Fehmi Koru'dan Ali Bayramoğlu'na: Gazeteci dediğin hiçbir yer bulamazsa tuvalet kâğıdına yazar

Fehmi Koru'dan Ali Bayramoğlu'na: Gazeteci dediğin hiçbir yer bulamazsa tuvalet kâğıdına yazar

Fehmi Koru*

Ali Bayramoğlu 15 yıldır yazdığı gazetesinden ayrıldı.

Gazetelerde küçük yer bulan bir haberdi bu, dün. Oysa, bir yönüyle, Türkiye’nin basın tarihi için önemli dönüm noktalarından biri sayılabilir.

Her fikir adamının yazdığı platformu kaybetmesi kendisi için elbette büyük bir eksikliktir; onun yazılarını artık okuyamayacak olanlar için ise ciddi bir kayıptır bu… Muazzam bir boşluk…

Sonuçta ben de karşınıza son 40 yıl boyunca her gün yazılarıyla çıkan bir yazarım; ama en baştan bilinmesini istediğim bir başka sıfatım var: ‘Okur’ sıfatım. Yazarlığımdan çok önce başlamış bir sıfattır bu benim için…

Bir gazete okuru olarak özel tarihim

İlkokul çağından beri gazete okurum…

Evimize ilk giren gazete sonradan ‘Son Havadis’e dönüşen ‘Havadis’ gazetesiydi. Şair olarak bildiğim Orhan Seyfi Orhon’un, gazeteci karı-koca Adviye Fenik ve Mümtaz Faik Fenik’in kıvrak kalemleriyle ilk orada karşılaştım.

Başlığını önce mavi mürekkeple daha sonra gri olarak diğerlerinden ayırma ihtiyacı duyan ‘Yeni İstanbul’gazetesi ise, başyazarı Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’den başlayarak demokrasi kavramını zihnime kazımıştır.

Yıllar sonra haftalık mülâkatlardan birini kendisiyle yaptığımda, Gökhan Evliyaoğlu’na, heyecanımı hissettirmemek için büyük çaba sarf ettiğimi hatırlıyorum. Yeni İstanbul’un en renkli kalemi oydu çünkü…

Okumalarım çok yönlü olmaya ve kendimi içinde hissettiğim kesimin ötesine taşmaya sonraları başladı. Kimi kızarak, kimi eğlenerek, kimleri okuma gayreti içerisine girmedim ki…

Bugünün siyasete, edebiyata, sanata, ülkede neler olup bittiğini öğrenmeye meraklı okurları çok şanslı. Haber almak için tek bir gazeteye bağımlı olmadıkları gibi, hep aynı şeyleri yazıp duran belli eğilimin yazarlarına da kendilerini mahkum etmek zorunda değiller…

İnternet sayesinde ufukları açık.

Her gün beyinlerini yırtarcasına bir çabayla okunacak bir şeyler karalayan, görüş açıklayan, yeni bakış açıları getiren her yazarı, ‘gazeteoku.com’ gibi platformlarda birarada görüp içlerinden ilgilerini çekenleri okuyabiliyorlar.

Ne büyük bir mazhariyettir bu, günümüzün gençleri bilemeyebilir… İnternet-öncesi neslin böyle bir lüksü yoktu çünkü; gazeteleri para verip okumak zorundaydınız ve gençler olarak paranız ancak bir gazeteye yeterdi. O da genellikle kendinizi yakın hissettiğiniz bir görüşün savunucusu kalemleri içerisinde barındıran gazeteydi…

Tek yönlü okumalar kısır bakışlar doğururdu.

Gazeteci milleti, illâ yazar…

Ali Bayramoğlu da bugünün çok-sesliliğe imkân veren dünyasında kendisine uygun bir zemin mutlaka bulacaktır.

Gazete de olabilir o zemin, kendisine özel bir site de… Yazarları da bünyesinde barındıran bir internet platformu da…

Köşesini her kaybeden meslektaş beni hüzünlendiriyor; ardından “Allah beterinden saklasın” duasıyla birlikte…

Gazetecinin makûs tarihi

Türkiye gazetelerle başka ülkelerden çok sonra tanıştı. Dünyanın başka iklimleri 1600’lü yıllardan beri‘gazete’ sayılan haber-yayan kâğıtlarla tanışmışken, Osmanlı coğrafyasında ilk Türkçe gazete 1828 yılında Mısır’da yayımlandı. “Bizde de olsun” diyen Sultan II. Mahmud 1831’de resmi haberlere yer veren ‘Takvim-i Vekayii’ İstanbul’da çıkarttı. İlk ‘gazete gibi gazete’ ise Şinasi ile Agâh Efendi’nin girişimleri olan ‘Tercüman-ı Ahval’dir ve 1860 yılında çıkmaya başlamıştır.

