HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, bugün Meclis Genel Kurulu'nda yapılacak Anayasa değişikliği teklifinin ilk oylamasınba ilişkin, " 'Evet' diyenler de tarihin hükmünde ve halklarımızın nezdinde mahkum olacaklar. Saray'ın müdahalesiyle böyle büyük bir suça ortak olmanın hesabını verecekler" dedi. Yüksekdağ, "Bu siyasi tasfiye operasyonu. Diyelim ki HDP'yi tasfiye etmeyi başardı, bu gücün sokaklardaki yansımalardan nasıl kaçacaklar?" diye konuştu.
Yüksekdağ, "Artık bu süreçte HDP'nin Meclis'teki varlığı veya yokluğu makro siyaseti etkileyen bir faktöre dönüşmüştür. Lokal bir sorun değildir. HDP'nin varlığı ve yokluğu meselesi, artık bölge siyasetinden çok dünya siyaseti konusudur" diye konuştu.
JİNHA'ya konuşan Yüksekdağ'ın açıklamaları şöyle:
7 Haziran'daki demokratik zaferin üzerinden tam bir sene geçecek. Bu bir senenin içinde bir seçim daha gördük ve deyim yerindeyse bir 'bedel' ödetme yaşatılmaya başlandı. Özellikle Suruç ve Ankara katliamının ardından demokratik taleplere karşı başlayan saldırı, Kürdistan'da özyönetim ilan etmiş bölgelere açılan savaşla devam etti. Yalnızca özyönetim ilan eden değil bu talebin olduğu hemen her yaşam noktasına savaş açıldı. Birçok sivil öldürüldü, kentlerin kimlikleri yok edildi. Bir zaferi ve onun ardından gelen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
7 Haziran'dan bu yana yaklaşan bir yıllık süreç tüm Kürdistan açısından olağanüstü bir süreçti. Her şeyden önce egemen aterkil siyasetin anatomisi bozuldu. Statüko bozuldu, çünkü 7 Haziran öncesi merkezi siyaseti yöneten egemen anlayış baskıcı statükocu, siyasi anlayıştı. 7 Haziran seçimleri ile beraber HDP statükonun oluşturduğu bu baskıcı dengeyi bozdu, alaşağı etti. Bu kazanım ötesinde tüm Türkiye ve Kürdistan'da matematiksel sonuca yansımayan bir sinerji de açığa çıkmış oldu. Kadınlar, gençler, ezilen halklar, inançlar, emekçiler artık kazanabileceğini gördüler. Yıllardır kendilerine dayatılan sınırların sahte olduğunu, o sınırlara yürüdüğü zaman ezip geçebileceklerini gördüler. Bu çok önemli değişimdi. Bizim radikal dediğimiz süreç tam da böyle bir süreçti. Bu, bir dengeyi bozup başka bir dengeyi yaratma enerjisinin açığa çıkmasıydı. 7 Haziran tarihsel bir zafer olarak kaydoldu takvimimize. Bu egemenler cephesinden başka bir olağanüstü tepkiyi de açığa çıkardı. Ezilenlerin iddiası ve statükosu sarstı bununla beraber Türkiye'de egemenler bir kriz yaşadı.
Artık Türkiye ve Kürdistan halklarının böyle yönetemeyeceklerini gördüler. Bizim en büyük başarımız da buydu. Kendilerini kadri mutlak- alternatifsiz görenler ve halklarımızın mecburen onlara biat edeceğini düşünenler aslında bu ezberlerin geçerli olmadığını gördüler. Bu çok büyük bir hayal kırıklığıydı büyük bir öfke ve tepki yarattı.
Suruç, demokratik taleplere karşı neler yapacaklarını da göstermiş oldukları bir nokta mıydı?
20 Temmuz itibarıyla halkın gelişen iradesine karşı bir darbe başlattılar. Aslında darbe hareketi '7 Haziran seçim sonuçlarını tanımıyorum' dedikten sonra Saray tarafından başlatılmıştı. Halkın iradesini yok saydıklarını ifade ettiler, bu yok sayma sözle sınırlı kalmadı. Suruç bu noktalardan biriydi. Suruç; Kürdistan ve Türkiye halklarının bir birleşimiydi. Çok önemli bir mücadele ve uyanıştı. Bu bakımdan çok önemli bir durum. Bu darbe hareketinin pratiğe dönüşmesi açısından önemliydi. Daha sonra IŞID tetikçileriyle harekete geçirdikten sonra daha büyük bir savaşın fitilini ateşlemiş oldu.
