Fehmi Koru*
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan şu sıralarda önemli bir dizi ziyareti gerçekleştiriyor: Önce Bahreyn’e gitti, oradan Suudi Arabistan’a geçti, son durağı da Katar…
Gezinin önemi, bu ülkelerin de birer üyesi olduğu, ‘İslâm Dünyası’ diye de adlandırılan coğrafyanın, şimdilerde içinde bulunduğu durum.
Özellikle ABD’deki başkan değişiminden sonra bu dünyanın öndegelen ülkelerinin de kendi politikalarında bir ince ayar yapmaları gerekiyor.
Ziyaret edilen üç ülkenin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dikkatle seçildiği belli.
Katar.. Washington’un bölgedeki en kalabalık askerini bulundurduğu üsse sahip olduğu ülke.. biraz açığında uçak gemileri fink atıyor.. stratejik açıdan ABD için başka ‘vazgeçilmez’ özelliklere de sahip…
Suudi Arabistan’ın.. yeni ABD yönetimi tarafından belirlenmekte olan ‘Ortadoğu politikası’nda merkezi önem taşıyacağı.. Başkan Donald Trump’ın ilk aradığı Müslüman liderin Kral Salman bin Abdulaziz olması ve aldığı ilk politik kararlarda Riyad’ın etkisinin hissedilmesi ile belli oldu.
Bahreyn ise.. Daha geçen hafta, ABD’nin karşıt açıklamalarını dengelemek için İran tarafından kullanılan ülkeydi.. güvenlikten sorumlu İranlılar, ABD’ye ders vermek için, füzeyle Bayreyn’e saldırmaktan söz ettiler.
Üç ülke, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tesadüfen seçilmiş olamaz.
Donald Trump’ın ABD yargısı tarafından engellenen 7 ülkeye seyahat yasağı kararnamesine itiraz etmeyen ülkeler arasında, Katar, Suudi Arabistan ve Bahreyn ilk üç sırayı işgal ediyor.
Türkiye’den de neden daha keskin itiraz gelmediğinin sebebi, bu ziyaretin planlanmasıyla ilgili olabilir.
Yeni dönemde Washington’un tehdit algısı İran üzerinde yoğunlaşacak; bunun işaretleri hem sözlü olarak, hem de uygulamaya dönük tasarruflardan alınabiliyor.
Donald Trump’ın bakan ve çalışma arkadaşı olarak seçtiği ekibin en belirgin özelliği, hepsinin ‘İran karşıtlığı’ ortak paydasında buluşması.
Başkan Trump’ın kendisi de her fırsatta İran’ı hizaya getirmekten, mollalara ders vermekten söz ediyor; “İran ateşle oynuyor” diyor… Obama döneminde gerçekleştirilen Tahran’la yumuşamayı benimsemediğini, nükleer anlaşmayı tanımayacağını alenen söylüyor Trump…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüştüğü üç ülkenin liderleriyle ilk konuştuğu konu, herhalde, ayrıntıları belli olmasa bile temel özellikleri tahminde zorlanılmayacak hale gelmiş ABD’nin ‘yeni Ortadoğu politikası’ olmalı.
ABD’nin ‘yeni Ortadoğu politikası’nın bir başka unsuru da, Trump-Netanyahu yakınlığı biçiminde kendini dışa vuran, ‘İsrail-yanlısı’ tavrıdır.
Trump’ın İsrail yanlısı olduğunu hiç gizlememesi, Netanyahu’yu elinin serbest kaldığı görüşüne sevk ettiği ve daha önce çekindiği kararları birbiri ardına almaya başladığı görülüyor.
İsrail bu hafta iki yasayı peşpeşe çıkardı. İlki, İsrail Devleti içerisinde bulunan camilerde yüksek sesle ezan okunmasını yasaklayan yasadır; diğeri de Birleşmiş Milletler’in “Bu, Filistinlilere ait toprakların ilhakı anlamına gelir, yapmayın” uyarısında bulunduğu ‘yerleşim yerleri yasası’…
Yasalar çıktı.
Uluslararası hukuka göre Filistin toprağı sayılan Batı Şeria’nın İsrail’e ilhakıyla sonuçlanacak yerleşim yasasına en büyük destek İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’den geldi. “Ben, Rubi Rivlin, Zion’un bütünüyle bizim olduğuna inanıyorum” cümlesiyle…
Hatırlanması gereken bir nokta da şu: İsrail, kendisini yok etmek istediğini ileri sürerek İran’ın kollarının kanatlarının kırılmasını savunuyor; Netanyahu İran’ı da Irak, Libya ve Suriye haline getirecek bir süreç yaşansa çok mutlu olacak…
Yalnız Netanyahu da değil.. Trump da onun gibi düşünüyor.. Kadrosu da öyle…
Ne olacak şimdi? ABD ile (Trump’la) iyi geçinmek için bölgede bir ülkenin (İran’ın) daha ‘iflâs etmiş ülke’ konumuna düşürülmesine göz mü yumulacak?
[Fark etmemiş olanlara ‘okuma parçası’ yerine geçebilecek bir değerli çalışmayı burada anmakta yarar var: Zack Beauchamp’ın Vox’ta çıkan ‘Trump’s counter-jihad – How the anti-Muslim fringe conquered the White House’ (Trump’ın jihad-karşıtlığı – Müslüman karşıtı marjinaller nasıl oldu da Beyaz Saray’ı ele geçirdiler) makalesi…
Özeti şu: Trump ve yanındakiler İslâm’ın kendisini ‘tehlike’ olarak görüyor…]
Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Bahreyn, yeni döneme dair politikalarını, esas herhalde bu gerçeği göz önünde tutarak belirleyeceklerdir.
Öyle belirlemeliler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, gezisinin ilk durağında, Uluslararası Barış Enstitüsü Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ofisi tarafından düzenlenen konferansta yaptığı konuşma bu anlamda önemli.
Konuşmanın ilgili bölümünü okuyalım:
“Tüm İslâm âleminin, hatta insanlığın geleceği için birlik olma, birlikte hareket etme zamanı çoktan gelmiştir. Komşuları zillet içinde yaşarken, aynı dili konuştuğu, aynı kıbleye yöneldiği kardeşleri zulüm görürken, hiçbir ülke, hiçbir toplum sadece kendi konforunu, sadece kendi geleceğini düşünemez. Bu coğrafyada kaderimiz de kederimiz de ortaktır. Bu topraklarda mazimiz de istikbalimiz de müşterektir. Bugün Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın, oralarda yaşayan kardeşlerimizin başına gelenlerin, yarın bizlerin de başına gelmeyeceğinin garantisi yoktur.”
Daha ne deseydi?