Fehmi Koru*
Bugün burada siyaset yok, futbol var; futbolu da Fenerbahçe ekseninde konuşacağız.
En sonda siyasi bir tespitim olabilir.
Tuttuğunuz takım UEFA Avrupa Ligi’nde play-off maçı için sahada, siz de bunu izlemek üzere evde televizyon karşısına kurulmuşsunuz…
Stad da, öyle anlaşılıyor ki, yarı yarıya boş zaten…
Maç daha 15 dakikasını doldurmamışken elinize kitap alıp onun sayfalarına dalarsanız bu ne demektir?
Dün gece benim için durum buydu.
Makedonya’nın Vardar takımının sergilediği oyun için maçı izleyebilirdim, ama yüreğim kaldırmadı.
Fenerbahçe ligin ilk maçı için Göztepe ile karşılaştığında, İzmirli ve eski Göztepeli damarımın kabardığını, sahadan Göztepe’nin galip ayrılmasını arzuladığımı fark etmiştim.
Düşünün, sahaya çıkan 11’inden 9’u bir gün öncesine kadar aynı takımda oynamamış futbolculardan oluşuyordu Göztepe takımı; hazırlık maçları yorgunu FB karşısında hepsi aslan kesiliverdi.
Kazanacağı maçı berabere bitirdi Göztepe.
Vardar kendi sahasında 2-0 yendiği FB’yi Kadıköy’de de hüsrana uğrattı: 2-1…
Ne diyebilirim ki?
Zaman zaman biraraya geldiğimizde FB’li olmakta birleştiğimiz için futbol da konuştuğumuz dostlarla aramızda fark oluşmaya başladı.
Onlar vaktiyle takımda gol krallığına yükselmiş.. teknik direktör olarak takıma şampiyonluklar yaşatmış.. görev aldığı Konyaspor’u dişli bir takım haline getirmeyi bilmiş.. eski hocaya dönülmesini sevinçle karşıladı.
Ben ise, şahsına saygı duysam ve eski başarılarını takdir etsem de, yapılanın yanlış olduğunu düşünüyorum.
Şampiyonluk yaşattığı takımdan bileti kesilerek ayrılmak zorunda bırakılmış hocanın ikinci dönüşünün işe yaramayacağını düşündüğümden…
Ancak sezonun başlarında yaşanılan hayal kırıklarına bakarak şunu söyleyebilirim: Bu kadarını ben bile beklemiyordum.
Futbol izleyiciler açısından seyirlik olduğu kadar, oyuncular açısından keyif almaya da yarayan bir uğraş alanı.
Kendinizi oyuncunun yerine koyun: Takım içine kabul edildiğinize göre becerinizi ispatlamış birisiniz; bütün yapacağınız sağlığınıza ve her daim güçlü olmanıza dikkat ederek becerinizi takım arkadaşlarınızla birlikte sahaya yansıtmaktan ibaret…
Fenerbahçe hepsi de başarılı oyunculardan oluşuyor, ama futbolcular takım halinde oynamayı biliyor mu?
Seyircinin ıslık ve alkışla mukabele ettiğine bakarak bazı oyuncuların kötü, bazılarının ise iyi oynadığına hükmetmeyiniz. FB takım olarak iyi oynamıyor.
Milli takımımız önümüzdeki günlerde İzlanda ile yeniden karşılaşacak. İzlanda milli takımı herbiri esnaf ve çoğu amatör mütevazı oyunculardan oluşuyor; ama tek bir futbolcusu onların topunun piyasa değeri kadar eden Türkiye ile her karşılaşmasında, endişeye garkolan bizler oluyoruz.
Çoğu kez İzlanda’ya yeniliyoruz da.
Bir galibiyetleri sonrasında, İzlanda milli takımının teknik direktörü, “Rakibimizin son birkaç maçını videodan izledim, hep aynı biçimde oynadığını görünce o oyun tarzını boşa çıkaracak bir taktik oyunla karşılarına çıktım, sonuç ortada” anlamına gelen bir açıklama yapmıştı.
Vardar’ın hocasına da mikrofon uzatılsa Fenerbahçe için benzer sözler sarf edebilir.
Yorumcuların neredeyse tek ağızdan uyarmalarına rağmen bir hafta önce Makedonya’da yenilen kadroyu yeniden sahaya sürdü teknik direktör.
Herhalde yorumculara yanıldıklarını ispat için.
Teknik direktörü suçluyorum, ama sorumlunun o olduğundan da o kadar emin değilim. Takımın başında kendisini hocaların da üstünde gören ve onları takım teşkili ile uygulanacak taktikler konusunda yönlendirdiğini övgüyle anlatan bir başka sorumlu daha var çünkü.
İnsanın içinden “Hiç değilse güzel oynayıp yenilselerdi” düşüncesi geçiyor.
Evet, güzel yenilgilere de hasret FB taraftarları.
Beşiktaş güzel oynuyor. Galatasaray bu yıl futbola kalite getirdi. Başakşehir UEFA Şampiyonlar Ligi’nden elense bile, takdir edilecek bir oyun sonucu yenilerek elendi.
Vardar’ı küçümsediğim sanılmasın; tam tersine, iki maçta da kalitesini ve futbol aklını sergileyen genç oyunculardan oluşan bir takım olduğunu gördük.
Futbol bir sektör, takımlar hala amatörlerce yönetiliyor, neden?
Premier League’de, İngiltere’de, izleyenler bilecektir, ön sıradaki takım her yıl değişiyor. Önceki yıl, küçük bir kent takımı olan Leicester liderliği ele geçirmiş, şampiyonluk adayı diğer takımlara nal toplatmıştı. Geçen yıl bayağı arkalarda kaldı Leicester ve şampiyonluğu Chelsea ele geçirdi. Bu yıl ise daha dişli hale gelmiş Manchester takımlarından biri zirveyi zorlayacağa benziyor. Mesut Özil’li Arsenal de fazla iddialı görünmüyor.
Neden İngiltere’yi örnek verdim?
Şundan: Oradaki takımlar bir şirket aslında. Başarı veya başarısızlığın parasal karşılığını gören birer patronu var herbirinin. Bizdeki gibi, kendisini her seferinde seçmeye hazır, başarı veya başarısızlıktan etkilenmeyen delegeler hakimiyetinde değiller.
Attığı her adım, verdiği her karar, takımın patronuna, kazanç veya kayıp olarak dönüyor.
Takımın borcu da patronun borcu.
Bizde her takımın her yıl artan borcunu kimin yaptığını biliyoruz; ama o borcu ödeme yükümlülüğü kimin sırtında?
Türkiye’de futbolun durumu Türkiye siyasetinden pek farklı değildi; Fenerbahçe son birkaç yıldır diğer takımlardan ayrı düşerek arayı açıyor ve ‘kendine özel’ bir durum haline geliyor.
Siyasetimiz de galiba başka ülkelerden ayrışmaya başladı.
İyiye alamet değil.
Bu yazı fehmikoru.com'da yayımlanmıştır