Fransa’da François Hollande’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi gerçekten bir kırılma noktası. En azından iktisadi anlayış açısından bir mütasyon olduğunu teslim etmek gerek.
Nicolas Sarkozy dönemindeki ultraliberal richophile yani “zengin sever” yaklaşımlar Fransa kamuoyunu derinden etkilemişti.
Sarkozy’nin yaşam ve davranış tarzının yanı sıra “vergi kalkanı” gibi icraatlar komplekslerinden kurtulmuş Fransa sağının zenginlere ne kadar yakın durduğunun adeta birer göstergesiydi.
Daha seçim kampanyası sırasında Hollande bu yaklaşımı tamamen terk edeceğinin sinyallerini vermiş, “normal” bir Cumhurbaşkanı olacağını ilan etmişti.
Diğer bir deyişle Sosyalistler Sarkozy yönetimini Fransa şartlarında “anormal” olarak nitelendiriyordu. Sosyalist Parti’de gittikçe güçlenen sol kanat bir yandan, Sosyalist partiyi fazla merkezde bularak ayrılan .... başını çektiği Sol Cephe’nin baskısı diğer yandan, Hollande’ın en ilgi çeken kampanya vaatlerinden biri zenginleri bu kriz zamanında yüksek vergilendirmek oldu.
Seçilmesinden altı ay sonra bu vaat hayata geçirildi. Bundan sonra senelik geliri bir milyon euroyu geçenler yüzde 75 oranında vergilendirilecekler.
Beklenildiği gibi bu karara tepkiler gecikmedi. Özellikle sağ görüşleri ile tanınan iş adamları kişisel varlıklarını Fransa’dan çekmekle tehdit ettiler.
Bu tehditleri icraata döken ilk işadamı ise, Nicolas Sarkozy’nin en büyük destekçisi ve yakın arkadaşı, Perakende sektörünün en önemli gruplarından Pinault Printemps Redoute’un sahibi, François Pinault oldu.
Pinault’nun Belçika’ya taşınması konusu birkaç gün gündemde kalsa da, tabiri caizse “köpürtülmedi.” Ne de olsa işadamı Fransa’daki en önemli işverenlerden biriydi, küstürülmemeliydi.
Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, aynı hoşgörünün ünlü sinema aktörü (ve aynı zamana akıllı bir işadamı olan) Gerard Depardieu için gösterilmediği söylenebilir.
Fransız sinemasının kötü çocuğu Depardieu’nün Fransa Belçika sınırını birkaç kilometre geçip, Paris’in şık bir mahallesinden Belçika’nın ruhsuz bir kasabasına taşınacağı duyulur duyulmaz kimisi alaycı kimisi sert tepkiler yağmaya başladı. Tepkilerin büyük bir kısmı bu davranışın vatanseverliğe aykırı olduğu, aktörün Fransız devletine ve dolayısıyla toplumuna borcu olduğu, ve bu zor zamanlarda sırf vergi vermemek için başka bir ülkeye yerleşmesinin kabul edilemez olduğu yönündeydi.
Elbette bu tepkilerin en çok ses getireni Fransa Başbakanı Jean Marc Ayrault’nun açıklamaları oldu. Başbakan popüler aktörün davranışını "minable" yani “zavallılık” olarak nitelendiriyordu.
Bu nitelendirmeye Depardieu çok kızdı. Sadece Fransa’da görülebilecek bir şekilde, Le Journal du Dimanche gazetesinde başbakana yönelik açık bir mektup yayınladı ve açtı ağzını yumdu gözünü. Mektubun özeti gayet basit. “Asıl zavallı sensin .”
Bu sert mektupta aktör kısaca siz kim oluyorsunuz da benim hakkımda hüküm veriyorsunuz dedi. Bugüne kadar Fransa halkına borcunu ödediğini, çok vergi verdiğini ve bugünkü rejimin Fransa’da değer yaratan insanlara karşı olduğunu haykırıyordu.
Asıl meselesi bugüne kadar Fransa’yı vergi yüzünden terk edenlere aynı tepkinin gösterilmediği konusuydu. Kendisine aktör olduğu için ve Sarkozy’yi desteklediği için haksızlık ediliyordu.
Artık Başbakanla aynı vatanı paylaşmıyordu ve bu yüzden de pasaportunu geri veriyordu.
Elini taşın altına koyma geleneği
Fransa “Artistes engagés” yani, elini taşın altına koyan, siyasi konularda duyarsız kalmayan sanatçı geleneğinin beşiği.
Depardieu’nün tepkisi yeni bir sanatçı tipi çiziyor. “Artiste désengagé,” bırakıp giden sanatçı. Bu tartışmaların ortak noktası elbette milliyetçiliğin Fransız versiyonu, zira aslında tartışılan konu Fransa vatandaşlarının ülkelerine borçları olup olmadığı, sadık kalıp kalmadığı.
Senelik geliri bir milyon euroyu geçenlerin yüzde 75 oranında vergilendirilmeleri Fransa tipi sosyal devletin iflastan kurtulma çabaları.
Yüzde 0 ile yüzde 0,5 arasında gidip gelen bir büyüme oranı, ekonomik krizin getirdiği sosyal buhran ortamı, dinsel ve dolayısıyla ulusal kimlik çerçevesinde yaratılan yapay tartışmalar ve buna bağlı olarak milliyetçi sağın önlemez yükselişi ve normalleşmesi, göçmen karşıtlığı ve bunun görünür şekli olarak müslüman karşıtlığı, bu tip tartışmaların yatağını oluşturmakta.
Diğer bir deyişle Depardieu çevresinde koparılan fırtına sadece magazinsel bir açıdan ele alınmamalı. Fransa modelini kaybetmekten korkuyor. Kendine güvenini kaybeden her sistemde olduğu gibi tartışmalar sığlaşıyor ve sertleşiyor. (Samim Akgönül/ BBC Türkçe)