Kürt kentlerine yönelik abluka hareketleri başladı. Kitlesel kıyım ve yeni bir siyasi harekete yönelen bütün kesimleri yok etmeye odaklanmış bir hareketti. Bu faşist hareket toplumsal hareketi ve uyanışın güçlü merkezlerine yani Kürt kentlerine yöneldi. Ve bunun karşısında önemli bir direnişle karşılaştı. 'Özyönetim süreci tek başına bir demokratik yönetim modeli önermek veya bu model etrafında halkı harekete geçmeye çağırmak değildi. Bu direniş alında çok daha önemli Saray darbesine karşı bir hareket olarak çıktı. Bunun içerisinde tabii demokratik talepler de ortaya koydu. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kıyım gerçekleşti. 1 Kasım seçimleri de böyle bir dönemde gerçekleşmişti. Darbe yoluyla seçim yapma özellikle Kürdistan'da gelişen direniş karşısında başarı olamamıştır. Başkanlık rejimini güvence altına almayı hedefliyorlardı. Bunu da başaramadılar. Bunu başaramadıkları için çok daha farklı formüller deniyorlar. 1 Kasım seçimlerinde teslim alamadıklarını fiziksel olarak imha etmeye çalıştılar. HDP'ye dönük saldırılar ve Kürt kentlerinde ablukalarla geliştirdikleri saldırılar oldu. Bine yakın sivil katledildi bu süre içerisinde. Gayri ahlaki, çürümüş bir operasyon mantığıyla savaş açtılar.
AKP saray iktidarı kendi içerisinde çok kötü bir kaosa girdi. Bakıyorsunuz bizzat Tayyip Erdoğan tarafından göreve getirilen Başbakan Davutoğlu, yine bizzat onun tarafından darbe yöntemiyle geri alındı. Bütün Türkiye ve Kürdistan'da kendilerine göre bir nizam sağlamaya çalışanlar kendi nizamlarını da yitirme noktasına geldiler. HDP çok zor bir sınavdan geçti ama özgürlükler mücadelesi böyledir. Zorlukları göze alamazsınız menzile ulaşamazsınız. Menzile daha yaklaştığımızı hissediyoruz.
1 Kasım gibi bir seçimin ardından yine bir erken seçim ihtimali var. Kimin Başbakan olacağı belli değil. Siz neler öngörüyorsunuz?
Bir sene içinde düşünebiliyor musunuz üçüncü seçimi tartışıyoruz. Bir erken seçim olursa Türkiye'de bu yine Saray'ın dayatmasıyla gündeme gelebilir. Sorun şu; gerçeklik tarifini bizim gibi yapanlar bizim gibi direnmiyor. Türkiye'de aklı başında kime sorarsanız bir yılda üç kere seçim yapılmasının siyasi krizin daniskası olduğunu söyler size. 'Bizimle dalga mı geçiyorsunuz?' sözleriyle karşılar. Ama bu sözler ve tespitler Sarayın darbesi karşısında bir güce ve muhalefete dönüşmüyor. Şu an aslında Türkiye'de yaşanan durum budur. Meclis'te aslında dört parti değil "üç buçuk" parti dememiz lazım. MHP şu an gerçekten Saray'ın payandası haline gelmiş. Meclis çatısı altında bu seçim dayatmalarına karşı tutum alabilecek bir parti yok bizim dışımızda. O nedenle dayatılan bir erken seçim Sarayın kendi dizaynı yapması için ortaya atacaktır. Bu nedenle HDP'yi saf dışı bırakmak istiyor.
Son dönemde bize dönük gerçekleştirdikleri saldırıları da arkalayarak, bu saldırılarla zemin hazırlanarak HDP'yi Meclis dışı bırakmayı ve Saray'ın danışma meclisi gibi tipte ve düzeyde bir meclis yapısını ortaya çıkarmayı öngörüyorlar. Bunun için çok beklerler. HDP'yi bu faşizan yöntemlerle tasfiye etmeleri mümkün değil. HDP şu an kamuoyu desteğini, halkın desteğini 7 Haziran'ın çok az altında seyrediyor ve baraj altında bırakılmış değildir. İkincisi bu siyasi tasfiye operasyonu. Diyelim ki HDP'yi tasfiye etmeyi başardı, bu gücün sokaklardaki yansımalardan nasıl kaçacaklar? Kendilerine güvenli bir alan pekiştirilmiş, garantili bir siyasi yaşam oluşturmaya çalışıyorlar. Ama artık bu dönem kapanmıştır. Saray-AKP iktidarının hiçbir şeyi bana göre güvende değil. Bu iktidarın yarını dahi belli değildir. Bugün HDP'nin arkasındaki halkların gücü Suruç'tan İstanbul'un ücra bir mahallesine kadar her yerde ve bütün yaşam alanlarında bir güçtür. O yüzden bu tasfiye operasyonunu başarıya ulaştıracaklarını düşünmüyorum.
