"FETÖ'cü bakan kim, MEB Müsteşarı o dönem niye şikâyet etmedi?"

"FETÖ'cü bakan kim, MEB Müsteşarı o dönem niye şikâyet etmedi?"

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Müsteşarı Yusuf Tekin'in 2013 yılında bir bakanın kendisini "Fethullah Hoca'nın selamı var. Tayyip Bey seni Milli Eğitim Bakanlığı'na müsteşar olarak alacak, seni uyarıyoruz. Gidersen, kabul edersen seni rezil edeceğiz, insan içine çıkamaz hale getireceğiz" diyerek tehdit ettiği yolundaki iddiasıyla ilgili olarak "Madem böyle bir şey oldu, o gün yapması gereken savcılığa şikâyette bulunmaktı. Hadi o gün FETÖ her yere hâkim diye korktu diyelim, 17–25 Aralık’tan sonra bunu niye yapmadı? Darbe girişiminden hemen sonra aklı neredeydi?" diye sordu. Yılmaz, "Fetullahçı bakan kimdi" ifadesini kullandı.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Birlik olacağız da nasıl?" başlığıyla yayımlanan (3 Ocak 2017) yazısı şöyle:

Terör saldırılarının ardından nelerle karşılaştığımızı artık ezbere söyleyebilecek kadar bilebiliyoruz.

Yetkililer konuşuyor: Terörü yok edeceğiz, kaynağında ezeceğiz, döktükleri kanda boğulacaklar, yılmayacağız, teslim olmayacağız, bununla yaşamaya hazır olalım.

Aynı yetkililer ne yapmamız gerektiğini de söylüyorlar: Bunlar birliğimize düşman, aman birliğimizi bozmayalım. Soğukkanlı olalım, bir olalım, bizi birbirimize düşürmek isteyenlere geçit vermeyelim vs.

Ama nedense bir türlü “birlik” de olamıyoruz.

Memleketin Anayasa’sı, yönetim sistemi değişiyor. Bunu yaparken birlik olmamız gerekmiyor mu?

Hayır, gerekmiyor, iki parti anlaştı, TBMM’de konu doğru dürüst konuşulamadı bile.

Konuşacak milletvekillerini susturdular, bir bölümü zaten hapiste.

Memleketin bir yarısı kendini dışlanmış, itilmiş hissediyor ama büyüklerimiz birlik olduğumuzdan söz ediyorlar.

Söz edebiliyorlar, çünkü aslında “birlikten” anladıkları şey, onların her dediğini kabul etmek.

Söylediklerini kabul etmezsen, birliği de sen bozmuş oluyorsun, onlar değil.

Yılbaşına gelene kadar okullardan tutun, Diyanet’in son cuma hutbesine kadar her yerde bir yılbaşı yasakçılığıdır aldı gitti.

Noel Baba’nın başına silah dayadılar, dayak yerken temsili resimleri çizdiler. Diyanet, memleketin camilerinden müminleri uyardı, “Aman ha” diye!

Bir tek yetkili çıkıp “Kardeşim kime ne, bu özgür bir ülke, isteyen istediğini kutlar, kimse de karışamaz” dedi mi?

Katliamın ardından, bazı insanımsı yaratıkların attıkları aşağılık Twittermesajlarını gördünüz mü?

Her sosyal medya hesabını takip edip, en ufak bir muhalif paylaşımda bulunanı bile “Büyüklerimize hakaret etti” diye savcılığa, hapse yollayan Emniyet ve Adalet teşkilatımız nerede?

Duydunuz mu, bu katliamı destekleyen, o kadar insanın yılbaşı kutluyor diye ölmesinden memnun olan mesajları atanların yakalandıklarını?

Evet, teröristler hayat biçimimize saldırıyorlar.

Bununla mücadele etmek için birlik olmamız gerek, birbirimizi savunmamız gerek.

Peki bunu kendimizi bu ülkede yalnız hissederek mi yapacağız?

Bu sadece bize düşen bir görev mi? Bu devleti, ülkeyi yönetenlerin bununla ilgili hiçbir sorumlulukları yok mu?

