Fethiye Çetin: Korkular isimleri gizliyor

Fethiye Çetin: Korkular isimleri gizliyor
Fethiye Çetin Ayşe Gül Altınay'la beraber kendisi gibi olan mühtedi torunlarıyla görüştü ve Torunlar kitabı yazdı.Yazar Fethiye Çetin, 2004'te anneannesi Heranuş'u anlattığı Anneannem kitabındabir mühtedi torunu olduğunu açıklamıştı. Yani, anneannesinin başka birdine mensupken sonradan Müslüman olduğunu. Şimdi, Sabancı Üniversitesiöğretim üyesi Ayşe Gül Altınay'la birlikte Fethiye Çetin, kendidurumunda olan mühtedi torunlarıyla görüştü, dört yıl sürenaraştırmaları Metis'ten çıkan Torunlar kitabında bir arayagetirdi. 1915'te ya da öncesinde Müslümanlaştırılarak Anadolu'da kalmışErmeni çocuklarının hikâyelerini torunlarının ağzından anlatan kitapta,sadece iki torun kendi isimleriyle yer alıyor. Diğerleri ise, aradanyıllar geçse bile, korkular nedeniyle isimlerini gizlemek istemiş. - Anneannem'den sonra şimdi de Torunlar... Bu projeyi birlikte kotarma fikri nasıl doğdu? F.Ç: Anneannem'inyayımlanmasıyla birlikte çok sayıda 'torun' beni buldu. Anlatacakhikâyeleri vardı ve bu hikâyeleri paylaşabilmek için kimi kez akılalmaz yöntemler de kullanarak bana ulaştılar. Birbirinden acı vehüzünlü bu hikâyelerin çokluğu, çeşitliliği yanında, anlatacak hikâyesiolanların bu hikâyelerini paylaşmadaki istekliliği ve heyecanlarınınyoğunluğu dikkatimi çekti. Ayşe Gül, Müge (Gürsoy Sökmen) ve Nadire(Mater) ile buluştuğumuz bir gün, bu konuyu konuştuk. Torunlar bu buluşmada şekillendi. A.G.A: "Bir kitap okudum, hayatım değişti," sözü benim açımdan Anneannem için geçerli. Anneannem kitabından ve aynı dönemde yayımlanan Sofranız Şen Olsun'dan (Takuhi Tovmasyan) ve Osman Köker'in Sireli Yeğpayris (Sevgili Kardeşim)sergisinden yola çıkarak 2005 yılında düzenlenen Ermeni konferansındabir sunum yaptım. Bu üç çalışmayı çok önemsemiştim çünkü onlarlabirlikte, bir çeşit 'tezler savaşı'nın hâkim olduğu (Ermeni tezi mikazanacak, Türk tezi mi?) ve tüm yanıtların 'arşiv'de arandığı birtartışmaya anneanneler, yemekler ve kartpostallar katılıyordu. Busüreçte aslında Fethiye gibi ne kadar çok 'torun' olduğunu vehikâyelerini paylaşmak istediklerini keşfettik. Devam eden aile sırları- 1915'ten sonra hayatta kalan Ermeniler daha çok hangi yöntemlerle hayatta kalmış? F.Ç:1915'te Ermeni kadınların bir kısmının Müslüman erkeklerce eş veyaikinci eş (kuma) olarak, çocukların ise yine Müslüman ailelerce koruma,işgücünden yararlanma ya da istismar amacıyla alındığını görüyoruz.Bütün bu hayatta kalma biçimleri, çok az istisnai durum hariç,Müslümanlaşarak mümkün oluyor. A.G.A: Aslında bu çalışmanın bizi en çok şaşırtan yanlarındanbiri, hayatta kalma biçimlerinin çeşitliliğiydi. İlk baştagörüşeceğimiz 'torunlar'ın tek başına Müslüman ailelere girmişErmenilerin torunları olacağını varsaymıştık. Fakat bu tür hikâyelerinyanı sıra, teker teker hayatta kalıp birbirini bulan veya birbiriylebuluşturularak evlenenlerin de hikâyelerini dinledik; bir süre sonraErmeni veya Süryani olarak Türkiye'de veya Türkiye dışında yaşamayadevam edenlerin de... - Neden kızlar ve oğullar değil de, torunlar. Hayatta olmadıkları için mi? F.