Gazeteci Fehmi Koru, kendisine yönelik olarak "Müstear adıyla yazdığı yazıda, 'Elbette suikastçı FETÖ'cü olabilir, ama işlediği suikast FETÖ'cü olmak zorunda mı?' şeklinde tuhaf ötesi bir soru sordu. En tuhafı da, Associated Press (AP) foto muhabirinin o sergide bulunmasını isteyeni, öngörüsünden ötürü kutlarken ihsas ettiği 'külyutmaz' haliydi" ifadesini kullanan Yeni Şafak yazarı Salih Tuna'yı adını anmadan eleştirdi. "Güçlü iktidarlar iktidarı paylaşanlara güven duygusu aşıladığı için zihinleri tembelleştirir. İktidara yakın duranlarda da görülür aynı türden tembellik. Kalıplar ve motiflerle düşünme hakim olur, hatta bir süre sonra düşünme hassası da ortadan kaybolabilir" diyen Koru, "Tembelliğe alışanlar, başkalarının zihinlerinin çalışmasını.. beyinlerinin devrede olmasını, sorular sormasını hazmedemezler" ifadesini kullandı.
Fehmi Koru'nun "Trump’lı dünyada, bu yolun sonu, İslâm’ın ‘tehdit’ görülmesi ve ‘1 numaralı düşman’ ilân edilmesi olmasın?" başlığıyla yayımlanan (26 Aralık 2016) yazısı şöyle:
İntihar saldırısı ne demek, önce ona bir bakalım:
Eliyle pimini çektiğinde üzerine giydiği bombaları patlatarak kendisine ve çevresine ölümlü zarar verme eylemidir ‘intihar saldırısı’…
Ancak biliyoruz ki, üzerine bombaları kuşanan ve eylemi yapma konusunda öncesinde kendisini ısındırmış olan eylemci, son anda fikrini değiştirebilir diye, terör örgütleri bir de ‘uzaktan kumanda’ mekanizmasına başvuruyor.
Kendini patlatmayanı o kumandayla patlatmak için…
Son bir-iki yıldır ‘intihar saldırısı’ olarak kayıtlara geçen bazı eylemlerin, aslında ihtiyat mekanizmasıyla gerçekleştiği anlaşılıyor.
Can kıymetlidir çünkü..
El-Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin militanlarına kendilerini canlı bombaya dönüştürme konusunda telkinleri kolay da, dini motife yer vermeyen örgütler için bu çok daha zor. Onlar da, bu eksikliği, her ölenin ardından yaktıkları kahramanlık öyküleriyle gidermeye çalışıyorlar…
Zor olan, dini motifi bulunmayan, ardından destan-vâri kahramanlık hikâyesi de yazılmayacak bir eyleme insanları ikna etmek, intihara gönderebilmektir.
Bunu yapmak için de çeşitli yöntemler geliştirildiği biliniyor.
Özellikle yabancı istihbarat örgütlerinin bu sonucu sağlamaya yarayan çalışmaları 1950’lerden beri sürdürdükleri bilinmeyen bir şey değil. Milyonlarca dolar veya ruble harcanan deneyler bunlar…
Türkiye birden fazla terör örgütünün hedefi olan ve yukarıda çerçevesi çizilen eylem türlerinin herbirinin denendiği nadir ülkelerden biri… Daha henüz IŞİD başını çıkarmamışken, el-Kaide’nin birer hafta arayla ikiz eylemlerine maruz kalmıştık (2003). Şimdilerde yine dini motifle gaza getirilen IŞİD’in hedefinde Türkiye…
PKK da intihar eylemcisi bulabiliyor.
Darbe gecesinden biliyoruz; başkalarının canını almaktan çekinmeyen ve bu arada kendisini de ölümle yüz yüze getirebilen asker-sivil eylemcileriyle FETÖ örgütü var…
Rus büyükelçisi Andrey Karlov’u bunlardan sonuncusunun öldürttüğü, bunun için de Mevlüt Mert Altıntaş adlı genç bir polisi görevlendirdiği genel kabul görüyor.
Kendisini teslim olmaya ikna faaliyetine, “Ben buraya ölmeye geldim” dediğine ve öyle de olduğuna göre, MM Altıntaş’ın yaptığı da bir ‘intihar saldırısı’…
Eylemin hemen ardından iddia ortaya atıldı, bugün de kime sorsanız eylemden ‘FETÖ’nün suçlandığını göreceksiniz.