Siyasi iktidar olarak o kadar rezil bir konuma geldiler ki her şey fiili yapılıyor. Saray düzenine Saray'ın keyfine göre düzenleniyor. Bakın bu memlekette seçilmiş bir Başbakan'ı Sarayın müdahalesi ile görevden aldılar. Ve bu AKP içinde herhangi bir düzenlemeymiş gibi konuşuluyor. Bu aslında olağanüstü bir düzenlemedir. Şu an AKP grubu felç olmuş durumda. Haftalık olağan grup toplantılarını dâhil yapamayacak durumda. Bakanlar Kurulu tasfiye edilmiş durumda. Şu an Türkiye aslında açıktan son iki haftadır doğrudan saraydan yönetiliyor. Kabine devre dışı bırakılmış durumda. Böyle bir siyasi iktidara güvenmek Türkiye halkları açısından elde değil. Üç ay sonra yeni bir operasyon yapılmayacağı belli değil.
Kendisine bir tane hanedan istiyor. O hanedan ve Saray etrafında oluşturulmuş bir saray yapısı istiyor. Sümeyye Erdoğan'ın düğününde o manzarayı çok net gördük. Böyle bir düzeni tüm Türkiye halklarına dayatmak ve kabul etmek istiyor. Meclis ve demokratik bir yapı istemiyor. O nedenle tüm Türkiye halkları açısından çok tehlikeli bir kavşağa gelinmiş durumda.
Bugün Meclis Genel Kurulu'nda Anayasa değişikliği teklifinin ilk oylaması gerçekleşecek. Aslında 100 yıl öncesine gittiğimizde Ermeni vekillerini katleden bir gerçeklikten söz edebiliriz. Keza 1920'deki tasfiyeler ile bundan 22 yıl önce Leyla Zana’ların Meclis'ten çıkarılması bize tarihsel bir yapıyı gösteriyor. Gelinen bu noktada 100 yıllık bir gerçek size ne gösteriyor?
Halklara ve ezilenlere yönelik tasfiye girişimlerinin bedeli hep olmuştur. Onlar her tasfiye operasyonunu kendileri için başarı olarak sundular. 1915'te tüm halkların oluşturduğu meclisten Ermeni mebusların katledilerek tasfiye edilmesinin laneti ve gölgesi hala Türkiye'nin üzerinde. Aradan 100 yıl geçmesine rağmen hala o suçla yüzleşmenin basıncını hissediyor ve gerçek bir yüzleşme olmadan da bundan kurtulamayacak. 1920'ye baktığımız zaman Kürtler tasfiye ediliyor. O zaman üstelik farklı sözler verilmiş olmasına rağmen. Kürt siyasetinin bütün bu gölgesi ve laneti de tüm Cumhuriyet tarihine yayılmış. Onlarca Kürt isyanı ve ayaklanması ve halka dönük gerçekleştirilen kanlı kıyımlar, ortaya dağ gibi yığılan suç dosyaları... Bu lanette peşini bırakmadı. 1994'te Leyla Zanaların meclisten tasfiye edilmesinin laneti de 20 yıldır devam ediyor. Bugün yaşanan bütün bu deneyimlerden sonra geçtikleri o kötü yollara tekrar yöneliyorlar. Ama bu sefer bedeli çok daha ağır olur. Yaşanan onca deneyimden sonra suçtan ve biriken bu vebalden sonra bu durumu pekiştirecek bir hamle yapmanın bedeli çok daha ağır olur.
Bugün yapılacak oylamada tavrınız ne olacak? Oylamaya göre HDP ne yapmayı düşünüyor? Yaşananların ardından parlamento siyasetini ne noktada görüyorsunuz?
Sadece Türkiye sınırları içerisinde değil, bölgede ve dünyada etkin bir mevzilenmeye dönüştü. O nedenle HDP'nin dokunulmazlıklarının kaldırılması, meclis dışına bırakılmasının bedelini geçmişteki süreçlerden çok daha ağır öderler. Zihniyet aynı zihniyet, değişmemiş 1915'den bu yana. Yıllar boyunca aynı zihniyetle var olabileceklerini düşünüyorlar. Biz gelişen tarafındayız, onlar gerileyen ve köhneleşen taraftalar. Gelişen tarafta gelişim sancıları olur. Diyorlar ya 'Sizi hapse atacağız' yapabilirsiniz, hiç yapmadığınız şey değil. Ama bu iradeyi tasfiye etmeyi, geriletmeyi başaramazsınız. Zamanın ruhu, toplumsal dinamiği de bizden yana çünkü biz ondan yanayız. Mesele bizim açımızdan mecliste olup olmamak değil, tek başına hapiste olup olmamak değil. Siyasi mücadelemizin bir parçası gereği Meclis'teyiz, olmamız gerekirse olmayız. Olmaya karar verdiysek sonuna kadar o mevziiyi savunuruz. İçeride de dışarıda da siyaset vardır. Bu da fark etmez, ama artık bu süreçte HDP'nin Meclis'teki varlığı veya yokluğu makro siyaseti etkileyen bir faktöre dönüşmüştür. Lokal bir sorun değildir. HDP'nin varlığı ve yokluğu meselesi, artık bölge siyasetinden çok dünya siyaseti konusudur. Bu nedenle o kadar kolay değil bu iradeyi tasfiye etmek. Biz başaramayacaklarını düşünüyoruz. Ama bu süreçte meclisteki rolümüzü en iyi ve etkin şekilde oynama konusunda kararlıyız.
