Fehmi Koru*
Amerika’nın başkenti Washington ile aramızda 7 saat fark var; bizde akşamın kendini belli ettiği saatlerde, Washington’un da içinde yer aldığı saat diliminde yaşayanlar, yeni yeni kendilerine geliyorlar…
Önemli kararlar ise, bizler yatmaya hazırlanırken, hatta çoğu kez uykudayken alınıyor ABD’de…
Bu yüzden bazen faka bastığımız da oluyor.
Dün faka basma günüydü: Öğleden sonra, bir yerlerden, “ABD Rakka’ya Türkiye ile girecek” haberi üflendi ve onun sularımıza getirdiği dalga kendisini etkisini borsada yükselişle gösterdi; daha geç saatlerde ise, Donald Trump’ın “Rakka’ya müttefikimiz PYD/YPG’li Kürtler ile birlikte gireceğiz” talimatı verdiği öğrenildi.
Şaşırdık mı?
Herhalde şaşıranlarımız vardır, ama ben onlardan değilim.
Nedenini yazdıklarımı sektirmeden okuyanlar biliyor: Önceki başkan Barack Obama tarafından belirlenmiş ABD’nin bölge politikasında ‘vurucu darbe’ cephesinde Türkiye’ye rol biçilmemişti.. yeni başkan Donald Trump’ın o politikayı değiştirmeyeceğinin sinyalleri daha seçim kampanyası devam ederken bile alınıyordu.
Evet, ülkemizde “Hillary Clinton değil Donald Trump seçildi” diye sevindirik olanlar vardı, onların en büyük tesellisi de ABD’nin Suriye ve Irak politikasının değişeceği beklentisi üzerine oturuyordu.
Trump’ın talimatını verirken “Güvenlik riskleri konusunda Türkiye’ye güvence verilecek” demesi, besbelli onların umutlarını bütünüyle yıkmama amaçlı.
‘Güvence’ denilen de, bütük ihtimalle, sınırlarımızın ötesinde ülkemiz için tehdit oluşmasına izin verilmeyeceğinin güvencesi olmalı.
Ankara’nın o güvenceye fazlasıyla itibar etmediğini görebiliyoruz: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Trump’la ilk yüz yüze görüşmesinin gerçekleşeceği 16 Mayıs gününden önce en yakınlarını (Sözcüsü İbrahim Kalın, MİT Müteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı) ABD başkentine göndermesi bile buna işaret ediyor.
Yüz yüze görüşme öncesi Rakka tercihinin ilân edilmesi de bir başka işaret…
Üzülmeli miyiz?
Hayır. Türkiye’nin bölgedeki ihtilâflarda gerekmediği halde ‘savaşkan’ bir taraf olması yanlıştır; hem Mehmetçik kanı dökülmesine yol açmamak, hem de sınırımızın öte yanındaki terörist unsurları ülkemize davet etmemek için…
Doğru olan, hassasiyetleri ilgili bütün taraflarla paylaşıp ‘güvenilir müttefik’ olma özelliğimizi korumak ve savaş ortamı bittikten sonra, kartlar yeniden karılacağı sırada, elinin ağırlığını hissettirmektir.
Savaşmadan…
“O duruma savaşa müdahil olmadan gelinmez” diyenlere karşı.. “Savaşla da gelinmeyebilinir” mukabelesinde bulunuyorum.
Bölgenin tarihi, vaktiyle ‘devlet-i muazzama’ denilen ülkelerin yaşattıkları hayal kırıklıklarıyla doludur.
Şerif Hüseyin oğullarıyla birlikte ‘Arap isyanı’nı başlattığında (1916), o dönemin ABD’si sayabileceğimiz İngiltere, iştahlarını, “Bölge artık ailenizden sorulacak” vaadiyle kabartmıştı. Daha isyan sona erip de Osmanlı toprakları paylaşılmadan (1920), kendisine Lübnan’ı da içine alan Suriye’de krallık vaad edilmiş Faysal bin Hüseyin (Şerif Hüseyin’in oğlu) ilk hayal kırıklığını yaşayacaktı.
Sadece Hicaz’ın değil Araplar’ın yaşadığı bütün coğrafyanın kralı olacağı umudu verilmiş Şerif Hüseyin’in kendisi ise, önce Kıbrıs’a sürgün edilecek, hayatını da gönlü kırık olarak Ürdün’de tamamlayacaktı.
O zaman İngiltere Fransa ile anlaşmıştı.. şimdi de ABD Rusya ile anlaştı.
‘El-Bab’ için başlatılmış ‘Fırat Kalkanı’ operasyonunu Rakka’nın takip edileceği dünya âleme ilân edilmişken.. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yılın sonundan başlayarak “Nihai hedefimiz el-Bab değil Rakka’dır” açıklamasını sürekli yapmışken.. birdenbire ‘Fırat Kalkanı’ neden bitirildi sanıyorsunuz?
ABD ile Rusya “Bu kadarı yeter” dediği ve Amerikalı ve Rus yüksek rütbeli subaylar sürekli YPG/PYD güçleriyle fotoğraf çektirdiği için…
Obama Türkiye’yi bölgedeki silâhlı çatışmanın parçası olarak görmek istemiyordu.. şimdi Trump da aynı görüşü paylaşır oldu.
Kötü bir şey mi bu?
Bunu bize karşı bir tavır görür ve alınganlık gösterirsek elbette ‘kötü’ bir şey; ancak bunu bir ‘nimet’ olarak da görebilir ve kendimizi silâhların sustuğu dönemin şartlarına göre hazır tutarsak savaşa müdahil olarak kazanmayı umduğumuz duruma tek Mehmetçiğin burnunu kanatmadan kavuşabiliriz.
IŞİD adlı örgütün ortaya çıkmasına yol açan şartları oluşturanlar.. bırakalım.. kendi sebep oldukları pisliği kendileri temizlesinler…
Peki ya Kürtler? PYD/YPG cephesi? PKK?
Akıllı olur, akılcı politikalar geliştirebilirsek.. ortalık durulduğunda hayal kırıklığı yaşayacak ve Türkiye ile iyi geçinme dışında bir yolları olmadığını daha iyi anlayacak olanlar.. onlar olur.
Ne olur, bir kez olsun akıllı davranalım.