Suikastın hemen ardından eylemin neden yapıldığını sorgulayan birkaç yazı yazdım. “Şu sırada, Rusya’dan birini, büyükelçisini, Ankara’da, bir polise neden öldürtür bir örgüt?” sorusu eşliğinde…
Aynı soruyu “FETÖ bunu neden yapar?” biçiminde sormak da mümkün.
Sorun da zaten soruyu ‘FETÖ’lü sorunca çıkıyor.
Yoksa suikastın Türkiye üzerindeki etkisi belli: Şekerrenk olan Türkiye-Rusya ilişkisi özür dileyen bir mektupla farklı bir yörüngeye girmişti; suikast iki ülkeyi çok daha fazla yakınlaştırmaya yaradı.
Birlikte suikastın sorgulamasını yürütecek kadar…
Güçlü iktidarlar iktidarı paylaşanlara güven duygusu aşıladığı için zihinleri tembelleştirir. İktidara yakın duranlarda da görülür aynı türden tembellik. Kalıplar ve motiflerle düşünme hakim olur, hatta bir süre sonra düşünme hassası da ortadan kaybolabilir.
Tembelliğe alışanlar.. başkalarının zihinlerinin çalışmasını.. beyinlerinin devrede olmasını.. sorular sormasını hazmedemezler…
Hele bir de ‘yaftalama’ kolaylığı varsa…
O tuzağa düşmek niyetinde değilim.
Gördüğümü ve düşündüğümü yazmaktan kaçınamam.
Türkiye şu sırada geleneksel rotasından sapmaya zorlanıyor. Bunun için kullanılan en etkili mekanizma, 15 Temmuz uğursuz darbe girişimiyle kötülükleri cihana nam salan FETÖ örgütü…
“FETÖ yaptı” denildiğinde akan sular duruyor…
Ben burada sadece “Olabilir, ama yine de ‘acaba?’ diye sormak lâzım” ihtiyatını tavsiye ediyorum.
Olabilir, çünkü işin içine ‘dini motif’ girdiği için insanları belli bir yöne sevk etmesi –teorik açıdan– mümkündür FETÖ türü örgütlerin… Ancak yine de ihtiyatı elden bırakmamak ve sonunda bir tek o kalana kadar başka ihtimalleri teker teker elemek şartıyla…
Hürriyet gazetesinden Banu Şen tetikçinin ablasıyla görüştü. Abla yalnız kendi bilgi ve hislerini aktarmakla yetinmemiş, annesi ve babasının tepkilerini de yansıtmış…
Aktarılan o bilgi ve hislerden nasıl bir tetikçi görüntüsü çıkıyor?
Daha doğrusu bir tetikçi görüntüsü çıkıyor mu?
Eylemi bilmesek, fotoğraflarından eylemcinin davranışını kendi gözlerimizle görmüş kadar olmasak, ablanın anlattıklarına bakarak, sadece ondan hareketle, “MM Altıntaş bunu yaptı” sonucunu çıkarabilir miyiz?
Ben çıkaramadım da…
Ama Büyükelçi Karlov’u o öldürdü.
İşin ilginç tarafı, neredeyse eş-zamanlı olarak Berlin’de kalabalık bir pazar-yerinde insanların üzerine kamyon süren Tunuslu genç de ‘Müslüman eylemci’ profiline tam oturmuyor.
Orlando’da (ABD), Brüksel’de, Paris’te kan döken eylemcilerin de durumu aynı…
Dini hassasiyetleri olduğu bilinmeyen, çoğu ufak tefek cürümler işlemiş gençler onlar…
MM Altıntaş’ın polis olması da durumu farklılaştırmıyor.
Gün geçmiyor ki, Avrupa ve ABD’de ‘Müslüman’ kimlikli tetikçiler ‘cihad’ motifli cinayetler, suikastlar işlemesin…
“Onları bırakalım, biz kendimizinkine bakalım” denilebilir; tamam, ama o eylemlerin faturası, kimlikleri sebebiyle, bizlere de çıkartılıyor.
Konuya biraz daha geniş bir açıdan yaklaşmak.. Türkiye’yi zemin kaymasına uğratmak gibi, İslâm Dünyası’nı da tarihin dışına itmeyi amaçlayan bir büyük plan olup olmadığını araştırmak gerekir.
Trump’ın eylemlere verdiği tepkiye bakınız…
Baktım ve şu soruyu soruyorum: Önümüzdeki dönem İslâmiyet’in ‘1 numaralı düşman’ ilân edileceği bir dönem olmasın?
Hiç değilse o hengâmeye kendi elimizle malzeme üretmeyelim derim…