HDP, sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek amacıyla, Meclis grup toplantısını Diyarbakır'da gerçekleştirdi. Toplantıda konuşan HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, "Hiçbir kanuna dayanmadan sokağa çıkma yasakları uygulanıyor" dedi. "Bir darbe anayasasını bile hatırlatmak zorunda kaldılar topluma" diyen Yüksekdağ, "82 darbe anayasasında dahi kısmen tanınan kabul edilen, bazı haklar ve alanlar bu siyasi iktidar tarafından tamamen ortadan kaldırıldı" ifadesini kullandı. Yüksekdağ, "Kürt halkına özel bir savaş ilan edildi" diye konuştu.
Yüksekdağ'ın açıklamaları şöyle:
Bu iki kardeşimiz de burada olacaklardı. Onların anısını ve direnişini saygıyla milletle selamlıyorum. Şerdil ve Şiyar daima bizimlesiniz, daima bu halkın mücadelesinin tam orta yerinde olacaksınız.
Daima siyasi mücadelemizin tam merkezinde olacaksınız. Bu gençler ve dün Mardin Dargeçit’te kateledilen Muhammed Akyüz kardeşimiz, Türkiye topraklarında özgür, onurlu, eşit ve adil bir yaşam olsun diye genç canlarını ortaya koydular. Bu toprakların gençleri olarak siyasette söz söylemek, kendi gelecekleri üzerine söz söyleme hakkını kullandılar. Katledilmelerinin ve ortaya koydukları tutumun, zulümle kurşunla yanıtlanmasının tek sebebi buydu. Gençliğin siyasette olma isteğiydi.
Geleceği karartılmaya çalışan bir halkın, geleceğini aydınlatmak isteğiydi. Parti grubumuzla Diyarbakır’dayız, Sur’daki sokağa çıkma yasağına dikkat çekmek, tarihi, insanı, doğayı kıyımdan geçiren bu haksız çatışmaya, şiddete dur demek bütün dünyanın bütün Türkiye’nin, bütün vicdan sahibi insanların dikkatini buraya çekmek için iki günden beri HDP grubunu Amed’e taşıdık.
Dün, yine Sur’daki saldırganlığa, devlet şiddetine ve yıkıcılığına dikkat çekmek için bir demokratik kitle etkinliği gerçekleştirmek istedik. Parti grubumuzla birlikte halkımızla birlikte bir yürüyüş gerçekleştirmek istedik. Normal koşullarda hiçbir engel olmaksızın dile getireceğimiz bir talep ve tepkinin karşısında yine siyasi iktidarın yasak ve engelleme tutumuyla karşı karşıya kaldık. Valilik hemen etkinliği kanunsuz ilan etti. Hiçbir kanun tanımayan, hiçbir kanuna dayanmayan bir siyasi iktidarın temsilcisinin bize kanunlardan bahsetmesi karşısında acı acı güldük sadece.
En demokratik hakkımızın, yasalarda da tanınmış, herhangi bir bildirimle, izne tabi olmaksızın gerçekleştireceğimiz, kullanacağımız bir hakkımız valilik tarafından ve Saray iktidarının Diyarbakır temsilcileri tarafından kanunsuz ilan edildi. Sokağa çıkan her yurttaşımız hedef haline getirildi. Aylardan bu yana bu topraklarda siyasi iktidar kendi koyduğu ve korumakla mükellef olduğu kanunları tanımıyor. Aylardır kanunsuz şekilde, anayasal dayanağı olmadan sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Bu yasaklar her yerde eş zamanlı olarak uygulanıyor. Ve devletin resmi olarak kanunlara bağlı olan güçleriyle hiçbir kanuna bağlı olmayan ama yine devlete bağlı olan güçleri bu topraklarda katliam uyguluyor. Sokak infazları ve halkın yaşam alanlarının tahrip edilmesi, yıkıma uğratılması, tarihimizin, doğamızın, kültürümüzün hedef haline getirilmesi; bütün bunlar bu süre içerisnde hangi kanuna dayanarak uygulandı?
Siyasi iktidarın yazılı kanununda bu zulmün karşılığı yoktur. Kendi yazdıkları baskıcı, yasakcı, kanunlar bile artık bu zulüm uygulamasına yetmiyor.
Bir darbe anayasasını bile hatırlatmak zorunda kaldılar topluma. 82 darbe anayasasında dahi kısmen tanınan kabul edilen, bazı haklar ve alanlar bu siyasi iktidar tarafından tamamen ortadan kaldırıldı.