1600’ler nerede, 1860 nerede?

Gazeteler çıktı da ne oldu, başımız göğe mi erdi?

Hayır. ‘Gazeteci’ sıfatı her zaman kuşkulara yol açtı; özellikle de ülkeyi yönetenler gözünde… Kimse kendisine yakın fikirlere sahip yazarların yazılarından yararlanmaya bakmadı; onları okumadı bile… Buna karşılık, kendisinden farklı düşünen, değişik görüşler ileri süren, bazısı az bazısı çok muhalif yazılarla okur karşısına çıkan gazetecileri ise…

Yönetici kadrolar ‘tehlikeli’ saydı, hatta ‘düşman’ bildi…

Geçen yıl bu zamanlarda (2 Ekim 2015) o sırada yazdığım gazetedeki köşemde, bir meslektaşın fanatik birileri tarafından ‘darp’ edilmesi sonrasında kaleme aldığım yazıdan bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim.

Okuyalım:

“Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974) ‘Hüküm Gecesi’ romanında (1927 yılında yayımlanmıştır), İttihat ve Terakki iktidarı dönemini (1909-1913) Sada-yı Millet Gazetesi’nin genç başyazarı Ahmet Kerim’in gözünden anlatır.

“Ahmet Kerim, özellikleri tanıdık gelse de gerçek hayatta karşılığı olmayan bir roman kişiliğidir; adlarıyla siyasi ve edebi tarihimizde çok karşılaştığımız gerçek tipler de tarihte oynadıkları rollerle birlikte romanda yer alır.

“Roman kahramanının en yakın arkadaşı Ahmet Samim sözgelimi; 9 Haziran 1910 tarihinde İttihatçı sergerdeler tarafından öldürülmüştür. Sada-yı Millet Gazetesi başyazarıdır Ahmet Samim… Karaosmanoğlu, Samim’i gerçek hayatta olduğu gibi suikasta uğratarak öldürür romanda; buna karşılık, daha belalı günleri anlatabilmek için, roman kahramanı Ahmet Kerim’i biraz daha yaşatır.

Ahmet Samim başına geleceği bilmektedir; bunu yakın bir arkadaşına gönderdiği vasiyetini de içeren mektubundan anlıyoruz: ‘İttihat ve Terakki Cemiyeti idamıma hükmetmiş. İdam olunacağım. Bunu yarı resmi bir suretle tebliğ eylediler. Haberiniz olsun. Yalnız arkadaşlardan bir şey reca ediyorum. Bana Hasan Fehmi’ye yaptıkları gibi mükellef bir cenaze alayı tertip etmesinler. Demirci köyünde bir bayır tepesinde küçük ve garip bir köy kabristanı vardır; istiyorum ki, beni oraya defnetsinler.’

“Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909 tarihinde İttihatçı tetikçiler tarafından Galata Köprüsü üzerinde öldürülen ilk muhalif gazetecimizdir. Serbesti Gazetesi yazarıydı Hasan Fehmi ve dönemin siyasi iktidarı aleyhinde yazılarıyla tanınıyordu.

“Şimdilerde yakından tanıklık ettiği siyasi olaylarla ilgili hacimli eserleri yeniden yayımlanan gazetecilerden Ziya Şakir (1883-1959), 3 ciltlik ‘İttihat ve Terakki’ kitabı yanında, ‘Hürriyet ve İtilâf’ ile ‘Mahmut Şevket Paşa’ adlı eserlerinde en geniş yeri basın mensuplarının yaşadıkları sıkıntılara ayırmıştır.”

Osmanlı dönemi böyleydi de, Cumhuriyet farklı mı davrandı gazetecilere?

İstiklâl Mahkemeleri yalnız asker kaçakları için değil, biraz da muhalif gazeteciler için kurulmuştu.

Kalemler kırıldı; Ahmet Emin Yalman ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi gazeteciler yazamaz hale getirildi…

Muhalifin sesinin çıkamadığı ortamda ‘muvafık’ da ‘çağının tanığı olma’ özelliğini kaybeder.

Hoşgeldin Ali Bayramoğlu aramıza

Günümüz?

‘Darbe girişimi sonrası şartları’ mazeretiyle olanlar hepimizin bilgisi dahilinde; ancak ondan önce de, Türkiye, basın özgürlüğünde tavan yapmış ülkeler arasında sayılmıyordu.

Kalemlerinin boşluğu müthiş hissedilen o kadar meslektaş var ki…

Ali Bayramoğlu’na “Aramıza hoş geldin” diyorum.

* Bu yazı Fehmikoru.com'da yayınlanmıştır