Darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik olarak başlatılan soruşturma kapsamında tutuklanan eski Yargıtay üyesi Z.T, savcılığa verdiği ifadede "Ben lise yıllarımdan beri Risale‐i Nur (Saidi Nursi) hareketiyle ilgiliyim. Çünkü ben üstadımız Bediüzzaman Saidi Nursi hazretlerinin talebeleri olan (verdiği isimleri açıklamıyorum) abi gibi kişilerle aynı yerde kalmış ve hizmet etmişimdir. Biz Risale‐i Nur'a sadık olarak devletimize ve milletimize sahip çıkmışızdır" dedi. “Ayrıca biz 1999 yılından itibaren cumhurbaşkanımız Pınarhisar Cezaevi'nde yattığı dönemden beri kendisi ile sürekli görüşürdük" iddiasını ileri süren Z.T "Cezaevinde ailece haftada bir mutlaka, 15 günde bir ailece ziyaretlerimiz olurdu. Kendileri cezaevinden çıktıktan sonra eşimin eczanesine birkaç defa gelmişliği vardır" diye konuştu.
Z.T'nin ifadesini aktaran Sözcü yazarı Emin Çölaşan'ın "Dünya liderimiz ne demek istedi" başlığıyla yayımlanan (20 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, çok sayın ve muhterem dünya liderimizin dünkü gazetelerde (her zaman olduğu gibi) yer alan bazı önemli sözleri vardı. Konumuzla ilgili bölümleri özetliyorum: “Cezaevindeki (FETÖ'cü) örgüt mensuplarından şu anda içeride (cezaevinde) olanlardan çok iyi tanıdıklarım var. İtirafçı olarak ortaya çıkıyorlar. Fakat bunlar doğru konuşmuyor.
İtirafçı diyerek ortaya çıkarken bunlar gayet iyi aldatmacayı oynuyorlar. En tehlikeli olan da bu. Çünkü bunların bir kısmıyla benim zamanında (yani geçmişte) baş başa görüşmelerim olmuştur. Başbakanlığım zamanında. Şimdi itirafçı olarak söyledikleri ile o zaman bana söylediklerine baktığım zaman tamamen aykırı ifadeler. Bu oyuna asla gelmemek gerekiyor. Hiç kimseden çekinmemize gerek yok.”
***
Dün onun bu sözlerini okuyunca kafama bazı sorular takıldı!.. Sayın dünya liderimiz niçin durup dururken bu konuya dalmış, cezaevindeki FETÖ'cüleri ve içlerinde itirafçı olanları gündeme getirmişti? İtirafçı olanları niçin suçluyor ve bunların aldatmaca oynadığını söylüyordu? Bunlar kimi aldatıyordu, amaçları neydi? İşin daha da ilginç bir yanı vardı. Sayın dünya liderimiz FETÖ'cülerin bazılarını geçmişte, başbakanlığı döneminde iyi tanıdığını, başka bir deyişle aralarında yakınlık olduğunu durup dururken niçin açıklamak zorunda kalmıştı? Bu konularda acaba bir sıkıntısı mı vardı, ya da gelecekte zor durumda kalmaktan mı endişe ediyordu? Doğrusunu isterseniz bu soruların hiçbirine yanıt verecek durumda değilim. Ancak ortalıkta sayın dünya liderimiz açısından beklenmeyen bir durum olduğunu tahmin edebiliyorum. (Benim vatandaş kafam ancak bu kadarını algılayabiliyor!)
***
Dün onun bu sözlerini okuduktan sonra aklıma bir belge geldi. O belgeyi haftalar önce okumuştum ama yazmaya değer bulmamıştım. Ancak şimdi öyle değil.
Günlerden 3 Ağustos 2016. AKP döneminde Yargıtay üyesi seçtirilen, 15 Temmuz sonrasında ise FETÖ'cü olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan (ve tamamı tutuklanan) Yargıtay üyelerinin sorgusu Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nde yapılıyor. Hepsi de doğal olarak masum olduklarını savunuyor. Hatta bazıları biraz da yağcılık ve yalakalık yapıyor. İşte onlardan biri olan Z.T.'nin ifadesi. (Tutanaklardan özetliyorum.)
