Korhan Gümüş*
Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED) Ömer M. Koç Koleksiyonu’nda yer alan 19. yüzyıl sonu Osmanlı bürokratı, Yusuf Franko’ya ait karikatür albümü sergisine ev sahipliği yapıyor.
“Yusuf Franko’nun İnsanları: Bir Osmanlı Bürokratının karikatürleri” başlıklı sergide ilk dikkati çeken, portrelerin tamamının dönemin güçlü (diplomatlar, bürokratlar, tüccarlar, bankerler, mülk sahipleri, sanatçılar…) şahsiyetlerine ait olması. Çoğunun Franko gibi kamusal alanda, kamu bürokrasisinde de önemli yerleri var. Franko, İstanbullu Katolik Rum vatandaşı. Mutasarrıf, sonra posta ve telgraf, hariciye nazırı olarak önemli görevlerde bulunmuş bir kişi. Aynı zamanda (sergi metninde tanıtıldığı gibi) “oyunbaz” bir karikatürist.
Franko’nun albümünde topladığı bütün karakterler eğitimli, zengin, parlak, dünya işlerinden anlayan, renkli, “yüksek cemiyet üyesi”, kapitalist kişiler. Franko’nun karikatürleri kendisinin de tanıklık ettiği ve bir parçasını oluşturduğu 19. yüzyıl sonu Pera’nın kayıttan silinmiş ve yalnızca efsunlu bir hikayeye dönüşmüş olan zengin sosyal çevresi, mekanları, ortamı hakkında önemli bilgiler veriyor.
Sizi bilmiyorum ama benim ilgimi bu sıfatlardan çok “oyunbaz” çekti. Zannedersem Franko Paşa’nın oyunbazlığının üzerinde durmak gerekli.
Önce şunu sormakla başlayalım: Bakan, paşa düzeyinde bir devlet adamı olup da -kendisi de dahil- herkesi tiye alan bir kişi bulmak günümüzde mümkün mü? Bir bakan (ya da üst düzey bir devlet bürokratı) bu kadar malzeme olmasına rağmen çevresindeki insanları hicvedebilir mi?
Nitekim albümün finalinde “Karikatüristin Ölümü“ başlığını taşıyan eser bir idam sahnesini canlandırıyor. “Kefaret” olarak adlandırdığı bu karikatürde albümde hicvedilen karakterler (eleştirdiği insanlar) hep birlikte Franko’nun ipini çekiyor. Bu arada ailesi ağlarken, diplomatlar umursamaz bir şekilde sohbetlerine devam ediyorlar. Franko’nun omzunda bir akbaba ve elinden yere düşen ferman ile birlikte çöl ortamını canlandırıyor. Bu da kişilerin kaderinin nasıl başkalarının elinde olduğunu gösteriyor.
Karikatüristin Ölümü, Yusuf Franko
Diğer bir soru bu güçlü ve renkli şahsiyetler Franko Paşa’nın hobi olarak gerçekleştirdiği bu özel (basılmamış) mizah albümü dışında başka nerede buluştukları… Bu renkli şahsiyetlerin bir araya geldikleri yerler Pera’nın yüksek sosyetesine ait olan mekanlar, balo salonları, oteller, sefaretler, operalar. (Birkaçını sayalım: Naum Paşa Tiyatrosu, Cercle d’Orient, Büyük Doğu Locası, …) Dolayısı ile bu efsanevi Pera imgesinin arkasında bir boşluk olmalı. Olanlar kadar albümde olmayanlar, dışında kalanlar önemli. Kimler eksik? Olanlar kadar albümde olmayanlar, dışında kalanlar önemli. Kimler eksik? Tahmin edileceği gibi sıradan insanlar. Pera adı verilen bu efsunlu dünyayı “sırtlarında taşıyanlar”. Yerlerinden edilenler, emekleri değersizleştirilenler, savaşlarda ölenler, kırıma uğrayanlar…
Ekşi Sözlük’te şu satırlar yer alıyor: “Pera’nın tarihi, bir efsanenin tarihi olarak yazılmıştır. Artık olmayan insanların, mekânların aykırılığının vurgulandığı, kimi zaman yerilen, kimi zaman özlenen ve öykülenen, ama hep efsunlu bir dünya. burada mösyöler ve madamlar, balolar ve operalar, bahçeler ve oteller vardır. Yusuf Franko’nun albümü, alaycı ve zaman zaman muhalif olsa da, bu efsanenin sınırlarının içinde gezinir. Oysa bir de dışarısı vardır. burada toprağın ve tarihin derinliğine gömülen mezarlıklar, tüm bölgeyi küle döndüren yangınlar, yollara ve apartmanlara yer açmak için yıkılan ortaçağ surları bulunur. Göçmenler, dilenciler, yerinden edilenler, efsunlu inşaatlarda çalışırken ölenler; kronik susuzluk, hastalık, kirlilik albümde kendine yer bulmamıştır.”
İçinde yer aldığı toplumsal tabakanın içinde Franko Paşa‘nın bir “oyunbazlık” yapması mümkün de olsa, dışında pek mümkün olmadığını tahmin edebiliyoruz. Albümün dışında kalan bir kesim daha var: Üst düzey askeri bürokratlar, saray çevresi. (Bu eksiklik merakımı kurcalamakta.)
