Zeynel Lüle... Türk basınında, Brüksel ve Avrupa Birliği denince adı akla ilk gelen gazetecilerden biri. O, yıllardır Türkiye’nin aşk ve nefret sarkacında bir ileri, bir geri giden Avrupa ile ilişkilerinin seyrini gazete okurlarına, televizyon izleyicilerine aktarıyor. Başarılı gazetecilik hayatının yanında, müziğe olan ilgisini ve yeteneğini de dostları, meslektaşları yakından biliyor. Ama onun hiç bilinmeyen bir özelliği daha var: Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal Paşa’nın yanından bir an bile ayrılmayan emir çavuşu Ali Çavuş’un torunu olması. Zeynel Lüle, cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün ölümünün 70’inci yıldönümünde, dedesini anlatan bir kitapla yazı dünyasına farklı bir giriş yapıyor. Kasım başında Doğan Kitap’tan çıkacak kitabın adı ‘Atatürk'ün Can Yoldaşı Ali Çavuş’. Bu isim boşuna değil, Ali Çavuş’u, “Can yoldaşım” diye tanımlayan bizzat Atatürk. Kitap, 1919-1925 arasında Ali Çavuş’u yanından ayırmayan Atatürk’e ilişkin bugüne dek bilinmeyen bazı gerçekleri de gün ışığına çıkarıyor. Milli Mücadele’yi başlatmasından Latife ve Fikriye hanımlara uzanan ayrıntılar, Ali Çavuş’un anılarından çıkıp Zeynel Lüle’nin kalemiyle bize ulaşıyor. Sarı yıldızlarla bezeli mavi Avrupa Birliği (AB) bayrağının gölgesinde, Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu binasının yanı başındaki bir kafede, Türkiye’de bazı kesimlerin “Memleket haraç mezat satılıyor” diye baktığı AB’nin kalbinde Milli Mücadele’yi konuşmak enteresan. Hele bunu Zeynel Lüle gibi bir gazeteci ile yapıyorsanız. Zeynel Lüle ile 10 yıllık mesai arkadaşlığımızın samimiyetine sığınıp, röportajımızı senli benli gerçekleştiriyoruz. Böyle bir kitapla ortaya çıkman çok şaşırtıcı. Kaç torunu vardı Ali Çavuş’un? Benimle birlikte 11. Ali Çavuş ve Nadire Metin’in dört çocuğu vardı. Annem ikinci büyük kızlarıydı. Özcan, Müjgan, Vicdan ve Özkan. Tek oğlu vardı. Şu an hiçbiri hayatta değil. Ali Çavuş ve Mustafa Kemal Paşa nasıl karşılaşıyor? Atatürk’ü ilk, Sultan Vahdettin’in damadı ve Harbiye Nazırı olan Enver Paşa’nın yanında emir çavuşu olarak görev yaparken görmüş. Mustafa Kemal, o zamanlar bir Alman generalinin emri altında çalışmaya itiraz etmek için Enver Paşa’nın makamına çıkmış. Epey atışmışlar. Ali Çavuş da o zaman, bu görüşmeyi hayretle izlemiş. Kitapta bu görüşmeyi ayrıntılı bir biçimde anlattım. Daha sonra, o zamanlar Erzurum’da olan Kazım Paşa, Ali Çavuş’u Atatürk’ün yanına veriyor. Aslında Ali Çavuş, o zaman gelen müfettiş paşanın, Enver Paşa ile tartışan Mustafa Kemal olduğunu bilmiyor. Görünce durumu anlıyor. Bu sert ve asabi paşa ile birlikte çalışmaktan korku duyuyor. Atatürk, Ali Çavuş’u hemen tanıyor ve “Sen Enver’in yanındaki Ali değil misin?” diyor. Ali Çavuş tedirgin oluyor, çünkü Kazım Karabekir’in, “Kim olduğunu sakın söyleme” tembihi var ortada. Bu durumu saklama ihtiyacı duyuyorlar yani... Evet. Çünkü başlarda, Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya ne niyetle geldiğini tam olarak bilmiyor. Bunun için dikkatli davranıyorlar. Kazım Karabekir, Ali Çavuş’a, “Kim olduğunu söyleme, sen onun yanında kal, her anından da beni haberdar et” diyor. Bunun üzerine Ali Çavuş, Mustafa Kemal sorduğu zaman, “Hayır ben o Ali değilim” diyor. Ama Paşa, yalan söylediğini hemen anlıyor ve onu bayağı bir sınamadan geçiriyor. Hatta o stresten, Ali