Saldırı önlenebilirdi

REINA’ya yönelik saldırının bir sürpriz olmadığını, beklendiğini biliyoruz. Nitekim iki haftadır Ortaköy ile Bebek arasında ciddi güvenlik önlemleri alınmıştı.

Araçların kontrol edildiğini, sadece üniformalı değil sivil ekiplerin de bu çerçevede görevlendirildiğini fark etmemek mümkün değildi.

Bebek’te Akrep adı verilen araçlar ve özel silahlı tim mensupları devriye geziyordu.

Ama yine de saldırıyı önleyebilmek mümkün olmadı.

Peki önlenemez miydi?

Evet, önlenebilirdi. En azından can kaybının azalması mümkün olabilirdi.

Açıklamalara göre, Reina’nın kapısında görevli gencecik polis memuru ile Reina’nın güvenlik görevlisi, terörist tarafından daha binadan içeri girmeden önce vurulmuştu.

Peki böyle bir saldırının beklendiği bir günde, kapıya kendisini bile savunmaya fırsat  bulamayacak bir tek polis koymak doğru bir iş miydi?

Reina’nın kapısını zaten kendi ekipleri koruyor. Neden bir ekip, giriş çıkışı görecek şekilde kaldırımın karşısında konuşlanmamıştı?

Böyle olsaydı, kapıya ilk ateşi açan saldırganın içeriye girmesine fırsat verilir miydi?

Hayır, verilmezdi. Bekleyen ekip teröristi vururdu, olay da orada biterdi.

Bu saldırının neden önlenemediğini iyice araştırmak ve sonuçlar çıkarmak gerekir diyeceğim ama daha darbeyi bile doğru dürüst soruşturamayan bir ülkenin parlamentosu bunu yapabilir mi?

Fetullahçı bakan kimdi

Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, Trabzon’da bir panele katıldı ve bir bakanın geçmişte kendisini “Fetullahçılar adına” tehdit ettiğini söyledi.

İddiasına göre Bakan, Milli Eğitim Müsteşarlığı’na getirileceği belli olunca bu arkadaşa gitmiş ve “Görevi kabul etme, seni rezil eder, insan içine çıkamayacak hale getiririz” demiş.

Bunu niye bir panelde söyledi de gidip savcılığa ihbarda bulunmadı?

Normal olarak devlette bu mevkilere gelmiş bir insanın dedikodu yapmak yerine, söylediği sözlerin gereklerini yerine getirmesini beklemek gerekir.

Madem böyle bir şey oldu, o gün yapması gereken savcılığa şikâyette bulunmaktı.

Hadi o gün FETÖ her yere hâkim diye korktu diyelim, 17–25 Aralık’tan sonra bunu niye yapmadı? Darbe girişiminden hemen sonra aklı neredeydi?

Müsteşar’ın bu sözleri de ortaya koyuyor ki, devletin her kademesine sızmış Fetullahçıların, AKP’ye sızmamış olmaları düşünülemez.

Bakın bakan düzeyinde bile varlarmış.

Peki, Bank Asya’nın önünden geçen, işyerindeki baskı nedeniyle Fetullahçıların kurduğu sendikalara mecburen üye olanlar bile işlerinden atılır, soruşturulurken siyasete neden kimse bulaşmıyor?

Bir tek nedeni var: Şu anda Anayasa’yı değiştirmek için partinin milletvekillerinin bir blok olarak hareket etmesi gerekiyor. Sonra da referandum var, orada da parti teşkilatı bütün olarak hareket etmeli ki istenilen değişiklik için çoğunluk bulunsun.

Ondan sonra göreceksiniz ki Fetullahçıların siyaset ayağına da dokunulmaya başlanacak.

Artık o rüzgâr kimlere kadar ulaşır, kestirmek bugün için mümkün değil.

Ama ortaya çıktı ki en azından bir kişi var ki bakan düzeyinde!

Mevcut bakanlardan biri mi yoksa bir eski bakan mı, onu şimdilik bilemiyoruz.