Biz, bu topraklarda uygulanan zulmü bırakalım kanunu yasayı, hiçbir kelimeyle dahi tarif edemiyoruz, anlatamıyoruz. Artık dilin anlatmaya yetmediği, sözlerin sözcüklerin tanımlamaya yetmediği bir yıkım siyaseti izleniyor bu topraklarda. Aylar boyunca bu topraklarda sayısız kentte sokağa çıkma yasakları ilan edildi ve insanlarımız bütün yaşam alanları hapsedilmiş durumda ölümle yaşamın kıyısında tutunmaya mecbur bırakıldı. Bizler, HDP olarak da Türkiye’nin Kürdistan’ın güçleri olarak sessiz kalamazdık bu yıkıma, kalmayacağız.
Zulmün savaşın, şiddetin gürültüsünün bu kadar yükseldiği, demokrasiyi boğmaya çalıştığı günlerde daha gür ve güçlü sesle yürekle ‘barış’ demek gerekir. Bizler, bu zulmün karşısında ısrarla inatla barış ve demokrasi diyoruz.
Sokağa çıkan halkımız demokratik direniş hakkını kullanmak için yola çıkan halkımız da sadece bunu dedi işte. Barış ve demokrasi. Bu sesi boğamayacak, bu iradeyi kıramayacaklar. Zulmün ve şiddetin hangi icat edilmiş veya edilmemiş enstürmanları kullanırlarsa kullansınlar bu yüreği susturmayacaklar.
Halkımız, bu topraklarda Kürt halkına karşı özel bir hukuk uygulanıyor ve siyasi iktidara sorarsanız bu topraklarda yaşanan uygulamaların hiçbir tanımı yok. Soruyoruz; OHAL mi ilan ettiniz? Hayır diyorlar. Memleketi ortadan ikiye böldünüz, böldüğünüz bu topraklarda özel bir yönetim mi uyguluyorsunuz diyoruz, hayır diyorlar. Herhangi bir kesim darbe yapıp yönetime el mi koydu diyoruz, hayır diyorlar. Bugün bu topraklarda yaşanan bu zulmü tanımlayamıyorlar. Açıklayamıyorlar. Bizler bu gerçeği açıkladık diye yine bizleri linç etmeye kalkıyorlar. Kendi yandaşlarıyla beraber, yalana ve karanlığa sarılmış kesimlerle beraber. Gerçeğin ve dürüstlüğün sözünü, iradesini linç etmeye kalkıyorlar. Bir kere daha söylüyoruz; Ankara’da da söyledik; burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti toplumun ve halkın bir kesimini, Kürt halkına karşı, özel bir hukuk uyguluyor ve savaş ilan ediyor.
Türkiye kamuoyu bu gerçeğe sırtını dönerse, gözünü kapatırsa herkes kaybeder. Burada uygulanan zulmü katliamı, yıkıımı, yaşanan ölümleri havuzda çukura çekilmiş medya çalışanları arayacağıyla asıl gerçeği okunmayan kavramlarla izah etmeye çalışın. İstediğiniz kadar bu gerçekten kaçınmaya çalışın. Bu gerçek sizin yakanıza yapışacak. Bu halka karşı özel savaş uygulanıyor ve bu özel savaş uygulamasına son verilmeli. Zulme, yıkıcılığa son verilmeli. Niye özel savaş ilan etmiş durumda siyasi iktidar? Çünkü bu halk onun tekerine çomak sokan halktır. Tezgahında şekil veremediği, hizaya dizilmiş ordularına dönüştürmediği bir halktır. Bu halk tek adam ve tek iktidara karşı barış ve demokrasi diyen bir siyasetin çizgisinden beslenmiş ve ilerlemiştir.
Yeni yaşam programında tek adamlar ve tekçi adamlar tarafından yönetilme anlayışı yok. Birilerinin karşısında yalakalık yapmak yok. Bu programda başı dik, alnı açık halkın doğrudan kendi kendisini yönetebileceği bir siyaset önergesi var. Bugün, özyönetim ilanlarıyla ifade edilen fikir tam da budur. Türkiye’ye ve bölgeye açılmış yeni bir kapıdır. Öz yönetim talebi ve mücadelesi artık 21. yüzyılda bütün dünya devletleri uzayda yeni yaşam aramayı dert edinmişken bizlerin kendi yaşamımızı kurtarmayı ifade eder bu program.
