Fehmi Koru*
Konu günümüzde ilk kim tarafından, hangi vesileyle açıldı, doğrusunu söylemem gerekirse bilmiyorum; ancak bildiğim bir şey var: Şu sıralarda her kafadan bir ses çıkıyor ve tarihimizin en netameli döneminde son padişah olarak yer almış Sultan Vahdettin’in ‘hain’ mi yoksa ‘vatan dostu’ mu olduğu bir kez daha tartışılıyor.
Bizim ülkemizin çoğu tartışma konusu hem orijinal değildir, hem de yeni. Karabatak gibidir pek çok konu; bir görünür, ardından sessizlik gelir ve sonra aynı konu gürültüyle yeniden gündeme giriş yapar.
Vahdettin’in nasıl bir padişah olduğu konusu da öyledir.
Günümüzde konuyu tartışanlar hiç anmadıkları için hatırlatmakta yarar var.
Aynı konu 1960’lı ve 1970’li yıllarda da heyecanla tartışılmıştı, hem de ne kadar büyük heyecanla…
Kitabın ilk baskısı..
Necip Fazıl Kısakürek’in kendi hayatını da derinden etkilemiş bir kitabının adıdır ‘Vatan haini değil, büyük vatan dostu Vahidüddin’. Daha önce Bugün gazetesinde tefrika edilmiş olan eserin kitap halinde ilk basımı 1968 yılında gerçekleştiğinde de, 1976’da yeniden yayımlandığında da, hem kitaba hem de yazarına o güne kadar görülmemiş bir saldırı kampanyası açılmıştı.
Kitap her iki basımının sonrasında da toplatıldı, Necip Fazıl hakkında ceza davaları açıldı.
Necip Fazıl 1983 yılı Mayıs ayında o kitabı yüzünden cezaevine girmek üzere iken vefat etmiştir.
Adından da anlaşılacağı üzere ‘tarih’ ile ilgili bir kitap nasıl olur da ceza davası konusu olur?
Bizim ülkemizde olur.
Kitaplar her dönemde yargılanmıştır bizim ülkemizde; cezaevleri sürekli yazarları ağırlamıştır.
Yargı, tarihî bir konuda kendisi karar vermek istemediği için, böyle durumlarda hep yaptığı üzere, o zaman da bilirkişi atama yolunu seçmiş, ancak tarihçi bilirkişilerin verdiği raporları beğenmediği zaman yargıçlar bildiklerini yapmaktan da geri durmamıştır.
Her iki yargılama sırasında olduğu gibi.
Mahkeme heyeti, görevlendirdiği bilirkişi heyeti raporunda “Kitapta suç unsuru yoktur” dediğinde, hemen yazarın beraatine hükmetmek yerine ikinci bir bilirkişi heyeti oluşturma yoluna gitmiş, oradan da aynı mealde bir rapor çıkınca gönülsüz bir beraat kararı verebilmişti.
Beraat kararı Yargıtay’dan döndü. Yeniden görülen davadan yazara ceza çıktı, ancak 1974’te CHP-MSP koalisyonunun çıkardığı af yasası sayesinde Necip Fazıl hapse düşmekten kurtuldu.
Kitabın sonradan yeniden basılması üzerine, yargı yeniden devreye girdi ve 1977 yılında toplatma kararıyla birlikte yeniden dava konusu yapıldı.
Davayı gören mahkeme yine iki kez bilirkişi tayin etti, iki heyet de kitapta suç unsuru bulunmadığını raporlaştırdı.
Mahkeme buna rağmen hapis cezasına hükmetti.
Tarihî bir konu yargı eliyle görüldü ve tarihçilerin aksine raporlarına rağmen ceza geldi.
Ceza 12 Eylül (1980) darbesi sonrasında Yargıtay tarafından da onaylandı.
Adli Tıp kurumunun yazarın ağır sağlık şartları yüzünden cezaevine girmesinin doğru olmadığına dair raporu dönemin devlet başkanı darbe lideri Kenan Evren tarafından ilgi görmedi.
Vahdettin’i savunan kitabı yüzünden cezaevine girmeye hazırlanmakta olan Necip Fazıl 79 yaşında vefat etti.
Konu orada kaldı mı?
Orada kalmadığı günümüzde de konunun aynı hararetle tartışılmasından anlaşılıyor.
Tarihi tek yönlü değerlendirmek ve herkesi aynı değerlendirmeyi kabule zorlamak mümkün müdür?
Mümkün olmadığını en iyi tarihçiler bilir.
Siyasilerin, yargıyı da devreye sokarak, tarihî bir konuda son sözü söylemeye çalışmalarının fazla bir anlamı olamaz.
Öyle veya böyle; bu tür baskıcı yaklaşımlarla ülkelerin tarihine ve tarihî şahsiyetlere anlam kazandırmak yanlıştır.
Tarihi zengin her ülkenin geçmişinde yaşananlarla ilgili doğru-yanlış değerlendirmeler söz konusu olmuştur.
Fransa tarihinde olduğu gibi…
İngiltere’nin tarihinde de olduğu gibi…
Örneğim İngiltere’den…
Birkaç yıldır tarihçiler çok eskilerden bir yanlış değerlendirmeyi ortadan kaldırmak için özel çaba göstermekteler.
En uzun süreyle hükümdarlık yapanlardan (1207-1272 arasında 56 yıl) 3. Henry fazla öne çıkarılmayan bir kral olarak İngiltere tarihinde yerini almıştı. Önce, 2017 yılında, Amerikalı tarihçi Darren Baker ilginç bir başlık taşıyan kitabıyla bu durumu değiştirme yolunda ilk adımı attı.
Kitabının adı şu: ‘Henry III: The Great King England Never Knew It Had’ (İngiltere’nin Varlığından Haberdar Olmadığı Büyük Kral: 3. Henry).
Ardından İngiliz tarihçi David Carpenter’in aynı kralla ilgili kitabının ilk cildi 2020’de kitapçı raflarında yerini aldı. Onun kitabının adı da şu: ‘Henry III: The Rise to Power and Personal Rule’ (İktidara Gelişi ve Kişisel Yönetimi ile 3. Henry).
Bu iki tarihçi, kitaplarıyla, geçmişin derinliklerinde unutulmaya terk edilmiş halde duran bir kralı, kendilerinden önce gelmiş tarihçilerin tezleri aksine, yeniden değerlendirmeyi başarmış görünüyorlar.
Vahdettin de 3. Henry gibi yanlış değerlendirilmiş bir sultan mıdır?
Herhalde bu soruya ben cevap veremem.
Siyasiler de veremez.
Olayların üzerinden bir asır geçtiği için konuya daha az önyargılarla yaklaşılabilir günümüzde ve Osmanlı’nın son sultanı ile ilgili olumlu veya olumsuz hükmü günümüz tarihçileri seleflerinden daha iyi verebilir.
Vermeliler de.