Fehmi Koru*
Pandemi günlerinde evlerde kapalı kaldığımızdan beri sokağa çıkmam gerektiğinde rahat kıyafetleri tercih ediyorum. Davet edildiğim kanallara bile nadiren takım elbiseyle gidiyorum. Yine aynı serbest duruştan sakalım da nasibini almıştı, epey bir süre traş olmadan idare ettim.
Bir dostlar buluşmasına gideceğim dün bu halimden sıkıldığımı fark ettim. Gömlek, kravat, birbirini tamamlayan pantolon ve ceket ile onların üzerlerine klasik bir pardesüyle kıyafetimi tamamladım. Öncesinde de, haftalardır dokunmadığım için iyice uzamış sakalımı kesmeyi ihmal etmedim.
Dostlar bendeki değişimin hemen farkına vardı.
Soran gözlere daha fazla dayanamayıp kendim açıkladım: “Milletvekili listeleri en son pazar günü teslim edilecek. Olur a, belki beni de düşünen çıkarsa diye hazır olmak istedim.”
Elbette şaka. Siyasete yakın, ama biraz mesafeli durduğum yarım asra ulaşan yıllar boyunca birkaç kez milletvekili adaylığı daveti aldığım oldu; hepsini kibarca savuşturmayı bildim. “Olayım mı?” sorusunu yöneltenler çıktığında ise, hepsine, “Davet ciddiyse hiç düşünme kabul et” tavsiyesinde bulunduğum halde…
Aldıkları yüksek maaşlara itiraz edilen durumlarda sözlü ve yazılı karşı çıkışlarım da arşivde durur. Bir ara, yüksek maaş bir tarafa, halk adına yasama ve denetleme faaliyeti yürüten milletvekillerine, bütün masraflarını karşılamak üzere, açık çek verilse iyi olacağını yazdığımı da hatırlarım.
Milletvekilliği en önemli kamu görevlerinden. Siyaset en zahmetli meslek.
Şakamın altında, benim de kalem oynattığım dönemde yollarımızın kesiştiği veya paralel yerlerde uğraşlarımızı sürdürdüğümüz meslektaşlardan bazılarının önümüzdeki seçime milletvekili adayı olarak katılacaklarını anlamam yatıyor.
Hasan Cemal ismi ilk açıklanan adaydı. Onu Cengiz Çandar izledi. Bugün de Umur Talu’nun kendisi adaylığını açıkladı.
Pazar akşamı nihai listeler açıklandığında daha genç nesillerden çok sayıda ismin de milletvekili seçilmek üzere başvurup kabul edildiklerini görürsem hiç şaşırmayacağım.
Özellikle de AK Parti’nin itibar ettiği yazar ve yorumcuların adaylığını bekliyorum. Bakanlar gibi onlar da milletvekili olmayı hak ediyor.
Daha önceki dönemlerde de Meclis’e girmiş gazeteciler vardı, ama benim yakın gözlemim altındaki dönemde, Bülent Ecevit, Çetin Altan, Oktay Ekşi, Altan Öymen, Nazlı Ilıcak gazeteci kimlikleriyle siyasi hayata girdiler. Bülent Ecevit önce CHP genel başkanı, sonra da başbakan oldu. Altan Öymen en muhataralı dönemlerinden birinde CHP genel başkanı seçildi. Çetin Altan’dan edebiyatımıza ‘Ben Milletvekili İken’ kitabı miras kaldı.
Bu yönümüzle İngiltere’ye benziyoruz. Orada da ilk mesleki kimliği gazetecilik-yazarlık olanlardan siyasete girip milletvekili ve hatta önemli makamları işgal edenler oldu.
Winston Churchill Nobel edebiyat ödülü kazanmış bir yazardı, çeşitli gazetelerde yazdı. Martin Bell BBC’nin savaş muhabiri olarak kazandığı ününü bağımsız aday olarak katıldığı seçimde başarıyı yakalayarak parlamentoya taşımıştı. Bu hafta hayatını kaybeden Margaret Thatcher dönemi maliye bakanı Nigel Lawson önemli gazetelerde çalışmış, The Spectator dergisinde yayın yönetmenliği yapmış bir gazeteciydi. Brexit döneminin başbakanı Boris Johnson da öyle.