Bu yaşamı karartmaya çalışan egemen zihniyete karşı yaşamı üretmeye çalışan yeni bir programın adıdır. AKP hükümetinin yeni bir programı yok. Ortaçağdaki sultanlık zihniyetini 21. yüzyıla göre allayıp pullayıp verecekler.
Sebat göstereceğiz ve bu mücadele yaşama geçecek. Bu vesile ile Türkiye’nin geleceği için yeni bir yaşam için bu zulüm ve ölüm karanlığı içerisinde ışık olmak için direnen bütün halkımızı selamlıyorum. Öz yönetim diyerek kendi özünü ortaya koyarak, özümüzü karatmaya çalışanlara karşı direnen bütün halklarımızı selamlıyorum.
Halkın iradesini aşağılayan kavramlarla, tüketeceğiz, katledeceğiz gibi kavramlarla bir halkın gücünü kıramazsınız. Bir sorunu çözemezsiniz, bir sorunu çözmezsiniz, 30 yıl boyunca öğrenemezsiniz. Eğer sözler ve siyasetin ikna ediciliğiyle öğrenemiyorsak bir siyasi iktidar kendi yenilgilerinden öğrenmeye mahkûmdur.
Bu topraklarda bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Bu topraklarda değişmesi gereken kirlenmiş iktidar zihniyetidir. Buralardan bu topraklardan kirlenmesi gereken şeyler savaş politikalarıdır. Bu kentlerde özel örgüt kurup kendisine isim biçen bir ölüm timi sokaklarda katliam düzenliyor. İnsanların kafasına nişan alarak, yaşam alanlarını basarak yakarak katliam düzenliyor. Dün katledilen iki kardeşimiz de işte bu katliam timleri tarafından öldürüldü. Siyasi iktidar temizlik yapacaksa önce bu çetelerini temizlesin. Çünkü yarın onların da başına bela olacak. Biz hatırlatmayı bir borç biliyoruz.
90’lı yıllarda bu çeteleri sokağa salanların başına bela oldu bu ölüm timleri. Köy yakanlar, yargısız infaz yapanlar, kelle kulak kesenler, korunan, kollananlar ondan sonraki süreçte bütün bir Türkiye siyasetinin başının belasına dönüştü.
Halkımızı, ‘Beyaz Toroslarla’ tehdit edenler, ‘Bizi seçmezseniz bakın bu şehrin sokaklarında Beyaz Toroslar dolaşır’ diyenler, seçildikten sonra siyah rangerları özgürce bu topraklarda dolaştırıyorlar. 90’lı yıllardaki ‘Beyaz Toros’ cumhuriyetiydi. O siyasal rejimin uygulamaları yenildi. Bugün de siyah rangerlar siyasetini uyguluyorlar. Bu da yenilecek. Dünden bugüne uygulanan zulmün sadece rengi değişmiştir. Önceden beyazmış, şimdi kapkara, simsiyah bir renge büründü bu halka karşı uygulanan zulüm ve kıyım siyaseti.
Siyasi iktidarın bu dönemde uyguladığı zulmün sonuçları bilançosunu paylaşacağım. 7 Haziran’dan bu yana, 309 insanımız kitle katliamları sonucu yaşamını yitirdi ve geride bıraktığımız süreçteki çatışma dönemi boyunca toplam 675 kişi yaşamını yitirdi.
Yine geride bıraktığımız süreçte 18 ilçe ve kent merkezinde 54 kez ve 175 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu süre içerisinde 83 sivil yurttaş hayatını kaybetti, katledildi.
Sokağa çıkma yasakları biliyorsunuz sadece o kentlerde o mahalledeki halkımızı etkilemiyor. Çok daha geniş bir alanı etkisi altına alan bir siyasetten söz ediyoruz. Geride bıraktığımız süreç içerisinde 1 milyon 300 bin insan sokağa çıkma yasaklarının hedefi ve mağduru haline getirildi. Neredeyse Avrupa’daki bazı ülkelerin nüfusuna yakındır bu. Yine geride bıraktığımız süreç içerisinde bizim yaptığımız araştırmalara ve gözlemlere dayanarak 200 bin insanın göç ettirildiğini söyleyebiliriz. Zorunlu göçe tabi tutuldu. Bu son 7-8 aylık sürecin bilançosudur. 7 Haziran’dan sonra ve istikrar vaadiyle 1 Kasım’dan sonra yönetime gelen yapının yönetim süreci boyunca istikrarsızlıkla bir istikrar yarattığının, şiddette bir istikrar yarattığının en açık ve çıplak resmidir. Bu rakamlardan söz etmiyorlar, bu zulmün ortaya çıakrdığı tabloyu görmezden geliyor. Bizler bu gerçeğin tam içerisindeyiz. Bu gerçeğin içinde olmadığını sananlar da yanılıyorlar. Diyarbakır’da yanan ateş bütün Türkiye toplumunun geleceğini tutuşturacak bir siyasi sorunu ve gerçeği tanımlıyor. Böyle bir tablo karşısında iktidar çıkıp ısrarla siyasi suç kabul edilmesi gereken bu tablonun hesabını vermek ve bu tablonun ortadan kaldırılması için sorumluluk üstlenmesi gerekirken daha fazla operasyon yapacaklarını söylüyor.
