Fehmi Koru: Yazımın, Sözcü davasında 'kanıt' olmasından rahatsızım

Fehmi Koru: Yazımın, Sözcü davasında 'kanıt' olmasından rahatsızım

Fehmi Koru*

Amerikalılar bunu yapmamalı, vize konusunda yumuşama kararlarını açıklamak için Başbakan Binali Yıldırım’ın Washington’a ayak basmasını beklemeliydiler.

Nezaket bunu gerektirirdi.

Başbakan Yıldırım’ın ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile yürüteceği müzakerenin dosyasında, ilk sıralarda, hiç kuşkusuz, ABD tarafından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına getirilmiş seyahat yasağı sorunu da yer alıyordu.

Kısıtlı da olsa vize vermeye başladıklarını ziyarete çıkılacağı gün açıklayarak, Amerikalılar, gerçekten diplomasinin nezaket kurallarına aykırı davrandılar.

Niyetleri bu olmasa da Ankara’daki algı budur.

Şimdiden sonra o nezaket-dışı davranışın yol açtığı sıkıntılar yaşanabilir.

Vize yasağı nereden çıktı?

Yaklaşık bir ay önce, Washington, ülkesine gelmek isteyecek vatandaşlarımıza vize verme işlemlerini askıya aldı.

Görünür sebep, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğunda çalışan iki Türk’ün FETÖ ile irtibatlı davalar yüzünden tutuklanmasıydı.

Tutuklamayla ilgili yayınlar da ABD’yi rahatsız etmişti.

Yine FETÖ ile ilişkili görülerek tutuklanmış Amerikalı bir rahibin durumuyla bizzat ABD Başkanı Donald Trump’ın ilgilendiği de biliniyor.

Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak Rusya ve İran ile yakınlaşması, güvenliği için elzem gördüğü bir savunma sistemini Rusya’dan almak istemesi de ABD’nin hoşuna gitmedi.

Vize kısıtlaması, böylesine çekişmeli bir ortamda, bir tür cezalandırma mekanizması olarak uygulamaya konuldu Washington tarafından…

Trump’ın daha önce 7 İslam ülkesi için düşündüğü halde yargı tarafından engellenmiş vize kısıtlaması uygulamasının, bir zamanlar ‘stratejik ortak’ bildiği, NATO’da ittifak ilişkisi içerisinde bulunduğu Türkiye’ye yansıtılması hoş değil.

Karara itirazlar ABD içerisinden de geliyor.

Ankara da Washington’a ayniyle mukabele etti ve Amerikan vatandaşlarına vize vermeyi askıya aldı.

‘Misliyle mukabele’ kuralı gereği.

Keşke biraz daha serinkanlı olunabilseydi; kuralın bu olayda kullanılması, Washington kararının yanlış ve haksız olduğunun anlaşılmasını gölgeledi.

Türkiye daha serinkanlı davranabilirdi.

Çekişme bitmedi

Dün akşam üzeri yaşanan gelişmeyi herhalde biliyorsunuz:

ABD kısıtlı da olsa vize işlemlerini başlattığını açıklarken, bunu, hükümetle varılan bir mutabakata bağladı.

Artık çalışanlarıyla ilgili başka bir yargılama yapılmayacağı bilgisi eşliğinde, öyle bir tasarrufa ihtiyaç duyulduğu taktirde bunun ilk kendilerine duyurulacağı konusundaki mutabakata…

Oysa hükümetle ABD arasında öyle bir mutabakat yokmuş; bunu da Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği açıkladı.

Hem de bayağı zehir zemberek ifadelerle…

Açıklamada, Türkiye’de yargı süreci devam eden dosyalarla ilgili olarak ABD’ye herhangi bir söz verilmemiş olduğu gibi, Türk vatandaşlarıyla ilgili ABD’deki davalara ilişkin ‘çok ciddi endişeler’ taşındığı ayrıntısı da yer alıyor.

Ne olacak şimdi?

ABD bir ay önceki vizeleri askıya alma uygulamasını kısıtlı da olsa kaldırma kararından geri mi dönecek?

Türk vatandaşlarına ABD vize vermeye başladığı halde, ABD vatandaşlarına Türkiye vize vermemeye devam mı edecek?

Yoksa ABD de “Mutabakat yoksa, ben de vize vermem” tavrına mı bürünecek?

Sorular bunlar…

Gereksiz bir çekişme, üstelik ABD ile Türkiye arasında yaşanan böylesine anlamsız gerilimler yüzünden bölgemizin yanlış yönlere savrulma ihtimali de kendini belli ettiği halde…

Başbakan Yıldırım’ın Washington ziyareti şimdi daha da önem kazandı.

….

Sözcü gazetesi davası ve ben

‘Sözcü’ gazetesiyle ilgili davanın duruşmaları bugünlerde başlıyor. İddianamede ‘kanıt’ olarak benim bir yazım da yer alıyor.

Daha önce de belirttiğim gerçekleri bu vesileyle bir kez daha açıklama ihtiyacı duyuyorum.

İsmimin konuya sanki ‘ihbarcı’ imişim gibi karıştırılmasından rahatsızım; ben kimseyi hiçbir yere ihbar –hatta itham bile– etmedim.

Benim konuya ilişkin müstakil bir yazım yok; yaptığım, basınla ilgili bir yazıda Sözcü’ye yönelik iki-üç cümlelik bir değiniydi.

Ertuğrul Akbay’ın bana yurtdışında öğrenci olan oğluyla ilgili vaktiyle sarf ettiği bir cümleden hareketle…

Alıntı yapılan yazım 2010 yılına, aktardığım konuşma ise 1993 yılı öncesine ait.

O yıllarda 17-25 Aralık (2013) ve 15 Temmuz (2016) darbe girişimi ufukta görünmediği gibi, ‘Cemaat’ ve ‘hizmet hareketi’ olarak anılan yapılanma takdir de ediliyordu.

Yazımın, yıllar sonra, bambaşka bir havanın hakim olduğu ‘darbe girişimi’ sonrası dönemde, gazete ile ilgili bir davada ‘kanıtlar’ arasına alınmasından rahatsızım.

Savcılık niçin olduğu bilgisini görüşene kadar vermeden geçen yılın (2016) Ağustos ayında beni tanıklığa çağırdı. Ben orada yazımda aktardığım görüşmeden öte bir ifadede bulunmadım.

Basının kendi içindeki tartışmalar doğaldır; içeriğinden, hatta kastından öteye bunların taşınmasını doğru bulmam.

Tek bir gazetecinin kılına dokunulmasını arzu etmediğim gibi gazetelere devletin müdahale etmesini de istemem. Sözcü sayfalarında yer alan bana dönük saldırılara cevap vermeyişimin bir sebebi de budur.

Bu yazı ilk kez fehmikoru.com'da yayımlanmıştır.