Fotoğrafın derinliğinde insanı arayan bir sanatçı: Vivian Maier

Kaynak: Maloof Koleksiyonu

Yeşim VESPER - Paris

Ben iğdenin gümüş aydınlığındaduruyorum çoktandır bir yanım karanlık.-Birhan Keskin

Uzun bir pandemi durgunluğunun ardından 2021 sonbaharı itibariyle birbirinden çekici programlarla Paris’in sanat ve kültür hayatı yeniden alışageldiğimiz dinamiğine girmeye başladı. Bu özel çerçevedeki güz programının önemli sergilerinden biri de Lüksemburg Müzesi’nde yer alıyor. Bundan bir önceki sergisini 1780-1830 yılları arasındaki kadın ressamlara atfeden müze, bu kez de kapılarını 20. yüzyılın en büyük fotoğraf sanatçılarından biri olduğunu yaşamı süresince kendisinin dahi bilmediği Amerikalı Vivian Maier (1926-2009) ile açtı. 1950-1990 arasında, ağırlıklı olarak New York ve Şikago sokaklarında çekilmiş üç yüz kadar eserle bugüne kadar Maier’e adanmış en kapsamlı sergiye ev sahipliği yapan Lüksemburg Müzesi, bundan böyle kadın sanatçılara vereceği önemin de altını tekrar çizmiş oluyor.

Vivian Maier’in hiçbir zaman günışığına çıkmamış, binlerce negatifle dolu fotoğraf kutuları 2007 yılında tesadüf eseri Şikagolu genç bir emlakçı olan John Maloof’un eline geçmeseydi dünya onun varlığının farkında bile olmayacaktı. Kendisiyle ilk kitlesel tanışıklığımız John Maloof ve Charlie Siskel imzasını taşıyan, 2013 yapımı Vivian Maier’i Bulmak adlı film vasıtasıyla gerçekleşir. Aralarında MoMA ve Tate’in de bulunduğu pek çok sanat mabedinin dikkatini Maier’e çekmek üzere aşındırdığı tüm kapılardan olumsuz yanıt alınca, bu filmi yaparak bir detektif gibi Maier’in özel hayatının izini sürer Maloof. Belgesel, her ikisi için de bir dönüm noktası olur. O tarihten itibaren, çektiği klişelerin büyük bir bölümünü negatifleriyle ardında bırakan, yaratımının tamamlanmış halini kendi gözleriyle dahi görmeyen Vivian Maier’in sayıları yüz elli bini bulan zengin arşivini sergilemek için dünyanın saygın müze ve galerileri birbirleriyle yarışır. Vivian Maier’e ölümünden sonra şöhretin kapılarını açan bu film, evet, bu büyük sanatçıya dikkatimizi çekmeyi başarıyor, ancak kendisine etkileyici fotoğrafları üzerinden samimi bir ilgi duymaya başladığımız an itibariyle de bir magazin belgeseli olmaktan öteye gidemiyor. Matuf olduğu alanları çevresinde hiç kimseyle paylaşamayan bir mütefekkirin sanatçı kimliği ortaya çıkana kadar kendisine kayıtsız kalan, aynı çatı altında yaşamalarına rağmen onu gerçek anlamda merak dahi etmemiş insanların on yıllar sonra belleklerinin bulanık alanlarını yoklayıp Vivian Maier hakkında söyledikleri sözler, bu kişilerin ve John Maloof’un gözünden tüm dünya manşetlerine yayılan Vivian Maier anlatısının kaynağını oluşturuyor. Film boyunca Maier’i hep bir gizem halesinin içinde tutarak geçmişi hakkında konuşanlar, hafızalarında o dönemin yeniden inşasını gerçekleştirirken, parça parça, doğru yanlış hatırladıklarının montajını yaparken, aslında ne yazık ki hem eserinin hem de Maier’in gerçek kimliğinin geri plana itilmesine sebep oluyorlar.

