Dünya tarihinin önemli dönüm noktaları hep savaşların ürünüdür. Önüne sonradan ‘yeni’ sıfatı da eklenen ‘dünya düzeni’ diye bir terim varsa ve tarihte o terime uygun değişimler yaşanmışsa, her birinin öncesinde hep savaşların var olduğu görülecektir.
‘Tarihte tekerrür’ deyimi biraz da bu gerçekle ilgilidir. Tarih kendisini tekrarlıyor ama hep değişerek tekrarlıyor.
Heraklitos’un asırlar önce tarihe emanet ettiği “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” sözü ne kadar doğru bir tanımlamaysa, ona ters gibi gelse de “Tarih sürekli tekerrür ediyor” tespiti de yanlış değildir.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı için ‘Soğuk Savaş’ dönemini hatırlatanlar veya o saldırının ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ başlangıcı olduğunu ileri sürenler, bu gerçekten hareket ederek o tespitlerinde bulunuyorlar.
Vladimir Putin Moskova’da kalıcılığını devam ettirecek olursa dünyamız kısa yoldan ‘Soğuk Savaş’ yıllarını hatırlatan bir döneme girebilir ve sıcağa dönüşmeyen o dönemdeki çatışmacı ortam günümüzde bizleri ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ ile tanıştırabilir.
İkinci Dünya Savaşı’nda 60 milyon insan can vermişti; günümüzün teknolojisi ve tarafların elindeki ‘çağdaş silahlar’ ile çıkabilecek bir dünya savaşının insanlığa neye mal olabileceğini hesap edebiliriz.
Ya da hesap edemeyebiliriz.
Devletler ve onların oluşturdukları NATO, Avrupa Birliği türü üst yapılar varlıklarına yönelik potansiyel tehditlerle ilgili öngörülere dayalı zihin jimnastiği yaparlar; görevleri bu tür konular üzerinde çalışmak olan enstitüler, düşünce üreten vakıflar türü kurumlar geceli-gündüzlü senaryolar üzerinde çalışırlar.
Tabii, Rusya’nın adım adım sahneye koyduğu Kiev’e karadan yürümeyi de içeren çok yönlü saldırısını ‘tehdit’ olarak algılayacak devletler ile onların oluşturduğu üst yapıların, olacakları çok önceden öngörmüş ve böyle bir gelişmeye hazırlanmış olduklarını da düşünebiliriz.
Olan olayın tarafları için sürpriz değildir.
Zaten ben de konuya ilişkin değerlendirmelerime bu akıl yürütmenin sonucunda vardım.
Özetle tezim şu: Putin kendisinden önceki ülkesi yöneticileri -çarlar, Sovyetler Birliği liderleri- gibi, ülkesini yalnızca bir ‘ulus-devlet’ olarak görmüyor, sınırları açık ve sürekli genişleyen bir devlet anlayışına sahip. Haritaya baktığında gördüğü yakın-uzak ülkelere davranışı o anlayış belirliyor. ‘Yakın çevre’ -bazıları Hitler’den aldıkları bir deyimle buna ‘hayat alanı’ (Almancası: Lebensraum) da diyorlar- ya sınırları içerisinde yer alması gereken ya da iradesi önünde eğilecek ülkeler Putin ve kurmayları için…
Gürcistan ve Ukrayna ‘içeride’ bulunması gereken, Belarus ise kendisine tabi mevcut yönetimiyle yetinilecek ülkeler…
Letonya, Moldova, Estonya, hatta Romanya, Bulgaristan, Polonya, Macaristan da aynı tahlilin diğer unsurlarıdır.
Suriye ve Libya’nın da listede olduğu ise bu iki ülkedeki Rus askeri varlığından anlaşılıyor zaten.
[Türkiye acaba Moskova’nın listesinde hangi tarafta yer alıyor? O konuda da bir tezim var ama onun yeri bu yazı değil.]
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ‘yeni dünya düzeni’ ABD ve İngiltere liderleriyle Yalta’da varılan uzlaşmanın ürünüydü. Roosevelt ile Churchill, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini, o ülkelerin halkına veya liderlerine sormadan, Stalin’e bağışlamışlardı.
Putin de, kendi ülküsünü rahatlıkla kabul ettirebileceğini düşündüğü bir rakip bulmuştu: Donald Trump…
Trump’ın Beyaz Saray’da oturduğu ABD için yapılmış bir planın Joe Biden döneminde sahneye konulması olarak bakabiliriz Ukrayna operasyonuna…
Biden ve onun temsil ettiği Batı cephesi, bu girişimle, Putin tarafından test ediliyor. Putin’in hesapları tutarsa uzak-yakın çevre ülkeler sürekli tetikte olmak zorunda kalacaklar.
Ukrayna Biden’in temsil ettiği ABD ve lideri olduğu Batı cephesi için de Putin ve Rusya’yı test alanı.
Onlar da Putin’in ‘milli ülkü’ olarak benimsediği genişleme politikasının mutlaka farkında ve ona göre karşı senaryolar belirlemiş olmalılar.
Altında imzası bulunan bir kararname ile kendisini 2036 yılına kadar devlet başkanlığında tutmayı şu yakınlarda kotarmıştı Putin; ‘milli ülkü’ kapsamı içerisinde yer alan muhtemel yeni sınırları ve nüfuzunu kabul eden ülkeler Batı tarafından en az 15 yıllık bir planın parçası olarak görülüyorlarsa hiç şaşırmam.
Yalta deneyimi bir kez daha tekrarlanacak ve Putin Rusyası’nın önü açılacak mı? Yoksa, 2036 niyeti açık-seçik ortaya çıkmışken, Ukrayna Putin’in son denemesi haline mi getirilecek?
Ben Ukrayna ile Putin Rusyası’nın emperyal niyetlerine Batı tarafından erken doğum yaptırılmak istendiğini düşünüyorum.
[Çin’deki Xi Jinping yönetiminin de Putin Rusyası benzeri bir genişleme politikası var. Hong Kong sulh içerisinde Çin’in parçası haline dönüştü. Sırada Tayvan’ın olduğu biliniyor. Putin’in Ukrayna hesabı tutarsa Çin’in Tayvan’ı sınırları içerisine katma girişimiyle karşılaşılabilir.]
Ne yazık ki, bu hesapların sonucu olarak çatışmacı ortama sürüklenen Ukrayna gibi ülkelerin halklarının kanı-canı pahasına yaşanıyor iki taraflı test amaçlı gelişmeler. Tarafların planları öyle gerektirdiği için kan dökülüyor.
Her yeni dünya düzeni bu sebeple savaşların sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Hangi hesabın tuttuğunu Ukrayna’ya bakarak değil, Rusya’da Putin’in yerinde kalıp kalmadığına bakarak anlayabileceğiz.