Ç:Bu nineler-dedeler yıllarca acı hatıralarını içlerinden tekrarlıyorlarya da en yakınlarının kulaklarına fısıldıyorlar. Hikâyeler genellikle'aile sırrı' olarak gizleniyor ama unutulmasına da izin verilmiyor.Kulaktan kulağa, özellikle ailenin kadınlarından kadınlarına akarakgünümüze ulaşıyor. 1915'i yaşayan ilk kuşak, yaşadıkları felaketinbüyüklüğünden ve bunun ruhlarında açtığı yaranın derinliğinden vekorkudan olsa gerek, suskunluğa büründüler. İkinci kuşak, yani onlarınçocukları bu suskunluğu devam ettirdi. Bu suskunluğu kıran vededelerinden ninelerinden devraldıkları acı hatıraları sese dönüştürentorunlar oldu, torunlar konuşmaya başladı.- Nineler, dedeler hiç anlatmamışlar mı eski zamanlarını, ailelerini, yaşadıklarını? A.G.A: Buradada büyük bir çeşitlilik söz konusu. Bazı nine ve dedeler 1915'teyaşadıklarını ve 1915 öncesi hayatlarını çocuklarına ve torunlarına çokçarpıcı ayrıntılarla aktarmışlar, bazıları ise hiçbir şey aktarmamış.Aktarmayanların neden aktarmadıklarını bilemeyiz, hayatta olmadıklarıiçin onlarla konuşma olanağımız yok. Korktukları için de konuşmamışolabilirler, konuşmak çok zor olduğu için de. Görüştüğümüz kişiler,nine ve dedelerinden dinlediklerine veya okuduklarına, öğrendiklerinedayanarak 1915'te olanları çok farklı biçimlerde ifade ettiler.Kullandıkları kavramlar "kafile/kafle", "sevkıyat", "tehcir","götürme", "göç", "sürgün", "katliam", "soykırım", "o günler"... Konuşmak hala zor- Ermeni bir dedeye ya da nineye sahip olmak, hâlâ anlatılması güç bir şey mi? F.Ç:Çok sayıda torunla konuştuk ancak bunlardan pek azı hikâyesinikaydetmemize izin verdi. Anlatıcıların kimliklerinin bilinmeyecek oluşudahi korku ve kaygıları gidermeye yetmedi. Bu durum, 1915'i, kamusalalanlarda ve alenen ninelerimizin dedelerimizin acıları üstündenkonuşabilmenin bile hâlâ ne kadar zor olduğunu gösterdi. - Bütün mühtedilerin yardımsever olduğu anlatılıyor kitabınızda. A.G.A: Bazıtorunlar ninelerinin-dedelerinin sevilmeyen özelliklerinden debahsediyorlar ama haklısınız, ağırlıklı olarak onların olumluözelliklerine vurgu var. Bunun birkaç sebebi olabilir: Nineler-dedelerkendilerini 'yalnız' ve 'farklı' hissettikleri için kabul görmek adınaözellikle yardımsever, çalışkan, titiz olmuş olabilirler. Veya torunlaronlara duydukları sevgi ve şefkat duyguları nedeniyle bu yanlarını önplana çıkarmayı seçmiş olabilirler. - Dinlediğiniz hikâyelerde ne tür benzerlikler keşfettiniz? A.G.A: Tümhikâyelerde karşımıza 'suskunluk' ve onun verdiği acılar çıktı. Bazıtorunlar nine ve dedelerini tanımamış bile. Ama onların varlığı ya daonların varlığının etrafındaki sır perdeleri, ailelerinin bu konuyugizleme çabaları