Gazetecilerin, ekranlarda görüş açıklayanların -hiç değilse bazılarının- siyasete içine katılacak kadar ilgi duymasının anlaşılabilir bir sebebi var. Savunageldikleri konuların hayata geçmesinin tek yolu siyasetin o konuları benimsemesidir. Dışarıdan gazel okunarak bunu başarmak mümkün olmuyor. O sebeple, “Belki içinde yer alırsam dışındayken yapamadığımı gerçekleştiririm” diye düşünüyorlar muhtemelen.
Ecevit’in öyle düşündüğünü biliyorum.
Şimdilerde listelerde yer aldığı veya alacağı anlaşılan meslektaşlar -hiç değilse isimleri öne çıkanlar- için de durum bence öyle.
Onları seçmenleri önüne adayları olarak sunmaya hazırlanan partiler, aslında yalnızca tanınmış kişilerin getireceği fazladan oyları düşünerek değil, o gazeteci-yazarlara duydukları minneti belli etmek için de onlara teklifte bulunuyorlar.
Zaten iktidar partisinin listelerinde çok sayıda ekranlarda görünen, gazetelerde yazan isimler görmeyi beklememin bir sebebi de bu.
Takdir edildiklerini başka nasıl anlayabilirler?
Sağda bilindikleri halde sol, solda bilindikleri halde sağ partilerden seçilen meslektaşlar geçmişte de oldu, şimdi de olabilir.
CHP yazar taifesi için daha fazla rağbet edilen bir parti. Geçmişte de öyleydi, bugünlerde de durum aynı. Genel başkan yardımcılığı görevinde bulunan, milletvekilliği dışında bir sıfatı bulunmadığı halde parti içinde ve yönetim üzerinde etkisi fazla meslektaşlar var CHP’de.
Birkaç yeni gazeteci-yazar daha aynı kapıdan Meclis’e girerse şaşırmayacağım.
Yalnız bu değil, bu seçimle ilgili ilk bakışta ters görünen hiçbir şey beni şaşırtmaz.
DSP’nin, Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu kapısına kadar geldiği halde, onu ve kendisini aday gösteren ittifakını değil, Binali Yılıdırım’ın getirdiği daveti kabul ederek Cumhur İttifakı ile birlikte hareket etme tercihine de şaşırmadığım gibi.
Cumhur İttifakı listesinde yer alacakmış DSP’li isimler…
Bu gelişmeye şaşırıp partisinden istifa eden DSP’liler oldu; ama dediğim gibi ben şaşırmadım.
Sonuçta siyaset Meclis’te bulunarak yapılır, aksi halde tabela partisi olarak kalmaktan öte gitmez dışarıda kalmış partiler…
Herhalde hiç değilse DSP genel başkanını seçilecek bir yerden aday gösterir AK Parti.
İlk bakışta, Büyük Birlik Partisi (BBP) ile HÜDA-PAR’ın aynı ittifakta yer alması bazılarına ters gelmiş olabilir. BBP liderini de bu durumun yadırgattığı açıklamalarından anlaşılıyordu. Oysa AK Parti’nin, yeterince oyu olmasa da, HÜDA-PAR’a bu seçimde başka sebeplerle ihtiyacı var.
DSP Cumhur İttifakı içerisinde ve AK Parti listesinde, BBP de aynı listede olacak mı?
Son gelen bilgi BBP’nin ayrı listeyle seçime gireceği yolundaydı.
Mustafa Destici bile bu duruma şaşırmış olabilir, ama ben buna da şaşırmadım.
İlginç bir seçime doğru hızla yol alıyoruz. Daha ne sürprizlerle karşılaşacağız, göreceksiniz.
Esas şaşkınlık listelerin açıklandığı pazar akşamı yaşanacak.