***
“Benim ismim ... Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyesiyim. Suçlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Bu bana hakarettir. FETÖ ile uzaktan yakından ilgim olamaz.”
Sonra ilginç bir konuya değiniyor. İşte size bir Yargıtay üyesinin kafa yapısı: “Çünkü ben lise yıllarımdan beri Risale‐i Nur (Saidi Nursi) hareketiyle ilgiliyim. Çünkü ben üstadımız Bediüzzaman Saidi Nursi hazretlerinin talebeleri olan (verdiği isimleri açıklamıyorum) abi gibi kişilerle aynı yerde kalmış ve hizmet etmişimdir. Biz Risale‐i Nur'a sadık olarak devletimize ve milletimize sahip çıkmışızdır.” Burada bir yanılgıyı, hatta yalanı düzeltmek gerekiyor. Fetullah, Saidi Nursi'nin izinden giden bir Nurcudur. Nur hareketi ile Fetullah hareketi aynı yolun yolcusudur.
***
Şimdi yine gelelim tutuklu Yargıtay 3. Ceza Dairesi Nurcu üyesinin mahkemedeki ifadesine. Yine tutanaktan veriyorum:
“Ayrıca biz 1999 yılından itibaren cumhurbaşkanımız Pınarhisar Cezaevi'nde yattığı dönemden beri kendisi ile sürekli görüşürdük. Cezaevinde ailece haftada bir mutlaka, 15 günde bir ailece ziyaretlerimiz olurdu. Kendileri cezaevinden çıktıktan sonra eşimin eczanesine birkaç defa gelmişliği vardır. Fakat ben bunları hiçbir zaman suiistimal etmedim. Başbakan olduktan sonra yine görüşmelerimiz devam ediyordu. Kendisinin bilhassa bayramlarda bizi arayarak onurlandırdığı çok olmuştur.
Cep telefonu (numarası) olmasına rağmen cumhurbaşkanımızı, başbakanlığı döneminde aramamışım çünkü rahatsız edeceğimi, devletin ve milletin işlerini aksatacağımı düşündüğümden dolayı böyle bir şey yapmadım... Yargıtay üyeliğine seçileceğim zaman da yine cumhurbaşkanımızın beni tensip buyurmasıyla (uygun görmesiyle) ben Yargıtay üyeliğine geldim.
Biz sadece sayın cumhurbaşkanımızın işaretiyle hareket ettik. Son olaylarda “Sokağa çıkın” demesiyle yakınlarımın sokağa çıkmasını sağladık...”
***
Sözü yine 15 Temmuz'a getirip ifadesini sürdürüyor. Yine tutanaklardan veriyorum:
“Paralel devlet yapılanmasıyla uzaktan yakından ilgim olmadığı gibi hatta cumhurbaşkanımıza yakınlarından biri vasıtasıyla bir haber ilettim. Dedim ki “Cumhurbaşkanımızın eğer benimle ilgili bir tereddüdü, bir problemi varsa, hiç emekliliği hak etmediğim halde ben (Yargıtay üyeliğinden) istifa edebilirim” dedim. Kendisinin de “Hayır, biz Zülfikar'dan memnunuz. Eğer keşke hepsi Zülfikar gibi olsaydı” cümleleri bana iletildi... Tutukluluğumun kaldırılmasını arz ederim.”
***
Tutukluluğu kaldırılmamış. Şimdi, yazının başında sorduğum önemli soruları bir kez daha soruyorum: Bu kafaları Yargıtay üyeliğine seçtiren sayın dünya liderimiz acaba bu ve benzeri savcılık ve mahkeme ifadelerinden mi rahatsız oldu da o sözleri söyledi? Gelin de anlayın bakalım!