Çavuş hastanelik bile oluyor. Atatürk’ün Ali Çavuş’a güven duyması epey bir süre alıyor. Daha sonra Atatürk ona o kadar güveniyor ki, Ali Çavuş yanından beş dakika bile ayırmadığı, her türlü sırrını paylaştığı kişi oluyor. Ve kitapta olduğu gibi Atatürk ona, “Can yoldaşım” diyor. Kitabın adı bu nedenle ‘Atatürk'ün Can Yoldaşı Ali Çavuş’. Sonuçta Ali Çavuş birbirine rakip iki paşaya da hizmet ediyor. Ali Çavuş’a duyulan güven, Enver Paşa’nın yanında çalıştığı dönemdeki olaylardan bahsetmemesinden de kaynaklanıyor. Mustafa Kemal, “Demek ki bu adam sır saklamasını biliyor” diye düşünüyor herhalde. O döneme ilişkin bilmediğimiz, kitaptan öğreneceğimiz bilgiler var mı? Evet, bilinmeyen çok anı var. Ali Çavuş, 1919’dan 1925’in ortalarına kadar, Atatürk’ün yanından bir dakika bile ayırmadığı kişi. Sabah kahvesini yapan, akşam yattığında üstünü örten bir insanın anıları bunlar. Mesela, tarih kitaplarında hiç okumadığım, Atatürk’e yönelik en az üç suikastı gün ışığına çıkarıyor. İkisini bizzat Ali Çavuş önlemiş. Üçüncüsünde ise Atatürk’ün Ankara’da ilk kaldığı Ziraat Mektebi’ne yapılan bir saldırı var ve burada Ali Çavuş ile Mustafa Kemal sırt sırta, saldırganlara karşı çatışmışlar. Bu kitapta ayrıca, çok konuşulan ‘Yeşil Ordu efsanesi’ ile ilgili ayrıntılı bilgiler var. Bir de Atatürk’ün asker elbisesini Sivas’ta çıkardığı bilgisi yaygın. Halbuki daha Erzurum’da sivilleri giydiğini, Vahdettin’i artık tanımadığını söylediğini, yani ‘Kurtuluş Savaşı ruhu’nu orada başlattığını bu kitapta okuyacaksınız. Kitapta, mesela Atatürk’ün zehirlenmesi ve uzun süre bu vakanın göğsünde ve boğazında yarattığı tahribatı bulacaksınız. Bu da hiç bilinmiyor. Daha birçok konu var. Kurtuluş Savaşı’nın efsanevi komutanı Fevzi Paşa’nın bu savaşa katılması için nasıl ikna edildiğini, Mustafa Kemal’in cephede nasıl kaburga kemiğinin kırıldığını ayrıntılarıyla bulacaksınız. Peki, Atatürk’ün özel hayatı?Bence Mustafa Kemal’in Latife Hanım ile evlenmesinde Ali Çavuş’un rolü büyük. Zübeyde Hanım’ı müstakbel gelinini görmesi için İzmir’e bizzat Ali Çavuş götürüyor. Ancak Ankara’ya dönüşünde, Zübeyde Hanım’ın, Latife Hanım’ı beğenmediğini Mustafa Kemal’e söyleyemiyor. Çekiniyor. Halbuki Zübeyde Hanım, olumsuz görüşlerini oğluna aktarması için Ali Çavuş’a anlatıyor. Söyleseydi, belki Atatürk bu evliliği yapmayacaktı. Bildiğiniz gibi Zübeyde Hanım, Atatürk ile bir araya gelemeden, görüşlerini doğrudan oğluna aktaramadan vefat ediyor. Dedem, kısa süren ve Atatürk’ün ‘mutsuz’ olduğu bu evliliğin gerçekleşmesinde kendi payı olduğunu düşünür ve üzülürdü. Fikriye Hanım'ın ölümü Fikriye Hanım ile ilgili neler anlatırdı? Ali Çavuş, Fikriye Hanım son kez Ankara’ya geldiğinde izinliydi ve Köşk’te yoktu. Bu nedenle onun ölümünden kendini sorumlu tutardı. Zaten Atatürk’ün yanından ayrılmasının asıl nedeni, Fikriye Hanım’ın ölümü. Fikriye Hanım, Atatürk’e deli gibi âşık olan, aynı zamanda akrabası olan bir kadın. Ali Çavuş da Fikriye Hanım’ı kardeş gibi seviyor. Atatürk, Ali Çavuş’u Çankaya’dan ayrıldıktan sonra Fikriye Hanım ile birlikte ticaret yapmaları için teşvik ediyor. O arada Fikriye Hanım’ın ölümü Ali Çavuş’u çok üzüyor. Ayrılması da tam o günlere denk geliyor. Atatürk neden, Fikriye Hanım’la, Ali Çavuş’un birlikte iş yapmasını istiyor? Ne yapacaklardı? Atatürk’ün amacı, büyük hayal kırıklığı içindeki Fikriye