Fikret İlkiz yazdı: İki artı iki kaç eder?

Fikret İlkiz yazdı: İki artı iki kaç eder?

Fikret İlkiz*

Winston düşünmüş, düşünmek suçmuş ve özgürlükler üzerine önce dört eder sonra beş eder yazmış güncesine… 

Simone de Beauvior’un sözlerini anımsayınca aklıma gelen kendi varoluşlarını sorgulamaktan vazgeçmiş insanlar için bile yapılacak bir şeyler hala vardır.

“Beauvoir’a göre varoluşsal problemlerle yüz yüze gelip, onları aşmayı başaran çok az kişi var. Bunu hiçbir şekilde bencillik taşımadan, tamamen başkalarının mutluluğuna odaklanarak başarıyorlar. Diğer tiplerin abartılarından uzak durup ama asla da salt nihiliste dönüşmeden tek bir görüşü bağlı kalıyorlar; başkalarının özgürlüğünü korumak.

Başkalarını düşünen ruh ikizi, dinleyici, başkasının iyiliği için kendi rahatından koşulsuz şekilde vazgeçen kişiler işte bu tip insanlar. Bu özgür insan tipinin varlığı tartışmalı.

“Kendi özgürlüğünü istemek, başkalarının da özgürlüğünü istemektir”diyor Beauvoir. Belki de kendisi bu konuda tek örnekti” (Kaynak www.dusunbil.com Kasım. Aralık 2017 Yıl 11.sayı 62)

İnsan kırılgandır. Anlamak istediğiniz zaman kendi varlığınızla yüz yüze gelirsiniz. 

İngiliz filozof “Ahlak ve Yasama İlkelerine Giriş” kitabının yazarı “faydacılığın kurucusu” Jeremy Bentham, (1748-1832), insanları, kendi çıkarlarını ve faydalarını en yüksek noktaya getirmeye çalışan canlılar olarak gördü. Hayvan hakları savunucusudur, ateisttir ve liberaldir. Dünyanın en kaba adamı seçilmiştir (1791).

Çok düşündü; insanlarda her zaman izleniyormuş hissini uyandıracak ne yapılabilirdi? 

Sonunda buldu, Panopticon tasarımına uygun hapishane…Az sayıda gardiyanla çok sayıda mahpusu gözetlemek için denetim evi / panopticon adını verdiği daire planlı bir yapı tasarladı. Bentham’ın, çok sayıda insanın bir arada bulunduğu ve kargaşa çıkması muhtemel bir ortamın varlığında oluşabilecek sorunların çözümü için Panopticonfikrinin ürünü olan hapishane modelini kardeşinin Paris'teki bir askeri okul planından aldığı ileri sürülmektedir. (Wikipedia).  

Bu tasarım birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kuruluydu. Her hücre bu halkanın iç kısmına açıktı ve halkanın dış cephesindeki duvarda birer pencere vardı.

Halkanın ortasında mahpuslardan tamamen saklanmış konumdaki gözlemcilerin kaldığı bir nöbet kulesi yer almaktaydı.

Panopticon'un temelinde yatan ilke, tek odalı hücrenin içindeki mahpusa saklanacak hiçbir yer bırakmamasıdır. Mahpus sürekli gözlem altındadır, gölgesi bile…Dış cephedeki duvarın penceresinden gelen dış ışık kuledeki nöbetçilere mahpusun her hareketinin iyi aydınlatılmış bir siluetini izleme olanağı sağlar.  

Bentham'ın yaklaşımına göre, gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen, ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen mahpusun aklını başına toplayarak her zaman izleniyormuşçasına davranmaktan başka çabası yoktur. Böylece mahpus bizzat kendi hareketlerini kollamak durumunda kalacaktır.

Bentham, bütünü (pan-) gözlemlemek (-opticon) anlamına gelen Panoptikon'u "bir üst aklın, gücü elde etmesinin yeni bir modeli" olarak ifade etmiştir

Hapishanelerimizle yaşıyoruz. Evlerimizin dahi konutta infaz mekanlarına dönüştürüldüğü  ceza/cezalandırma sistemi içeriyi ve dışarıyı birbirinden ayıracak duvarları bile ortadan kaldırıyor.

Memleketin tam ortasında bir gözetleme kulesi var…

Herkesin her yerde, her şekilde gözlemlenebilir durumda olduğu zaman ve mekanlarda yaşamaya mahkûm olmamalıyız. 

