Fehmi Koru*
“İyi midir, kötü mü?” tartışmasına girmeden gördüğümü tespit haline dönüştüreceğiz.
Tespitim şu: Herkes dış politika uzmanı oldu.
Eskiden her gazetede bir –bilemediniz iki– dış politika yazarı bulunurdu. Milliyet’te Sami Kohen en ünlüsüdür. Bir ara dışişleri bakanlığı da yapmış Haluk Ülman’ı da hatırlıyorum (Dünya).
Gazeteler bir dönem de eski diplomatları (sözgelimi Hürriyet İlter Türkmen’i) bu açığı kapatmak üzere kullanmışlardı.
Her gazetenin dış politika yazarına sahip olması yakın yıllarda gerçekleşti.
Şimdi ise her köşe yazarı aynı zamanda birer dış politika uzmanı.
1970’lerde Milli Gazete ve Yeni Devir’de (Fehmi Muzafferoğlu ve A. Akıncı imzalarıyla da) dünyada olup bitenler ve dış politika konulu yazılar yazdım. ABD’deki yüksek lisansım Ortadoğu politikası üzerindedir. Oradayken de Yeni Devir’e Ronald Reagan’ın başkan oluşuyla başlayan dönüşümü yansıtan yazılar gönderdim. ABD’den döndüğümde (1982), o yılların çok satan dergisi İslâm’ın dış politika sayfalarının sorumluluğunu üstlendim.
Gazeteciliğe kısa süre ara vermek zorunda kaldığım dönemde (1985-86), Devlet Planlama Teşkilâtı’nın (DPT) İslâm ülkeleriyle ilgili bölümünde (İSEB) çalıştım.
Aksatmadan 1986’dan bugüne hemen her gün yazdığım köşe yazılarında işlediğim en ağırlıklı konu yine dış politika olmuştur.
O konuda kalem oynatmanın büyük sorumluluk taşıdığını da bilirim.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ilk yüz yüze görüşmesini yapacağı ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’la buluşmak üzere 16 Nisan günü Washington’a gidecek. Açın bakın bugünkü gazeteleri, konuya ilişkin görüş açıklamamış pek az köşe yazarı bulacaksınız.
Televizyonlar ise günlerdir ekranlarında Türk-ABD ilişkileri konusunu tartıştırıyorlar.
Gazete okuru ve TV izleyicisi olarak tatmin edici bilgilerle donatıldığınız kanaatinde misiniz?
Ben olsam bu soruya cevap vermeden iyice düşünürdüm.
Donald Trump seçildi diye sevinmişti köşeler, unuttunuz mu? Hillary Clinton seçilseydi Türkiye’ye hoş gözle bakmayan Barack Obama’nın çizmelerini giyecek ve hoşumuza gitmeyen politik çizgiyi devam ettirecekti; oysa Trump onlardan çok farklıydı, ülkemizde yatırımları vardı ve bizi anlayabilecek bir zihin açıklığına da sahipti.
Ankara da, yeni başkanı yakın gördüğü için, Obama yönetiminin “Yapma” dediği sınır ötesi harekâtları o yorumlar eşliğinde başlatmıştı.
Yakın zamanlara kadar hep umut dolu değerlendirmeler okuduk gazete köşelerinde; ekranlara çıkanlar da o umutları pekiştiren görüşler açıkladılar.
Şimdi ise başka telden çalıyorlar: Trump da Türkiye’yi değil de Suriye’de IŞİD’e karşı savaşta kara gücü olarak kullanılan PYD/YPG cephesini yeğliyormuş… Suriye’de silâh arkadaşlığı yaptıkları Kürtlere ağır silâhlar verilmesine dair bir talimat yayımlamış Trump…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Rakka’ya giderken YPG yerine bizi yanınıza alın” teklifine rağmen.. ve Washington’a ‘öncü güç’ olarak gönderilmiş Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, MİT müsteşarı ve Genelkurmay başkanı orada temaslar yaptığı bir sırada hem de…
ABD’de etkili bilinen isimlerin imza attığı makalelerde, dış politikada ağırlıklı kurumların yöneticilerinin paylaştığı mesajlarda, “Erdoğan zahmet edip buraya kadar gelmese de olur” tezi işlendiği de artık yazılmaya başlandı.
Hayal kırıklığı yaşanıyor.
“Amerikalılar tam teslimiyet istiyor, biz de tam teslim olalım” tezine yakın yorumlar okuyor ve dinliyoruz.
Oysa dış politikada çıkarların önem taşıdığını, kaçırılan fırsatların bir daha ele geçirilmesinin zor olduğunu, belirlenmiş politikalardan dost ve müttefiklere kıyak geçmek üzere sapılmayacağını yaşayarak bir kez daha öğrenmiş oluyoruz.
Barack Obama’nın başkan olur olmaz “Size yumruğumuzu değil, artık elimizi uzatıyoruz, yeni dünyayı birlikte kurmak üzere” konuşmasını yaptığı dönemde farklı bir Amerika vardı; İslâm Dünyası ve Türkiye olarak o farklılığı iyi kavrayıp değerlendiremedik. Amerika da eski çizgisine dönüverdi.
Trump’ın hazır bulduğu, PYD/YPG ittifakı, o eski çizginin hortlamasıdır.
Birinci Körfez Savaşı (1990-1991) sırasında, Güneri Civaoğlu’na, ‘iyi derecede Türkçe konuşan’ bir Amerikalı yarbayın Suudi Arabistan’daki karargâhlarında sarf ettiği şu sözleri hatırlayalım:
“Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak. / Bunlar içinde ağır silahlar, roketler de olacak. / Yöredeki Kürtler bu silahları alacaklar ve Türkiye’ye karşı kullanacaklar. Toprak isteyecekler. / Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.”
İşte bu çizginin…
En iyisi burada durayım.