Fehmi Koru*
Türkiye, sınırının hemen karşısında bulunan Cerablus’taki IŞİD (DAEŞ) hedeflerine sabahın erken saatlerinde askeri harekât başlattı.
Obüsler, roketatarlar, topçu ateşleri, silâh sesleri… Tanklar ilerliyor…
Bölge bugüne böyle başladı.
Kara harekâtıyla ilgili henüz bir bilgi yok, ama verilen izlenim onun da eli kulağında olduğu… Bordo bereliler hazır bekliyormuş…
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in ülkemize geleceği gün oldu bu ‘IŞİD karşıtı’ kapsamlı bombalama harekâtı… Ankara, konuğu Biden’e, onun anlayacağı dilden “Hoşgeldin” demiş oldu…
Cumhurbaşkanı Turgut Özal bu tür önalıcı karşılamaları severdi.
Hiç unutmadığım olay şudur:
Yıl 1990, aylardan Ağustos’tur.
Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgale kalkışması üzerine, ABD, ordusunu bölgeye yığmış, etraftaki müttefiklerinin yardımını da alarak ‘Kuveyt’e Özgürlük’ askeri operasyonunu başlatmıştı. Suudi Arabistan topraklarını Amerikan askerlerine biraz daha açmış, Kuveyt’in işgalinden dehşete kapılan Körfez’in diğer ülkeleri de ellerinden gelen her türlü yardımı ABD’den esirgemez olmuştu.
Katar’da ilk ABD üssü o günlerde kuruldu.
Amerika’nın gözü Türkiye’deydi.
[O göz Türkiye’nin üzerinden hiç eksik olmadı zaten. Yıllar sonra, 2003’te, ABD Irak’ı bahane ederek yeniden bölgeye askeriyle gelmeye hazırlandığında Türkiye’yi yine yanında görmek istedi. ‘1 Mart tezkeresi’ ile TBMM tarafından yüzgeri edilmesini asla hazmedemedi. ABD, şimdi de, IŞİD’e karşı savaş operasyonlarında Türkiye’nin daha aktif olmasını isteyip duruyor.]
Turgut Özal ABD ile birlikte hareket etmekten ve gerekirse Türk ordusunu Irak’a göndermekten yanaydı.
ABD Dışişleri Bakanı James Baker’in Ankara’ya gelmesinden bir gün önce, Türkiye, Irak’ın dünya ekonomisinden yararlanmasını sağlayan petrol dağıtım hattı olan Musul-Kerkük-Yumurtalık hattını tek taraflı bir kararla kapatıverdi.
Joe Biden’in gelişi sabahı Cerablus’un bombalanmasına fena halde benziyor bu olay…
ABD Dışişleri Bakanı James Baker’in ülkeyi terk etmesinden hemen sonra bizleri Çankaya Köşkü’ne çağırdıCumhurbaşkanı Özal. Gazetelerin yayın yönetmenlerini, Ankara temsilcilerini ve bazı yazarları… Niyetleri hakkında –yazılmaması kaydıyla– etraflıca bilgi verirken, boru hattını kapatma kararında en önemli payın önalma niyeti olduğunu söyledi.
Baker’in Türkiye’den o boru hattını kapatmasını istemek için geleceğini tahmin etmiş ve onun tâlimatıyla değil kendisi öylesini uygun bulduğu için, hattı kapattığının bilinmesini istemişti Özal…
Yıllar sonra, o günleri Mehmet Barlas’a şöyle anlatacaktı:
“Baker’ın gelmesinden iki gün önce, BM Güvenlik Konseyi’nden zecri tedbirlerin Irak’a karşı alınması için karar çıktı. Ben hemen Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırdım, ‘Derhal Türkiye-Irak boru hattını kapatıyoruz’ dedim. / Tabii bu karar şok etkisi yaptı. Oysa ben Baker’in geldiğinde aynı şeyi isteyeceğini biliyorum. O söyledikten sonra kapatırsanız, ‘Amerika baskı yapıp kapattırdı’ diyecekler…”
“Nitekim Baker geldiği zaman bir talepte bulunamadı. Biz zaten kapatmıştık boru hattını. ‘Size şöyle yardım edeceğiz, böyle destek vereceğiz’ gibi lâflar etti. Arkasından da gülerek, ‘President Özal… Eğer boru hattını kapatmasaydınız, sizin limanlarınıza abluka uygulayacaktık’ dedi.” (M. Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, 13. Bölüm).