Kulede mahpusları gözetleyenler aslında gardiyanlar değildir; suçlamak, cezalandırmak, hapsetmek, salıvermek ve ıslah etmek adına zor kullanma gücünün meşruluğunu kabul ettirmek için çabalayan siyasal iktidarın gücü elde tutmak isteğidir bizi gözetleyen…

Panaktikon bütünü gözlemlemektir. Toplumu ıslah sürecinin kendi gücünün isteğine göre çalışmasını ve sonuçlanmasını hedefler.

Böylece insanlar bireylere dönüştürülür ve kendi çıkarlarına düşkün yapılır. Kendini görülemez ama gözetleyen yapan iktidardan yanadır, kendi kendinin gözetlenmesine razı olmayı kaderiymiş gibi kabullenir.  

Tamda söylendiği gibi; gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen, ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen hapishanedeki mahpusun aklını başına toplayarak her zaman izleniyormuşçasına davranmaktan başka çaresi olmadığına inandırılan insanları sadece kendi faydasını düşünen ve kendi çıkarlarını kollayan birey yapan bir sistem; insan hakları ve hukukla bağlı değildir.

George Orwell’in 1984’ünün ünlü Big Brother is Watching You sözünü dünya mirası gibi kullanan devletler için suç düşün suçudur.  Hem de nasıl rüyalarınızda bile suç işleyebilirsiniz…Pişman olursunuz, üzülmezsiniz bile. 1984’ün kahramanı Winston şöyle yazmıştır güncesine “Özgürlük, iki artı iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse arkası gelir”.  Winston düşünce suçlusu olur, hapistedir…Hapistekiler tele ekranla izlenmektedirler. Parsons isimli birisini getiriler aralarına…Bu bölümü George Orwell’in 1984 romanından okuyalım (Can Yayınları Çeviri Celal Üster. Aralık 2018 sayfa 334-335).  

“Suçlu musun?” dedi Winston.

“Tabii ki suçluyum!” diye bağırdı Parsons, tele ekrana dalkavukça bakarak. “Parti masum bir adamı tutuklayacak değil ya!” Kurbağayı andıran yüzüne bir dinginlik, dahası bir ermişlik gelmişti. “Düşünce suçu korkunç bir şeydir, dostum,” dedi bir özdeyiş söylüyormuşçasına. “Sinsi bir şeydir. Adamı esir alır da farkına bile varmazsın. Beni nasıl ele geçirdi biliyor musun? Uykumda! İster inan ister inanma. Çalışıp çabalayan, üzerine düşeni yapmaya çalışan bir adamım ben, kafamın içinde kötü şeyler olduğunu nereden bileyim. Sonra uykumda konuşmaya başlamışım. Hem de ne demişim biliyor musun?”

Sağlığından söz ederken tiksinç bir şey söylemek zorunda kalan biri gibi, sesini alçalttı.

“Kahrolsun Büyük Birader!” Evet, böyle demişim. Hem de kaç kere. Aramızda kalsın, dostum, iş çığırından çıkmadan beni yakaladıklarına öyle memnunum ki. Mahkemeye çıktığımda onlara ne diyeceğim biliyor musun? ‘Sağolun’ diyeceğim. ‘çok geç olmadan beni kurtardığınız için sağ olun.”

Winston, “Seni kim ihbar etti?” diye sordu.

Parsons, üzünçlü bir övünçle, “Küçük kızım” diye karşılık verdi. “Meğer kapı deliğinden dinlemiş. Uykumda söylediklerimi ertesi gün devriyeler yetiştirmiş. Yedi yaşında bir bacaksızdan bekler misin? Ama en küçük kin beslemiyorum ona karşı. Tam tersine, övünç duyuyorum onunla. Demek iyi yetiştirmişim.”

Kitabın baskısı sırasında (5) rakamı düştü bilinmiyor ama; Winston iki artı iki beş eder yazmıştı güncesine…

Ceza hukuku cezalandırmak için hemen başvurulan bir araç kabul edilmesi boşuna değil.

Ceza usul hukukunun amacı insandır, sadece insan özgürlüğünü kaldırmaya insanı mahpus tutmaya yaramaz.

İnfaz sisteminin tam ortasına kurulan gözetleme kulesi; herkesin her yerde gözlemlenebilir bireyler olmasını istiyor.  

Beauvoir’un sözleriyle “Kendi özgürlüğünü istemek, başkalarının da özgürlüğünü istemektir”; eğer isterseniz!

İki artı iki dört eder demek için devletin izin vermesine gerek yoktur.

İnsanları dört duvar arasındaymışçasına sanki bir mahpus gibi bizzat kendi hareketlerini kollamak durumunda kalan faydacı bireylere dönüştürmek isteyen ve herkesi gözetleyen devletin hapishanesi değildir memleket… 

*Bu yazı 20.04.2020 tarihinde bianet'te yayınlanmıştır