Fehmi Koru*
“Yazmadığım zaman ben bir hiçim, sıradan biriyim, yazmadığımda varlığımla yokluğum arasında bir fark yoktur. Ben aslında huzursuz bir insanım da. Yazmak beni yok olmaktan da huzursuz olmaktan da koruyor. Kendimi kendimden korumak için de yazmam gerekiyor.”
Anlamışsınızdır, ama yine de belirteyim: Hayır, yukarıda tırnak içerisinde verdiğim alıntı bana ait değil. Kendisini anlatan bu satırları, cezaevindeki ikameti çoktan 1000 (bin) günü aşmış olan müebbet mahkumu Ahmet Altan Amerikan New York Times (NYT) gazetesi yazarı Rod Nordland’a not olarak göndermiş…
NYT dünkü nüshasında ana gazete sayfalarından birinin büyük bölümünü Ahmet Altan’a ve sonunda ABD’de de basılan kitabı ‘I Will Never See The World Again’e (Dünyayı Bir Daha Asla Görmeyeceğim) ayırmış. O satırları Nordland’ın makalesinden aldım.
Çok satan romanlarıyla ülkemiz dışında da tanınan bir yazar Ahmet Altan; bu sebeple kendisinin cezaevinde oluşu ve Türkçesi çıkmadığı halde değişik dillerde yayınlanan son kitabı dünyada ilgi çekiyor.
İlgilenenler onun gibi nitelikli bir yazarın neden cezaevinde tutulduğunu anlamakta zorlanıyorlar.
Rod Nordland da zorlananlardan. Uzun yazısının özellikle yazarın cezalandırılmasıyla ilgili bölümünü kısacık tutmuş:
“Ekonomi profesörü ve siyasi yorumcu olan kardeşi Mehmet ile birlikte tanınmış gazeteci Nazlı Ilıcak’ın TV programına çıkmışlar. Ertesi gün Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümetine karşı kanlı bir darbe girişimi olmuş; bir suikast girişimi, Meclis’in bombalanması ve 300 kadar ölü… Altan kardeşler ve Bn. Ilıcak darbeyi başlatan ‘gizli mesajı’ vermekle suçlanmışlar…”
Verdiği bilgi bu.
Yazının bütününü okuyanın Türkiye’de fikir özgürlüğünün ayaklar altında bulunduğunu düşünmemesi imkansız.
Ahmet Altan’ın 11 bin kişinin yattığı bir cezaevinde bulunduğunu ve bu insanların çoğunun siyasi sebeplerle orada tutulduğunu da kayda geçiriyor yazar.
Kızalım mı?
Ben düşünelim diyorum.
Sebebini açıklayayım:
Öyle sanıyorum ki, bugün yarın bu yazının çıktığı NYT’te de “Türkiye’de demokrasinin ve fikir özgürlüğünün var olduğu, cezaevlerinde haberleri ve yazıları yüzünden tek bir kişinin bile bulunmadığı” yolunda bir açıklama yer alacaktır.
Ya Ankara’dan gönderilecektir o açıklama, ya da Türkiye’nin Washington büyükelçisi imzasıyla…
İyi ama Ahmet Altan hayatında gazetecilik ve yazarlık dışında herhangi bir iş yapmamış biri. Romanları yalnız ülkemizde değil başka dillere çevrildiği için dünyanın çeşitli ülkelerinde de bilinen bir isim.
“Cezaevlerinde tek bir yazar yok” açıklaması nasıl bir etki yapacaktır onu okuyacak yabancılar üzerinde?
Adalet reformu yapıldıysa, neden hâlâ cezaevindeler?
Hükümetin ‘adalet reformu’ adını verdiği yasal düzenleme Meclis’ten de geçti. Metnini okuduğunuzda, birkaç sorunlu maddesi bulunsa bile, demokratik bir ülkede yaşadığınızı hissettiriyor o yasa. Ancak yine de yasalarda yapılan iyileştirmelerin uygulamalara yansımasını görmek gerekiyor.
Özellikle de siyasiler ve gazetecilerle yazarlar söz konusu olduğunda.
Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak ve Osman Kavala başta olmak üzere neden o muameleye uğradıkları anlatmakta zorlanılan isimler cezaevlerinde kaldıkları sürece ‘adalet reformu’ kavramının içi boş kalacaktır.
Yazarları cezaevinde tutmanın zararı daha çok onlara bu akıbeti reva görenlere ve ülkeye oluyor.
NYT yazarı, Ahmet Altan’a, “Senin gibi yazarların devlete bir zararı olmaz ki, rahatsız eden sineği ezdikleri gibi ezerler; o halde böyle bir kitabı yazmanın anlamı ne?” diye de sormuş.
Bu soru bile ülkemize ne gözle bakıldığını açığa vuruyor.
Cezaevlerinde tek bir siyasi kişilik, yazar ve gazeteci kalmamalı.
İktidar alıngan olmamalı, Trump’a baksanıza…
Geçenlerde bir Fransız dergisi kapağından duyurduğu bir haber-değerlendirmeyle ülkemizde gündeme geldi. Gazetelerde ayıplandı dergi, televizyonlarda kınandı. Orada kalabilirdi, kalmadı; devlet adına suç duyurusunda bulunuldu ve galiba dergi hakkında ceza davası da açıldı.
Türkiye’nin yeniden dünya gündeminde olumsuz biçimde yer alması için böylece kapı aralanmış oldu. Artık o davanın görüldüğü her günün öncesi ve sonrasında Fransız kamuoyu hem kapaktan verilen iddiaları birkaç kez daha işitecek, hem de “Fransa’da yayın yapan bir dergiye bu yapıldığına göre Türkiye hakkında duyduklarımız doğru olmalı” diye düşünecek.
Aynı dergi, 30 küsur yıl önce, Türkiye’yi yine kapağına taşıdığında benimle yaptığı bir görüşmeyi de ağzımdan çıkanları tam tersine çevirerek haberinde değerlendirmişti. Nasıl kızmıştım.
Kızmıştım, ama o kadar. Oradan alıp yazılarında aleyhime kullananlar olduğunda gerçeği açıklamakla yetindiğimi hatırlıyorum.
Şu geride bıraktığımız haftalarda gazetelerimizde ABD’nin başkanı Donald Trump’la ilgili ağza alınamayacak neler yazıldığını, televizyonlarda neler söylendiğini hatırlayalım. Trump hiçbiriyle ilgili dava açtı mı?
Açmaz. Açmaz, çünkü ABD’de Trump hakkında yazılan ve söylenenler bizdekilerden çok daha ileride. Hakaret de var, yerin dibine batırma da…
Trump kendi ülkesindeki gazeteler, dergiler ve televizyonlarda hakkında yapılan tezviratlar için de dava açmıyor, açamıyor.
O aleyhte yayınlar fikir özgürlüğü kapsamı içerisinde değerlendiriliyor.
İktidardakiler, Ahmet Altan’ın dediği gibi, ‘kendilerini korumak için de’ fazla alıngan olmaktan vazgeçmeliler…
[Son bir not: NYT’daki yazının yazarı kendi durumuyla müebbet mahkumu Ahmet Altan’ın durumunu mukayese ediyor. Beyninde tümör çıkmış ve Kendisinin günleri sayılıymış…]
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.