluğu taşıyanların en istemeyebilecekleri şey, herhangi bir sebeple suçlanabilecekleri bir suikastın kendi dönemleri ve sorumluluk alanlarında işlenmiş olmasıdır.
Cinayetle aralarına mümkün olduğu kadar uzun mesafe koymak istemeleri doğal. Böyle olması benzer olayların tekerrürünün önünü kesebileceği için yararlı da. Susarak böyle yapmış oluyorlar.
Konuşmaları, ne kadar mesafeli konuşurlarsa konuşsunlar, beklenen türden bir sonuca yaramayacaktır.
Geçmişte de öyle olmadı mı?
Hayatını suikastlarda kaybetmiş pek çok değerin ardından ülke siyaseti üzerine çöken kuşku bulutu, o olayların işlendiği dönemin iktidarlarının hanesine yazılmıştır.
İktidarlar siyasi cinayetlerden, suikastlardan hoşlanmazlar oysa.
Doğru sorularla o havayı dağıtmak gerekir; aksi halde, cinayet yoluyla siyasi sonuç alma çabaları sürecek ve ülkenin demokratik zemini aşınacaktır.
Nitekim geçmişte öyle de olmuştur.
Türkiye’de demokrasinin bir türlü istenilen olgunluğa ulaşamamasının bir sebebi de, cinayetlerle de siyasi sonuç alma yolunun bir türlü kapatılamamasıdır.
Sinan Ateş’in hayatını kaybettiği cinayetin failleri belli. Olayda adı geçenlerin bazısının ilk ifadelerinde kendilerini cinayetten sorumlu tutulmaktan kurtaracak bir savunma mekanizması geliştirmeleri beklenebilir bir davranış tarzı. Ancak ortaya dökülen ilk bilgiler bile, olaya doğru tanı koymak için yeterli.
Bu noktadan sonra sorumluluk yargının ihtimamına terk edilmesi gereken alanda.
Olaya karışmış kişilerin hepsi ya gözaltında ya da kısa süre içerisinde aynı akıbete uğrayabilecek durumda.
Tetikçinin hala teslim olmaması onun kendi hayatı için tehlikeli.
Suikastı planlayanlar ve icrası için kişileri görevlendirenler tetikçinin vücudunu ortadan kaldırmayı da düşünebilirler çünkü.
Tetikçi ortada olmadığında diğer sorumluların kendilerini savunmaları daha kolaylaşır.
Suikast sonrasında yanlış yapmamak bu açıdan da önemli.
Necip Hablemitoğlu suikastında olayın ön hazırlığında görev alan, keşif yapan, tetiği çekenler itirafta bulundukları halde, onları görevlendiren kişinin, hem de yakalanmamak için firar etmiş olmasına rağmen ilişkisini inkar etmeye çalışması herkese göz açıcı bir uyarıdır.
Emniyet’in Sinan Ateş olayına yaklaşımı bu kez yanlışlığa izin verilmeyeceğinin işareti.
Gözaltılar ve tutuklamalar yargının da kendi görevini titizlikle yerine getirme niyetinde olduğunu gösteriyor.
Geriye ne kalıyor, sürecin fazla uzamadan sonuca bağlanmasından başka?
Medya ortamı bulandırmaktan kaçınmalı. Bir çok bilgiyi gazeteciler sayesinde öğrendi kamuoyu; yorumlarda da aynı sorumluluk anlayışı hakim olmalı.
Doğru yürütülen süreç, olayın henüz bilinmeyen pek çok yönünü aydınlatacaktır.
Geçmişte yaşanan siyasi suikastlarda anlamsız sorular gündeme taşındı da ne oldu?
Son 40 küsur yılda hayatını siyasi suikastlarda kaybetmiş değerlerin cinayetleri bütün yönleriyle aydınlatılabildi mi?
Bu defa sonuç alınmak ve kanın yerde kalmaması gerçekten isteniyorsa yalnızca işe yarayacak doğru sorular sorulmalı.
[Sözgelimi, iki özel harekatçı polisin tetikçiye yol arkadaşlığı yapması konusuyla işe başlanabilir.]
Eğer böyle yapılabilirse, bir de bakmışsınız, Türkiye, siyasi suikastlarla sonuç alınabilinen bir ülke olmaktan çıkıvermiş…
Siyasi hayat sağlı-sollu değerlere kast edilerek ulaşılan başarılar yerine yalnızca milletin özgür iradesinin hakim olduğu bir zemine kavuşuvermiş…
Hayalci miyim?
Evet, öyleyim.