Başbakan’a bir soru sormuşlar dün, verdiği cevap 'HDP’ye sorun'. Acı acı gülüyoruz gerçekten. Başbakan sizsiniz, bizi muhalefet olarak bile istemiyorsunuz, bu soruya cevap veremiyorsanız siz yine aynı gerçeğe aynı kapıya geliyorsunuz: Bu topraklardaki hükmünüzü yitirmişsiniz demektir.
“Büyük bir kitle katliamı, imha operasyonu hazırlanıyor”
Neden çağrılıyor öğretmenler? Çünkü Saray iktidarı Cizre ve Silopi’de büyük bir katliam yapma hazırlıkları yürütülüyor. Sadece Sur’da değil, Cizre’de Silopi’de büyük bir kitle katliamı, imha operasyonu hazırlanıyor.
Bunun bütün işaretleri mevcut, işin acı tarafı ne biliyor musunuz? Öğretmenlerin geri çağrılması örneğinde bunu görüyoruz.
Denir ki yurttaşlarımız, öğretmenler orası görevli değil, kenti terk etsin. Şu an Türkiye’deki siyasi iktidar bu topraklara başka bir ülkeymiş gibi davranıyor. Sonra birileri çıkıp ya buralar aslında başka bir ülkedir, tarihsel olarak böyle bir gerçek vardır denilince hain oluyor. Bakın, siyasi iktidar buraya Kürt halkının yaşadığı topraklarda, öğretmenlerini çağırma uygulamasıyla başka ülke muamelesi yapmıştır. Biz burası başka bir ülke demedik. Siyasi iktidar, öğretmenlerini geri çağırarak kendi personelini, başka bir ülke memleket muamelesi yaptı. Burayı Türkiye’den böl. Bu siyasetin başka izahı yoktur. Diyor ki sevgili memurlarım, öğretmenlerim sağlıkçılarım, siz oradan çekilin ben orada çok şiddetli bir operasyon yapacağım. Bunu, bütün halkın gözünün içine baka baka yapıyor. Halk arasında çok açık bir ayrım koyuyor. Orada girişeceği kırım operasyonunda ölmemesi gerekenler, çekilmesi gerekenler ve her koşulda hedef haline getirilmesi gerekenler olarak halkını birbirinden ayırıyor. Yani, öğretmenler siz okulları terk edin, geri çekilin ama öğrenciler sizin can güvenliğiniz yok, ama mahalle mahalle, ev ev o topraklarda yaşayanlar siz hedefimsiniz diyor.
Böyle açık bir devlet zulmü karşısında bu kadar açık bir saldırı ilanı karşısında bizim tek bir seçeneğimiz var. En iyi bildiğimiz de budur, bu olacak. Böyle bir zulüm karşısında halkın direnmek seçeneği en insanı ve onurlu seçenek olacaktır.
Okullar, yurtlar boşaltılıyor. Buralara özel harekât ekipleri yerleştiriliyor. Havalimanı vızır vızır çalışıyor. Bazı aktarımlardan öğreniyoruz, çok yoğun bir askeri sevkiyat var. Boşaltılan yurtlara ve okullara askeri ekipmanlar yerleştiriliyor. Kan depolanıyor buralara. Buralardan büyük askeri konvoylarla bazen Şırnak’a bazen de bilemediğimiz noktalara yönlendiriliyor. Ne için bu hazırlık? Bölgedeki savaş yetmedi mi? Türkiye’deki savaş yetmedi mi? Daha büyük bir güç olduklarını kanıtlamak için büyük bir savaş mı çıkarmaları gerekiyor? Habur Sınır Kapısı 15 gün boyunca kapatıldı. Bakın bunlar sadece Kürt’ün sorunu değil. İstanbul, İzmir, Karadeniz, Ege duysun sesimizi.
