Kemal Göktaş*
Yazar ve yöneticilerimiz hakkındaki iddianame, gazetecilik faaliyetlerinin zorlama yorumlarla terör örgütleriyle ilişkilendirilmesi gibi beyhude bir çaba etrafında örülüyor.
Türkiye’de hukuk hiçbir zaman parlak bir dönem yaşamadı. Yargının “tarafsızlığı” ve “bağımsızlığı” hep kağıt üstündeydi. Sıkıyönetim mahkemelerinden DGM’lere varana kadar adaletin mezar kazıcılığını yapan çokça yargı mensubu gördü bu ülke. Yine de demokratik bir hukuk devleti taklidi yapan bir ülke olmanın getirdiği bazı boşluklar ve hukukun şekli uygulanışına gösterilen “özen” söz konusuydu. Bir kere hakimler ve savcılar yaptıkları işi “kitabına uydurmaya” çalışırlardı. Yargıtay’ın örgüt suçlarına ilişkin somut kriterlerine sığınırlardı bu dönemde.
İşin sonunda ortaya çıkacak iddianamenin ya da karar metninin en azından meslektaşlarınca ayıplanmaması önemsenirdi. Geçmiş dönem hukukunu hayırla yad etmek değil derdimiz. Bir hukuk devletinde olmadık hiç bir zaman ama bu kadar uzağına da düşmemiştik. Durum bu kadar vahimken bir kıyas gerekiyor, halimizi anlatmak için yine de... Zekeriya Öz ile simgeleşen cemaat yargısından bu yana hukukun şekli de olsa “adalet”le irtibat diye bir kaygısı kalmadı. Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri için hazırlanan iddianame de bunun örneklerinden biri oldu. Cumhuriyet iddianamesinde ne var sorusunun tek yanıtı şudur: “
İktidarı rahatsız eden haberler, yorumlar alt alta konularak ‘terör örgütüne yardım’ suçlaması yöneltilen kara bir metin.” İddianame, gazetecilik faaliyetlerinin zorlama yorumlarla terör örgütleriyle ilişkilendirilmesi gibi beyhude bir çaba etrafında örüldüğü için ortaya çıkan metnin şaşırtıcı bir tarafı yok. Bu metnin muhatabı sadece Cumhuriyet değil. Bu ‘kripto’ iddianame ile ‘Yönetenlerin hiçbir icraatını eleştiri konusu yapamazsın, onları rahatsız eden haberleri yayınlayamazsın. İnsan hakları ihlallerinden zinhar söz edemezsin. Bunları yaparsan terör suçlusu olursun’ mesajı veriliyor topluma ve gazetecilere. İddianamenin bir mesajı da medya patronlarına: Yayınlanan haber ve yorumlardan ötürü siz de teröre yardımla suçlanabilirsiniz. Öyle eski günlerdeki gibi sadece muhabir veya sorumlu yazı işleri müdürü değil, gazetenin sahibi de okka altına gider. Savcılığın, haber ve yorum dışında bulduğu tek “delil”; “şüphelilerin” Bylock kullanıcılarıyla irtibatları olduğu iddiası. Türkiye’de herhangi bir telefon kullanıcısının 215 bin Bylock kullanıcılarından biri ya da birkaçıyla bir şekilde ‘irtibatta’ görünmesinin, yani rehberinde kayıtlı olmasının veya SMS alışverişi olmasının ya da telefon görüşmesi yapılmasını olağan olduğu gerçeğine rağmen, bu bulgu delil diye konulmuş iddianameye. Herhangi bir AKP ilçe yöneticisinin iletişim kayıtlarında bunun 100 katı irtibat çıkacağı da açıkken üstelik... Dikkat edin, hiçbir Cumhuriyetçi’de Bylock çıkmamış, bula bula bu “irtibatı” delil diye sunmuşlar. Bunu akleden savcı ya da polis müdürü “buldum, buldum” diye bağırmış mıdır acaba?
Soruşturmayı başlatan savcının yurt dışına çıkması yasaklanmış ve müebbet hapisle yargılanan bir FETÖ sanığı olduğunun ortaya çıkmasıyla soruşturma zaten çökmüştü. FETÖ sanığı savcının adı yok ama ruhu iddianamede geziyor. Onun eseri olan tutuklamaya sevk kararındaki bütün suçlamalar iddianameye alınmış. Sadece savcının ruhu değil, başka “ruh”lar da var iddianamede gezinen. Bütün yayın hayatını Gülen cemaatiyle ve türevleriyle mücadeleyle geçirmiş Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticilerinin “şüpheli” olduğu dosyada eski FETÖ’cüler, hükümet destekçisi Aydınlıkçılar, neden gazeteci denildiği belli olmayan operasyoncular, şimdiye kadar işe yarar tek haber yazamamış basiretsiz gazeteciler sıraya girip Cumhuriyet aleyhine ifade vermiş!
İddianame Ahmet Şık’a giydirilmek istenen FETÖ gömleğinin dar geldiğinin de ispatı olmuş. Ahmet’i “FETÖ propagandası yapmak” gibi kargaların bile gelmeyeceği saçma bir suçlamayla tutuklayanlar bundan vazgeçmişler. Ona şimdi giydirmek istedikleri gömlek ise haber ve tweetleriyle PKK ve DHKP-C’ye yardım ettiği iddiası. Oysa Ahmet ne FETÖ propagandası yaptı ne de herhangi bir örgüte yardım etti. Ahmet’in, sadece ve sadece hakikatin peşindeki cesur bir gazeteci olduğunu onlar da biliyor bilmesine de ah şu HSYK yok mu?