Hanım’ın bir işle oyalanmasını sağlamak. Bunu da çok güvendiği Ali Çavuş ile birlikte yapmasını istiyor. Dedemin Eskişehir Mihalıççık’taki ailesi kerestecilikle uğraşıyor. Atatürk, Ali Çavuş’un bu ticareti İstanbul’da Fikriye Hanım’la birlikte yapmasını istiyor. Fikriye Hanım belki de bu nedenle öldüğü gün Köşk’e geldi. Ancak Ali Çavuş da bu ticaret işini ailesiyle konuşmak üzere Mihalıççık’a gitmişti. Yani bir anlamda, Ali Çavuş’un Fikriye Hanım’ın geleceğini hazırlamak üzere yaptığı seyahat, onun sonuna neden oldu. Fikriye Hanım’ın ölümünden neden kendisini sorumlu tutuyor? Ölümü kafasına koymuş birini nasıl durdurabilirdi? Fikriye Hanım, ölümü düşünerek Köşk’e gelmedi. Tam tersi, geleceğini konuşmak üzere oradaydı. Üstelik Köşk’e gelip gidenleri karşılayan ve ağırlayan hep Ali Çavuş’tu. Kardeşi gibi sevdiği Fikriye Hanım’ın Köşk’e alınmamasına hiçbir zaman razı olmazdı. Engellerdi. Ya da ikna eder, alır, başka yere götürürdü. Ali Çavuş’un o gün orada olmaması büyük talihsizlik. Eminim ki pek çok insan bu kitabı görünce şunu düşünecektir: Mustafa Kemal’in yanında bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesi vermiş bir insanın torunu, bugün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım çabalarını izliyor. Sen doğru koşullarda, Türkiye’nin AB’ye üyelik çabalarını olumlu buluyorsun. Kimilerine göreyse, Türkiye burada Avrupa’ya peşkeş çekiliyor. Sence dede ile torun arasında bir çelişki var mı? 25 yıldır Avrupa haberleri yapan bir gazeteci olarak benim inancım şu: Türkiye bir gün Avrupa Birliği üyesi olacak. Olmasa dahi Türkiye’nin, bugün içinde bulunduğumuz topraklarda yaşanan çağdaşlığı yakalaması gerektiğini düşünüyorum en azından. Bunun için de bir hedef olması gerek. O hedef Avrupa Birliği üyelik hedefidir. Sonuçta Türkiye’nin modernleşmesi, çağdaşlaşması, demokratikleşmesi yolu bence Avrupa Birliği hedefinden geçiyor. Zaten Atatürk de o dönemlerde Türkiye’ye, “Muasır medeniyetler seviyesine çıkmalıyız” diyerek Batı’yı hedef gösterirken bunu düşünüyordu büyük ihtimalle. Bence hedef aynı. Çelişki yok yani. Çelişki yok. Tam tersi, amaç Türkiye’yi modernleştirme, çağdaşlaştırma ve demokratikleştirme. Hedef tamamen aynı. Atatürk harf devrimini yaparken, kıyafet devrimini yaparken tamamen Batı’yı örnek alarak yaptı. Biz de bugün Avrupa Birliği’nin müzakere konularını ele alırken, belki de tamamen Atatürk’ün başlattığı çağdaşlaştırma projesini gerçekleştiriyoruz. Ali Çavuş bugün yaşasaydı Zeynel Lüle’ye ne derdi acaba? Bize şunu söylemişti: “Bir, kesinlikle rakı içmeyin.” Çünkü muhafazakâr bir insandı. “İki, askerlikten kaçmayın. Üç, yalan söylemeyin.” Askerlikten kaçmadım. Yalan da söylemiyorum mümkün olduğu kadar. Ama rakı konusunda dedeme katılamadım bir türlü. Dedem hiç yalan söylemezdi. Bir kere yalan söylemiş, o da, “Enver Paşa’nın yanındaki Ali değilim” demesi. O da kendisine oldukça pahalıya mal olmuş. Muhafazakâr, dindar bir insandı, namazında, niyazındaydı. Örnek bir Anadolu insanıydı bence. Kitap kasımda çıkacak. Yeni kitaplar da gelecek mi? İlk kitabım olmasından dolayı çok heyecanlıyım. Raflarda gördüğüm zaman emin ol bu kitap beni motive edecek. Bu kitapla kalmayacağım. Hemen 2009 içinde ikinci, 2010’da üçüncü kitabımı çıkaracağım. Hepsinin projesi hazır. Bu, benim ilk kitabım ama kesinlikle son olmayacak. Röportaj: Bora Bayraktar