hayatlarını derinden etkilemiş. Korku da tümhikâyeleri birbirine bağlayan ana temalardan, duygulardan biriydi. "Ninemin-dedeminErmeni olduğu açığa çıkarsa..." korkusu, bu yüzden dışlanma korkusu,devlet şiddetine veya ayrımcılığa maruz kalma korkusu pek çok kişitarafından tartışıldı. Bir kişi, son dakikada hikâyesini kitaptançekti. İsminin yayımlanmayacak olması bile yaşadığı korkuyubastıramıyordu. Bir kısmı için bu korkuların gerçek hayattakarşılıkları da vardı. Nine-dedelerinin Ermeni olması nedeniyleayrımcılığa uğramışlar, aşağılanmışlar, işlerini kaybetmişler veya işbulamamışlardı. Birisi bu 'öteki kimliğinin' keşfedilmesinden korkupnasıl 'soğuk terler' döktüğünü, 1980 sonrasında da bu yüzden MülkiyeMüfettişliği görevinden alındığını anlattı, mesela. - Neden çoğu isim gizli? F.Ç: Bu her birimizin kendimizesormamız gereken bir soru. Bu hepimizin ayıbı. Neden isimler hâlâgizli, neden bu hikâyeleri anlatırken insanlar bu kadar zorlanıyor?Aradan bu kadar yıl geçmişken neden biz hâlâ bu hikâyeleri gerçekisimlerle değil de rumuzlarla yayımlamak zorunda kaldık? Bu durumunoluşmasından ve hâlâ sürüyor olmasından kimler sorumlu? Benim de busorumlulukta bir payım var mı? Bu soruları hepimizin sorması gerekiyor.- Kitabınızda acıları yarıştırmamaya özen göstermişsiniz. Ama elbette dinlerken, yazarken zorlanmışsınızdır... Yanılıyor muyum? F.Ç:Dinlerken de zorlandık, yazarken de. Dinlerken de ağladık, yazarkende... Her bir hikâyeyi yüksek sesle okuma yöntemini denediğimiz sonokumalar sırasında dahi zaman zaman sesimizin titremesine, gözlerimizindolmasına engel olamadık. Torunlar'ı yazarken Hrant Dink'i kaybetmek...- Torunlar'da, geçmişteki acıları tanıyarak bunların bir daha yaşanmaması için bir davet var sanırım. A.G.A: Görüştüğümüztorunların önemli bir kısmının hikâyesinde bir çokkatmanlılık var. Tümacıları, tüm deneyimleri, hiyerarşi gözetmeden ciddiye almaya, farklıacılar arasındaki ilişkileri görmeye ve hepsini birden ortadankaldırmaya bir davet var. Biz bu çalışmaya devam ederken, bu davetinTürkiye'deki en güçlü seslerinden biri, sevgili Hrant Dink bizdenzalimce koparıldı. Uluslararası Hrant Dink Vakfı'nın Vicdan Filmleriçalışmasında da kullanılan bir sözü var Hrant'ın: "Sağduyunun, vicdanınsesi suskunluğa mahkûm edildi. Şimdi o vicdan çıkış yolu arıyor." Torunlar kitabının bu arayışa mütevazı bir katkı sunması en büyük temennimiz. F.Ç: Ayşe Gül'ün söylediklerine şunları da eklemek istiyorum.Anneannem, o günleri anlatırken her acılı anının arkasından bir süresuskunluğa bürünür ve sonra "O günler gitsin geri gelmesin," derdi. Ogünlerin gitmesi ve geri gelmemesi, öncelikle o günlerin hatırlanması,o günlerde yaşananların bilinmesiyle mümkün. O günlerde yaşananacıların ve kayıpların yasının tutulmasıyla mümkün. Hikâyeler bize,travmatik anıları sese dönüştürme, hatırlama, anlama, öğrenme, birlikteyas tutma yolunda önemli fırsatlar sunuyor.