Fehmi Koru*
Halep, Suriye iç-savaşında direnişin sembolü haline gelmişti. Halep direndikçe Şam’daki rejimin ayakta kalması imkânsız görünüyordu.
Bazıları, herhalde bu sebepten, Halep’in teslim olmasına, “Suriye’de savaş bitti” kanaatiyle seviniyorlar…
Yoksa aklı başında bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, bir gazetecinin, bir emekli askerin, bir eski diplomatın, “Halep düştü” diye sevinç çığlıkları atmasını nasıl anlayabilirdik?
“Halep düştü, artık kan akmayacak, savaş bitecektir” diye düşünüyor olmalılar…
Muhtemelen bir de, “Savaş rejimin zaferiyle biteceğine göre, Suriye toprak bütünlüğünü koruyacak” diye…
Acaba öyle mi?
Giriş olarak şunu söyleyebilirim: Her iki mülâhaza da yanlış. Halep düştü diye iç-savaş sona ermiş olmadı; bu bir… Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruması bundan sonra daha da zor; bu da iki…
Bir de üçüncü nokta var: ‘Savaş bitti’ tablosu özellikle Türkiye için daha önce pek düşünülmemiş sıkıntılara da yol açabilir…
Suriye’de iç-savaş durduk yere çıkmadı. Tunus’ta başlayan ve başka Arap ülkelerine de yayılan demokratikleşme arzusu, kısa sürede ‘Arap baharı’ diye anılmaya başlamıştı; bir süre sonra Suriye’de de yansımasını buldu.
Ülke, 1960’lı yıllardan (1963) itibaren Baas Partisi’nin hakimiyetinde. 1970 yılında Hafız Esad’ın ipleri eline geçirmesiyle birlikte de ‘tek parti ve tek lider’ diye tanımlanabilecek bir yönetime sahip. Hafız Esad’ın 2000 yılında ölümü üzerine oğlunun etrafında birleşmişti Baasrejimi…
Her dönem kendi yönetim biçimini de zorlar…
Arap Dünyası’nda babadan oğula geçen, ya da kardeşler arasında birbirine devredilen krallıklar, emirlikler de var; ancak hepsi bugünün şartlarında eski tarzlarında devamda zorlanıyorlar. Kimi ‘reform’ adı altında halkın özgürlük alanını genişleterek, kimi ‘tek adam’olmadığını belli edecek ‘şura meclisi’ türü jestlerde bulunup oraya kadınları da alarak.. yumuşak bir dönüşümle idare etme çabasında.
Soğuk Savaş yıllarında, ‘tek parti – tek lider’ rejimi, Suriye’de var olabilirdi; ancak sonrasında eski keskin yönetim tarzını sürdürmesi, ‘Arap baharı’ rüzgârı esmese bile, imkânsız hale gelmişti.
Beşşar Esad bunu görerek Türkiye’ye yaklaştı, ülke içinde de reformlar yapacağı görüntüsünü verdi.
Keşke Türkiye yakınlığı daha hızlı reformlarla desteklense ve sonradan yaşananların hiçbiri yaşanmasaydı…
Tarihin tekerleğini geriye döndürmek mümkün olamıyor ve ‘keşke’ler ile de yaşanmıyor.
İç-savaş ‘Arap baharı’ ile amaçlananın Beşşar Esad tarafından ‘tehlikeli’ görülmesiyle başladı.
O tehlike geçmiş değil Esad ve onun arkasına gizlenen Baas rejimi için…
Üzerlerine bombalar yağdırdıkları, kimyasal silâh kullanmaktan bile çekinmedikleri insanları bundan sonra nasıl yönetecekler?
Hele şu son birkaç hafta boyunca Halep’te sergiledikleri acımasızlıktan sonra?
Suriye 22 milyon nüfuslu bir ülkeydi iç-savaş başladığında. 500 bin civarında insanın çatışmalarda hayatını kaybettiği söyleniyor. Yaklaşık 8 milyon Suriyeli komşu ülkelere sığınmış durumda. 4 milyon insan ise iç-savaş öncesi oturdukları yerlerde ikamet etmiyor artık…
Toprak bütünlüğünü dert etmeden önce, toplumun bu hali üzerine kafa yormak gerekmez mi?
Yıkıntılar arasında yaşamaya mahkum edilen milyonlar… Ülkelerinden kaçmış milyonlar… Babaları-anneleri iç-savaş sırasında ölmüş çocuklar ile iç-savaşın getirdiği sıkıntılar yüzünden çocuklarını kaybetmiş anne-babalar…
Böyle bir ülke Suriye…
Dışarıdan bakıldığında bu durumdan, farklı kişileri, grupları, ülkeleri suçlayanlar olabilir; ancak Suriye içerisinde yaşayan ve yaşayacak olan insanlar tabloya baktıklarında tek bir ‘suçlu’ görecekler: Beşşar Esad… Onunla birlik olmuş, ordusunun saflarında yer almış, gözünü kırpmadan onun için öldürmüş insanlar bile.. bir süre sonra.. başlarına gelenin faturasını ona çıkarmakta zorlanmayacaklardır…
Özellikle de savaşı kazansın diye İran ve Rusya’dan alınan desteklerin, bu iki ülkenin herhalde bir süre sonra çeliştiği fark edilecek taleplerine dönüşmesinden sonra…
Hiç kuşkunuz olmasın: İç-savaş Halep’in ‘düşmesi’ ile bitmez…
Şekil değiştirir, yine devam eder…
Bunu bildiği için olmalı; Halep’teki kuşatmayı kaldırmıyor, son direnişçiye kadar kırdırmak için dünyaya rezil olmayı bile göze alıyor rejim ve arkasındaki güçler…
İran ve Rusya’nın ülke içindeki varlığı toprak bütünlüğünün korunmasına da hizmet etmez; bir süre sonra üçlü-dörtlü nüfuz bölgeleri oluşmasına yol açar…
Türkiye’yi esas rahatsız edecek de bu durumdur.
İç-savaş sırasında yalnızca PYD/YPG ‘tehdit’ algısına sebep oluyordu, o ‘tehlike’ devam ettiği gibi, bir çok yeni tehdit unsuru da bu yeni tablo yüzünden söz konusu olabilir.
Suriye’de silâh arkadaşlığı yapmış Rusya ve İran ittifakı Türkiye’nin bölgeye dönük politikalarını olumsuz etkileyecektir.
Ülkemizde açık ne kadar sinir ucu varsa, bu yeni durumda, onların hepsinin iltihaplanması kaçınılmaz hale gelebilir.
Bundan böyle sevinenlerin sevinçlerini kursaklarında bırakacak gelişmelere açık olabiliriz.
Karamsar bir tablo mu bu?
Evet karamsar…
“Pandoranın kutusu açıldı” diyenlerdenim daha iç-savaş başlamaya yüz tuttuğunda; maalesef Suriye Türkiye için esas bundan sonra daha büyük sorun olmaya namzet…
Henüz o kutunun içindeki bütün şerler dışarıya çıkmadı çünkü.