Gördünüz mü, neymiş?
ABD’li bakanın ne talepte bulunacağını öngörmüş Özal ve ona uygun davranmış…
Cerablus’un bu sabah henüz daha güneş doğarken yoğun bir bombardıma tâbi tutulmasını ve kara harekâtı başlayacağı izlenimi veren bir hareketlenmenin yaşanmasını biraz bu olaya benzetiyorum ben.
Türkiye IŞİD’e müsamaha edebilir mi?
Washington, aylardan beri, “Türkiye IŞİD konusunda pasif, üzerine düşeni yapmıyor” deyip duruyordu…
Oysa, biliyoruz, IŞİD, onbin kilometre ötedeki ABD’ye bir fiske bile vurmadığı halde, Ankara ve İstanbul’u defalarca vurdu, daha önceki gün Gaziantep’te bir düğün törenini kana buladı.
IŞİD’e karşı mülâyim davranabilir mi Türkiye?
Deli saçması bir şey bu.
TV programlarımızı izleyenler hatırlayacaklardır: IŞİD ismi henüz yaygın kullanıma girmemişken, New York Times ve Washington Post gibi Amerikan gazetelerinde okuduğum haberlerden hareketle, “Suriyeli muhaliflere yardım görüntüsü altında, ne idüğü belirsiz aşırı unsurlara, CIA silâh yardımı yapıyor” uyarısında bulunuyordum.
Sonra bu uyarıları gazetedeki köşeme de taşımıştım.
CIA’nin ilk başta Türkiye ve Ürdün sınırlarından kendisine sağladığı silâhlarla Musul’a 800 militanıyla saldırdı IŞİD; orada bulunan 30 bin Amerikan eğitimli asker ve onlara komuta eden Iraklı subay, ağır silâhlarını bile bırakıp Bağdat’a kaçtı.
800 askerle teslim aldığı Musul’dan sonra, orada edindiği silâhlar ve bankalarda kendisini bekler bulduğu milyonlarca dolar sayesinde, dünyanın başına belâ olacak bir güce dönüştü IŞİD…
Eğer bir fatura çıkarılması gerekiyorsa Ankara’ya, sonradan başına belâ olacak bu güruhun ortaya çıkması için Amerika’nın sağladığı gizli desteğe ülke sınırlarını kullandırtmasını zikredebiliriz.
Washington, şimdilerde, “Türkiye IŞİD’le yeterince savaşmıyor” diye bastırıyor Ankara’ya…
Herhalde biz de “Al, işte sana Cerablus” deyiverdik…
Acaba bu yeni durum karşılığında onların da bize “Alın size Fethullah Gülen” demelerini bekliyor muyuz?
Galiba bekliyoruz.
Türkiye-ABD ilişkilerini neredeyse iki yıldır tek maddelik bir talebe indirgemiş izlenimi veriyoruz çünkü. O tek madde 15 Temmuz’la birlikte “Olmazsa olmaz” bir şarta dönüştü. Türkiye 1999 yılından beri ABD’de yaşayan Gülen’in ordu içine sızdırdığı kadrolarla askeri müdahaleyi planladığına ve girişim başarılı olsaydı, bürokrasi içerisinde sessizce bekleyen unsurlarıyla devlete hâkim hale geleceğine inanıyor…
Darbe girişiminin akamete uğramasının tehlikeyi bütünüyle bertaraf etmediğine de…
Bunun için de, Gülen’in ABD tarafından teslim edilmesini veya ülkeden çıkartılmasını talep ediyor.
ABD ise, hukuk sisteminin kısıtlamaları ile Türkiye’den gelen Gülen dosyasının yeterince güçlü kanıt içermediğini bahane edip duruyor.
Tabii bir de Rıza Sarraf (Reza Zarraf) olayı var.
Her an ağzından inciler dökülmesi ve Türk siyasetini karıştırması beklenen bir figür İran asıllı Sarraf…
ABD’de henüz mahkeme önüne çıkarılmadan bile ülkemiz gündemini meşgul edecek karmaşık ilişkilerin ortasında yer almış biri.
Amerikan yargısı onu mahkeme önüne çıkarmakta hiç acele etmez görünüyor, âheste davranıyor.
Joe Biden ile görüşmede, iki taraf masada otururlarken, Cerablus ve IŞİD kadar onun durumu da katılımcıların zihninde yer alacak…
Özal olsaydı, Sarraf konusuna nasıl yaklaşırdı acaba?