"Fitch de not düşürürse bankaların kredi muslukları iyice kısılacak"

"Fitch de not düşürürse bankaların kredi muslukları iyice kısılacak"

Hürriyet yazarı Uğur Gürses, uluslarası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's'in Türkiye'nin notunu 'yatırım yapılabilir' seviyesinden 'durağan' seviyesine düşürmesiyle ilgili olarak "Moody’s kararına kabine düzeyinde verilen tepkinin Fitch’e ‘veri’ olması bile olası" uyarısında bulundu. "Fitch tarafından verilen ve 20 Temmuz’da ‘Negatif görünüme’ alınan yatırım sınıfı notu da kaybedersek; işler Moody’s indirimindeki gibi kimsenin umursamayacağı bir tablo görüntüsünde ilerlemeyecektir" diyen Gürses, "Fitch de elden giderse en basitinden, Türkiye’deki bankaların tuttukları kim varlıkların risk değerlemesi değişecek. İlave sermaye koymaları ise zor olacağından, bankaların kredi muslukları zorunlu olarak iyice kısılacak. Daha yavaşlamaya bir fren de buradan gelecek" görüşünü savundu.

Uğur Gürses'in Hürriyet gazetesinin bugünkü (28 Eylül 2016) nüshasında yayımlanan 'Derecelemede kaçamayacağımız sonuçlar' başlıklı yazısı şöyle:

1993 sonlarında Moody's not görüşmeleri için Ankara'ya geldiğinde, dönemin Hazine Müsteşarı Osman Ünsal, Milliyet'ten Zülfikar Doğan'a "Türkiye'nin puanı düşebilir, bu o kadar önemli değil, Türkiye'yi fazlaca etkilemez" diyordu.

Bu sözlerden yaklaşık bir ay sonra, notumuz yatırım sınıfının altına düşürüldü.

İlginçtir, faizleri yapay biçimde düşürmek için çaba gösteren, Hazine ihalelerini iptal ederek faiz düşürme ‘baskısına’ girişen Başbakan Tansu Çiller, ‘paniğe gerek yok, bu dalgalanma geçer. TL’ye yatırım yapan kazanacak’ derken, Cumhurbaşkanı Demirel ise “kaygılanacak hiçbir şey yok” diyordu.

Sonrası malum; döviz kuru ve faizler zıpladı, 3 ay içinde TL yüzde 65 değer kaybetti, bedeli özel sektör zararla, toplum da enflasyon ve işsizlikle ödedi. Özel sektör ilave olarak, krizi çıkaran aynı hükümetin ‘saldığı’ bir ‘net aktif vergisi’ ile ayrıca ödeme yaptı.

Bugün, o günkü koşullarda değiliz. Bugünkü not indirimiyle ‘1994 kılıklı’ bir kriz çıkmayacak; kur rejimi de, bankaların gücü de, yapısal koşullar da farklı.

Türkiye’nin ekonomisinin yavaş büyümesi, işsizlik ve şirketlerinin mali zorlukları çağımızın ‘kriz kılığıdır’. Ancak 1994’ten bu yana şu değişmedi; gelişmeleri ve potansiyel sonuçlarını hafife alan siyasetçiler ile faturayı ödeyecekler.

19 yıl aradan sonra Mayıs 2013’te Moody’s Türkiye’ye yeniden yatırım sınıfı not verdiğinde, yapılması gereken şuydu; borçlanma yatırım sınıfı not aldı ama doğrudan yatırımları sağlayacak reformları hızla yapalım ki Türkiye ağırlıkla borçlanarak değil uzun vadeli kaynaklarla, yatırımlarla, büyüyebilsin.

Aslında Moody’s tarafından geçen hafta not indirim açıklamasında bunun da altı çizilmiş; mealen ‘biz reformları yaparsınız sandık, o yüzden bu ufka yatırım notu kapısını açtık’ türünden bir girizgahla başlıyor metin.

Toplumu kapsayan reform

‘Reform-reform, nedir bu reform lafı?’ diyecek olanlara; birkaç yıl önce mikro reformları konuşurken, başa döndük. Artık, başta toplumun her kesiminin güveneceği bir adalet mekanizması kurulmasıdır, en kallavi reform.

Adında ‘Adalet’ olan iktidar partisi bizatihi kendisi şikayet ediyor; cemaat sadakati üzerine kurulu bir örgütlenmenin de etkin olduğu yargı mekanizmasından. Oysa zaten iyi olmayan bir yapıya liyakat yerine, parti ya da cemaat sadakatini yerleştiren başkası değildi. Türkiye’nin bu alandaki reformunun yaygın biçimde kabul görmesi için, hem de kurulacak yeni sistemin güven sağlaması için toplumsal mutabakatı içeriyor olması şart. Bu da, Anayasa’ya nitelikli çoğunlukla seçilecek bir HSYK yapısı koyarak olabilir. Bu koşul uzlaşma ve mutabakata, bu da liyakate yol verecektir.

Hukuk olmayan yerde uzun vadeli bakışla yatırım da olmaz, sürdürülebilir büyüme de olmaz. Türkiye sürekli olarak gelip-çıkan başkalarının fonları ile çalkalanır durur.

Türkiye’nin Moody’s sonrası tartışacağı konu bu olmalıdır. Siyasetin normalleşmesi, demokratik koşulların tesisi, kurumsal yapıların güçlendirilmesi olmalıdır. Günübirlik hamasi söylemlerle kaybedilecek zamanla, ancak yeni bir not indirimini yakın kılarız.

Fitch tarafından verilen ve 20 Temmuz’da ‘Negatif görünüme’ alınan yatırım sınıfı notu da kaybedersek; işler Moody’s indirimindeki gibi kimsenin umursamayacağı bir tablo görüntüsünde ilerlemeyecektir. Hatta öyle ki; Moody’s kararına kabine düzeyinde verilen tepkinin Fitch’e ‘veri’ olması bile olası.

Fitch de elden giderse en basitinden, Türkiye’deki bankaların tuttukları kim varlıkların risk değerlemesi değişecek. Tuttukları varlıkların bir bölümünün daha risk katsayısı artacak. Böylelikle bankalarımızın sermaye yeterlik oranı 1-2 puan arasında düşecek. Bunun anlamı da, bankaların kredi verme sınırları aşağı düşecek. İlave sermaye koymaları ise zor olacağından, bankaların kredi muslukları zorunlu olarak iyice kısılacak. Daha yavaşlamaya bir fren de buradan gelecek.

2016’da Moody’s not indirimine gelen siyasetçi tepkilerine bakınca, 1994’teki tepkilere göre epeyce ‘komplocu’ bir açı içerdiği, Mehmet Şimşek dışında durumun pek de farkında olmadıkları izlenimi veriyor. Umarız orta vadede faturası ağır olmaz.

Ne demişti J. C. Stamp?

“Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız”.