İşte tam da bu noktada Lüksemburg Müzesi’nde Anne Morin’in küratörlüğünde gerçekleşen sergi bize John Maloof’un filminden çok daha farklı bir okuma sunuyor. Sanatına dair kendisine tek bir soru dahi yöneltilmemiş, varoluşuna ve görme biçimine ilişkin mahremiyetini ölünceye kadar korumuş, bundan böyle de asla soru soramayacağımız bir sanatçının sisler içinde kalmış ve magazinsel dile evrilmiş yaşamını değil, yapıtlarını çıkarıyor agoraya. Tek tematik etrafında toplanmayan bir sergiyle, Maier’in üzerinde çalıştığı birbirinden farklı izlekleri bir araya getiriyor (sırasıyla: otoportre, sokak manzaraları, portreler, jestler, gölge/ayna/objektif oyunları, film, renkli fotoğraflar, çocukluk, izler). Muhtemelen hayata tutunabilmesinin bir yolu olarak boynundan eksik etmediği fotoğraf makinesinin objektifinden çıkanlarla, yani söze dökülmemiş olanın kudretiyle bize asıl Vivian Maier’i gösteriyor. Bildiğimiz düzlemde, mevcut sistem tarafından katman katman yaratılan sanatçı figürünün çok ötesinde bir yerde duran, özgür, bağımsız, sanatın ilişki ağlarında nefeslenmemiş ve fotoğraf konusunda tamamen kendi kendini yetiştirmiş, etkileyici bir kompozisyon, estetik ve iç bilgisine sahip, kent gezgini bir Vivian Maier görüyoruz. Bakışının tercümesi olan o fotoğraf karelerinde, kentin bitimsiz insan coğrafyasında ayakkabı eskitirken görsel poetikasını üreten bir sanatçıyla karşılaşıyoruz. Gerek fotoğraflar ve ses kayıtları gerekse biriktirdiği gazetelerle çevresini kuşatan gerçekliği durmaksızın kayda geçiren, toplumun sokağa yansıyan dikotomisine algıları son derece açık, sosyal eşitsizlik konusunda hassas, şefkatli, yaşamın dramını anlama çabasında, insan duygularının çeşitliliğini yansıtan, çocukların sahihliğine duyarlı, dünya üzerindeki tezatlıkların fazlasıyla farkında bir Vivian Maier ile tanışıyoruz. Anlıyoruz ki, Maier için hayatı omurgalandırma biçimidir fotoğraf. Zamanının ABD’sinde yükselen tüketim toplumu reflekslerine dahil olmayı reddeden, günlük hayatın sıradan ân ve mekânlarını sıra dışı bir görsel mimariye dönüştürerek dünyayı tartan, sorgulayan, kavramaya çalışan zeki ve meraklı bir kadının incelikli gözü ile hakikati yakalama çabasına tanık oluyoruz.

Vivian Maier gerçekten de gizemli. Ancak, yaşamöyküsündeki boşluklardan, çeşitli sorularla kendini açmasına fırsat verilmeden bu dünyadan ayrıldığı için değil. İnsanın karanlık alanlarına duyduğu ilgiyi tüm zarafetiyle ışık-gölge arasında oynadığı oyunda gösteren Vivian Maier, kendi içinde saklı olan bir gerçekliğin sadece fragmanlarını, yarı karanlık uzamlarını verir bize fotoğraflarında. Gizem, onun yapıtlarında yeri geldiğinde varlığın kendini gizlediği, yeri geldiğinde de huzurla çekildiği gölgededir. Bakışının derinliğiyle fotoğraf nesnesini derinleştirmesindedir. Bir içsel sessizlik, bir tefekkür ânından neşet eden elin ani devinimine eklenmektir gizem. Özellikle de otoportrelerinde kendini daha belli eden, varlığındaki dipsiz kuyuyu kavramak üzere görünürle görünmezin, deşifre edilirle edilmezin sınırlarında dolaşmaktır. Kendi temsiline iç içe geçmiş aynaların mecazından bakan gözün kendinde tezahür eden insan varlığına hayret etme ânındadır. Vivian Maier’in fotoğraflarının gümüşi aydınlığında dursak da bizi kendi gölgesine çeken, tarifi imkânsız bir duygu ve güzellik hissiyle bu karelerin arasında kaybolmadadır gizem.

* Sergi 16 Ocak 2022’ye kadar Lüksemburg Müzesi’nde izlenebilir.