Biz yasa tasarısı önümüze geldiğinde HDP grubuyla tam katılım mecliste olacağız. Bizler tüm Türkiye Mezopotomya ve Ortadoğu'ya sesleneceğiz. Tarihe sesleneceğiz. Çünkü yarından itibaren yaşanacak o iki üç günlük süreç tarihi bir dönüm noktasıdır. Ve herkes bu dönüm noktası içinde söylediği söz verdiği tutumla anılacak. Bizler de bu tarihte direnenlerin sözü olduk. İşte bu tarihsel kavşakta halklarımızın sözünü, onların iradesini konuşacağız. Dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullananlar, 'evet' diyenler de tarihin hükmünde ve halklarımızın nezdinde mahkum olacaklar. Bu mahkumiyeti bertaraf etmeleri kolayca sırtlarından atmaları mümkün değil. Saray'ın müdahalesiyle böyle büyük bir suça ortak olmanın hesabını verecekler. Bizim açıklamayacak verilemeyecek hiç bir hesabımız yoktur. Bu tasfiyeye 'evet' diyenler AKP saray iktidarının çok trajik bir biçimde alt üst oluşunu görecekler.
Ortada bir muazzam kadın iradesi varken, bütün bu ataerkinin içerisindeki cinsiyetçiliğin kadını hedef almasını dokunulmazlıkların kaldırılması talebiyle nasıl açıklıyorsunuz?
Bu darbe hareketi yükselen, mevzi kazanan kadın iradesine bir saldırıdır. AKP-Saray iktidarı ataerkil zihniyeti en çıplak biçimde barındıran ve dile getiren bir iktidar. Daha önce de vardı, hepsi ataerkildi. Ama AKP bu zihniyeti çok açık bir şekilde savundu. 'Biz erkek devleti savunuyoruz, kadının olduğu bir toplumsal süreci dahi istemiyoruz.' diye çok açıktan söylediler. Mesele doğrudan HDP'yi değil, kadın varlığın ve enerjisini tasfiye etmesidir. 13 yıl boyunca AKP-Saray iktidarı kadını tüm toplumsal yaşamdan tasfiye etmeyi planladı. Kadınların işsiz bırakılması, şiddete, katliamlara maruz bırakılması, yargının erki koruması, bunların her biri kadınları toplumsal alanda tasfiye etmeye dönük bir saldırı. HDP'nin meclisten tasfiye edilmesi aslında kadınların tasfiye edilmesidir. Çok önemli bir parametre olacak onlar açısından. Çünkü HDP, egemen anlayış bakımından susturmadığı kadınlar ve duymak istemediği sözler anlamına geliyor. HDP Kadın Grubu, çekinmeden her gün işledikleri toplumsal ve siyasal suçları onların yüzüne vuruyor ve AKP'ye göre kötü ilan ettikleri kadın profili gittikçe güç kazanıyor.
Bütün grubumuza saldırıyorlar, ama kadınlara kadınlığından dolayı saldırılıyor. Kadınlara saldırmaları bu profile ne kadar tahammülsüz olduğunu gösteriyor. Güçlü, kendinden emin saldırılar karşısında sözünün arkasında duran kadın profili istemiyorlar. Onların istemediği de burunlarının diplerinde bitmiş oluyor, o nedenle HDP'li kadınlara aynı zamanda ideolojik ve cinsiyetçi saldırılar gerçekleştiriliyor. Aynı zamanda Kürdistan'da ve Türkiye'de gelişen kadın bilincinin de tasfiye edilmesidir bu. O nedenle kadından doğru daha özgün bir direnişi çok anlamlı ve yararlı görüyoruz. Kadınlar bu mevziyi kazanmak için dişleriyle ve tırnaklarıyla geldiler. Biz iki kat daha mücadele ettiğimiz direnişi kolay kolay faşizme teslim etmeyiz. Bundan sonra kadın direnişinin daha öne çıkacağı bir süreç olacak.