En azından soru sorma kabiliyetini yitirmesin bu toplum. Basına bakarsanız, gazetelere bakarsanız sanki ortada hiçbir sorun yok; önlerine yazılmış metinleri okuyan spikerler; haber programları hizaya dizilmiş. Hiçbir şey yokmuş gibi gerçekler karartılarak, yalanların ve tarihsel manipülasyonun sözcülüğünü yapıyor bütün iletişim kanalları. Siyasi iktidar, bütün halkları çok büyük daha bir savaşın içine çekme hazırlığı yapıyor.
Bizler bu koşullar içerisinde bu gerçeğe sırtımızı dönemeyiz. Halkların mücadele iradesini, omuz omuza vererek bu iradenin büyütülmesi gerekiyor. İktidarıyla ana muhalefetiyle bugün Türkiye halklarını sonu belli olmayan bir maceraya sürüklemeye çalışıyorlar. Bizler ana muhalefetin de görevini üstlenerek bu gerçekleri açıklamaya, dur demeye çalışıyoruz. Artık demokrasi güçlerinin, demokratik bir zemin tutmaya ve bu zemini korumaya istek duyan bütün güçlerin sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Ses vermesi gerekiyor. Rahmetli Yılmaz Güney’in 80 darbesi yaşanırken bir lafı var, geçenlerde dikkatimi çekti, “Bir şeyler oluyor farkında mısınız? Birbirinizi uyarın, uyuyanları uyandırın. Elektrikler kesilecek, karanlıkta kalabilir misiniz? Karanlıkta ne yapacaksınız? Bugün Türkiye halklarının gittiği, götürüldüğü yer işte burasıdır; karanlıktır. Eğer bu topraklardan yükselen demokrasi sesine ses verilmezse, özgürlük barış iradesine güç verilmezse ışıklar kesilecek. Bütün ışıklar kesilecek. Herkes şunu çok iyi bilsin. Kürt halkı karanlıkta yürümeye alışkın, yol alabilir. Ama sevgili Türkiye halkları, batı toplumu, iktidarın ayrıcalıkları dışında tutulanlar, karanlıkta ne yapacaksınız? Bugün bu karanlığın bütün Türkiye’yi boğmasına dur demezsek Türkiye halklarını, batıda yaşayan halklarımızı büyük bir karanlığa boğacaklar. Herkesin Kürt halkı gibi karanlıkta hareket etme kabiliyeti olmayabilir. Karanlıkta bir şeyler yapma gücü olmayabilir. İşte bu noktaya gelmemek için bu karanlığın bütün toplumun kesimlerini boğup, hareketsiz hale getirmesine izin vermemek için ışığımızı çoğaltmak zorundayız. Bu gençler, tüm ışıklar kesilmesin diye, ışığımız büyüsün diye kendi canıyla özüyle yüreğiyle ışığı büyütmeye çalışanlardır.
İşte bu koşullarda hepimizin bu ışığa sahip çıkması gerekir. Demokrasi ışığına, öz yönetim talebiyle dile getirilen bütün Türkiye halklarının özgürlük projesine en güçlü şekilde sahip çıkılması gerekir. Biz bu iradeye sahip çıkmazsak eğer bu zamana kadar yaptıkları şeyi tekrar edecekler. Bu kadar ağır ve kesif bir süreç yaşanırken Cumhurbaşkanı gündemini ilan ediyor; yine başkanlık, yine tek adam, tek parti siyaseti. Çözülmesi gereken bu kadar acil sorun varken yine başkanlık ve anayasa referandumunu çift sandık kurma siyasetiyle, teklifiyle bütün bir toplumda zorlu rıza üretmeye çalışıyor.