Bunun nedeni yalnızca bu renkli dünyaya ayak uyduramayan silik şahsiyetler mi olmaları? Yoksa karikatürü bile yapılamayacak kadar başka bir dünyanın insanları mı olmaları? Günümüzdeki siyasal ortam gibi bu sınır, karikatürü sınırlandıran kafes belki de mizahın da bittiği yer olmalı. Bugün olduğu gibi, bu sınırlı alanın dışında taraf olmak, eleştirmeden önce “bizden mi, değil mi” diye bakmak yeterli.
Nihayet akla ilk gelecek sorulardan biri de (hep “çöküş dönemi” diye adlandırılan) Osmanlı’nın son yıllarında bile nasıl çok renkli küresel sanat ve fikir ortamı, sosyal ağlar ile bir ilişki içinde olduğu… Şehrin yıldızının nasıl parladığı, güçlü küresel bir finans ve diplomasi merkezi haline geldiği… Sonra nasıl ve neden yok olduğu… Bu mutlu tablo nasıl ve neden yıkılıyor? Niyetim bu kırılganlığın nedenlerini demin saydığım bu ipuçları ve biraz da bugünkü durum ile benzerlikleri üzerinden sorgulamaya çalışmak. Çok iyi eğitim aldığı, devleti en üst düzeyde temsil ettiği, çok iyi de bir çizer (karikatürist) olduğu anlaşılan bu maharetli paşanın gerçekleştirdiği bu albümü dönemin siyasal ve sosyal koşulları hakkında önemli bilgiler taşıyor. Bugünküne göre gene daha fazla dinamizme, çeşitliliğe, özgürlüklere ve renklere sahip gibi gözüken bu sınırlı alan bir toplumsal tabakayı ilgilendiriyor.
Bu görünen seçkinlerin arkasında görünmeyen kitlelerin olduğu ve onların da bu temsil alanda başka bir şekilde ve hiç hesaba katılmayan bir şekilde bulundukları varsayılabilir. Bu soylulaştırıcı alanların dışında kalan cemiyet mensupları, topluluklar aynı zamanda sanki gettolaşmış durumda. Kısa süreli de olsa, bugünküne göre siyasal açıdan çok daha demokratik sayılabilecek olan parlamento deneyimleri de bu gettolaşmayı ortadan kaldırmıyor. Neoklasik modernleşme sürecinde topluluklar, kimlikler kurumlarıyla özel kamusal alanlara, hayırseverlik alanlarına izole ediliyor, ortak kamusal alan askeri bürokrasinin denetimine geçiyor.
Komplike bir ilişkiler yumağı biçiminde de olsa günümüze uzanan bu süreci koşullandıran iki yönelim görülüyor: Bu tarihlerde kimlikleri benzerlikler üzerinden dönüştüren “neoklasik” bir model kurumlaşıyor. Diğeri ise savaş sonrası felaketlerin yarattığı dersleri çıkarmaya çalışan, temsili komplike ilişkiler sistemi olarak sorgulayan, paradigmatik deneyimlere açan ve çoğu zaman da bastırılan “güncellik”. Güncellik, günümüze ait anlamında olduğu kadar, milli kültür, tarih, sanat gibi modernliğin yarattığı amnezyayı, hafıza kaybını telafi ediyormuş gibi gözüken tarihsiciliğin yapısöküme uğratılmasını çağrıştıran bir anlama sahip. Ancak bir stilleştirme problematiği içinde bu amnezyanın faili gibi de gösterilebiliyor. Türkiye’de, örneğin laiklik falan gibi meselelere, Cumhuriyet’in siyaset ve kültür programına bakıldığında bu karışıklığın ve karşıtlığın sürdüğü bir stilleştirme sorunsalı içinde yansıdığı görülüyor. Belki de asıl üzerinde durulması gereken bu. Çünkü egemen milli tarih yazımına göre zaten böyle bir güncellik biçimi hiç olmadı!
Bu tanıklık, üzeri örtülen bir geçmiş, bütün mekanlarıyla, hatta siyasal sosyal kurumlarıyla varlığını korusa da neden yok sayıldığı hala güncel bir paradoks. Peki tuhaflık nerede? Tuhaf olan sahnenin hala yerinde duruyor oluşu. Ya da Franko Paşa’nın güncelliği…
Yusuf Franko Kusa, Lübnan’dan İstanbul’a göçen, Osmanlı Hariciyesi’nde kendine yer edinen ve buradan yeniden Lübnan’a uzanan Franko Kusa ailesine mensuptur. Beyoğlu’nun meşhur ve öncü sanat mekânı Naum Tiyatrosu’nun kurucusu Michel Naum’la da akraba olan Yusuf Franko Kusa’nın kariyerindeki en yüksek basamak, 1907-1912 arasında yaptığı Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı’dır. Karikatürlerinde geç 19. yüzyıl Beyoğlusu’nun önde gelen kişilerini bir araya getirmiştir. Cemiyet davetlerinde boy gösteren Osmanlı paşaları ve yedi düvelin diplomatları, yerli ve yabancı sermayecileri, sanatçıları kendine özgü tarzıyla resmeden Yusuf Franko; gerek kendi karakteri gerekse de çizdiği karakterleriyle, uluslararası bir finans, diplomasi ve kültür-sanat merkezi haline gelen bu özel dünyanın bir ürünü ve aynı zamanda tanığıydı.