Bu halk size sorar; 7 Haziran’da sandık kurdunuz da ne yaptınız, 1 Kasım’da ne oldu? Şimdi bir başkanlık ve yeni anayasa sandığı kurduğunuzda ne olacak? Türkiye’de son süreç içerisinde sandıklar sadece AKP iktidarının kendi iktidarının enstrümanına dönüştürüldü. Her şeyden önce bu nefret ve ayrımcılık dilini durdurup konuşmaya zemin açması gerekiyor. Bütün bu şiddetin, ölümlerin, yıkımın tek bir nedeni vardır: Diyalog zemini ortadan kaldırıldı. Dolmabahçe’yi yok saydılar. Sayın Öcalan’a tecrit siyaseti başlattılar. Söz bitti, onun yerine silahlar şiddet ve çatışma dili geçirildi. Bugün eğer gerçekten yeni bir anayasadan bahsediyorlarsa bu anayasanın demokratik olması gerekir. Bu anayasanın demokratik müzakere zemini üzerinden geliştirilmesi ve ele alınması gerekir. Demokratik müzakere masası yeniden kurulmadığı, yönetim taleplerinin gündeme alınıp kabul edilmediği bir zeminde gerçek ve yeni bir anayasa sonucu çıkmaz, çıkarılamaz. Bizler, halkların ihtiyaç duyduğu şey Saray anayasası değildir. Demokratik Türkiye anayasasıdır. Bunun konuşulacağı tek zemin müzakere zeminidir. Çözüm kanallarının yeniden açılması ve demokrasi çıtasını müzakere çıtasını yükselterek yeni bir demokratik rejimin temeli olacak görüşmelerin sürecin başlatılmasıdır. Artık bu halka ölümü gösterip, sıtmaya razı edemezsiniz. Zorla, şiddetle bu halkın taleplerinin, isteklerinin çıtasını düşüremezsiniz. Biliyoruz aylardan beri bu çatışmayı, bu operasyonu bunun için başlattınız. Bu halk bunu çok iyi biliyor. İsteklerin, taleplerin, demokratik ilkelerin çıtasını yerlere kadar düşürelim, ölümü gösterelim de sıtmaya razı olsunlar diyerek bu şiddet ortamını başlattınız. Kusura bakmayın; artık halkımızı sizin o ilkel demokratik siyaset algınıza mecbur ve mahkum hale getiremezsiniz. İleri demokrasi diyerek geri siyaset programına mahkum edemezsiniz. Artık bizler demokratik taleplerimizin çıtasını olması gereken düzeyden tutarlı, kararlı ve bütün Türkiye’de uygulanacak bir rejim modeli üzerinden kurguladık. Bütün toplumun özgürleşebileceği, yeni bir demokratik yaşamda kurulabilir. Kusura bakmasınlar yine, halkımız bu sürece bu siyasete dar çıkar hesaplarıyla girmeyecek. Onların girdiği gibi girmeyecek. Bizler birilerini başkan yapmak için değil, yeni ve demokratik bir anayasa yapmak için girdik bu sürece. Kararlıca ilerleyeceğiz bu süreçte.
Yeni bir yaşamı üretmek için bu sandık savaşlarına mahkum olmamak için, halkımızın her yerde öz gücüne dayanarak, demokratik direniş kültürüne dayanarak her yerde kararlı bir biçimde yürüyüşümüzü sürdüreceğiz.
Bu yürüyüşte kararlı bir biçimde yol alması zamanıdır şimdi. Gerçekleri karartmak için Türkiye’de yaşanan sorunu tanımlamak için “hendekler, hendek savaşları” ve bunun yarattığı sorunlar ve çözümsüzlük dönüp dolaşıp buraya kilitleyen, çözümsüzlükleri ve sorunu anlamama ısrarlarını özetleyen bu söylemi tekrar edip duruyorlar ya; ortada bir savaş var doğru ama hendek savaşı değil sandık savaşı. Siyasi iktidar zor şiddet siyasetiyle bu halkın önüne bir sandığı getirip bir sandığı götürmek suretiyle kendi rejimini tahkim etmeye çalışıyor. Bizler bu süreçte yaşanan bu sandık savaşına asla gözümüzü kapatmayacağız ve teslim olmayacağız. Bu karanlık günlerde, her birimiz her yerde, demokratik iradeyi kuşanarak, haklılığımıza ve öz gücümüze dayanarak demokratik siyasetin nasıl yapıldığını hep birlikte göstereceğiz. Bu süreçte zulmün bin bir türlü rengiyle karşı karşıya kalan halkımıza seslenmek istiyorum. Hiçbiriniz asla ve asla yalnız değilsiniz. Kimse kendisini bu zulüm karşısında yalnız hissetmesin, bizler ezilenlerin gücü ve mücadele birliği olarak her yerdeyiz, her yerde olacağız. Birimiz bu zulüm karşısında sadece bir başımıza kalsak bile sonuna kadar direneceğiz. Sonuna kadar direnme gücünü kendimizde bulacağız. Çünkü bizim, tek bir canımızın bile, tek bir insanın yüreğinde bile milyonların öfkesi vardır. Milyonların hakka ve hakkına duyduğu inanç vardır, işte onlar büyük bir saldırı gücü karşısında bizi bir başımıza bile görseler bu nedenle telaşa kapılıyorlar.