Düsseldorf’ta yayımlanan Handelsblatt gazetesi Fukuşima faciasından Almanya’nın çıkarttığı derslere ilişkin yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
“Bundan tam beş yıl önce Fukuşima’da meydana gelen nükleer facia Almanya’nın enerji politikalarını tamamen değiştirmesine yol açmıştı. Başbakan Yardımcısı ve Enerji Bakanı Sigmar Gabriel bu vesileyle çıkarttığı bilançoda, Almanya’da enerji alanındaki dönüşümün hem ekolojik hem de ekonomik açıdan bir başarı öyküsüne dönüşme yolunda ilerlediğini vurguladı. Ancak bu açıklama biraz kuşku götürür. Yenilenebilir enerjilerden elde edilen elektrik üretimi Almanya'da yüzde 30 dolayında arttı ama, ülkedeki enerji dönüşümünün diğer endüstri ülkeleri için örnek oluşturabileceğine dair kanıtları Almanya henüz gözler önüne seremedi.”
Kölner Stadt-Anzeiger adlı gazete de yorumunda Fukuşima faciası sonrasında Almanya’daki enerji sektörünün durumunu analiz ediyor:
“Konvansiyonel enerji işletmeleri ekolojik enerji üretiminin ilgi odağı haline gelmesiyle birlikte kendilerini mağdur konumda görüyorlar. Aslında bu alanda çoktan öncü rolü üstlenebilirlerdi. Yeni bir döneme ayak basmak için kullanabilecekleri 10 yıllık süreyi heba ettiler. Nükleer enerji üretimiyle adeta para bastıkları dönemlerin artık mazide kaldığını görmek istemediler. Ama geç de olsa bazı işletmeler atılım yapmayı deniyorlar. Öyle ki bunlar enerji dönüşümüne sahip çıkmakla kalmıyor, bu dönüşümü aktif olarak biçimlendiriyorlar da. Ama uzun vadede ayakta kalabilmek için sadece bu yeterli olur mu, bunu kimse kestiremiyor.”
Frankfurter Allgemeine Zeitung ise Avrupa’nın sığınmacılar konusundaki bölünmüş görüntüsünden en fazla memnuniyet duyan politikacının Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin olacağı görüşünü savunuyor ve yorumuna şu satırlarla devam ediyor:
“Putin’in AB’nin zayıflamasından ve hatta giderek parçalanmasından stratejik çıkarı var. Rusya’nın Soğuk Savaş dönemine dönüş yaptığına inanmak istemeyen politikacılar bile artık bu saptamayı inkâr etmiyor. Putin açısından göçmenler de bir çeşit baskı aracı. Çünkü istediği an Suriye ve Ukrayna'daki yüzbinlerce kişiyi Batı’ya yönlendirebilir. Mülteci krizi ülkeleri her ne kadar çetin sorunlarla karşı karşıya bırakmış olsa da, Baltık ülkeleri, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan doğudan gelen tehdidi gözardı edemez. Yoksa acaba bu ülkeler özgürlüklerinin ve güvenliklerinin müttefiklerinden ve partnerlerinin kendileriyle dayanışmasından ne ölçüde bağımlı olduğunu gerçekten unuttular mı?”
Die Welt gazetesi de Balkan rotası yüzünden AB ülkeleri arasında başgösteren görüş ayrılıklarını yorum sütununa taşımış:
“Avrupa, sığınmacı krizinin çözümü için tüm mekanizmaları harekete geçirmiş durumda. Türkiye ile tüm sığınmacıların geri alımı konusunda görüşmelerin sürdürülmesi ayrıntılı çözümün bir bölümünü oluşturuyor. Ancak Avrupa eğer krizi çözecek olursa buna birçoklarının katkısı olmuş olacak. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk daha sert tavırlardan yana olarak, Angela Merkel krize ilişkin çizgisini savunmaya devam ederek, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker görüş ayrılığı içinde olan ülkeleri bir masa etrafında toplamak suretiyle sürece katkıda bulundu. Sığınmacı krizi eğer herkes çözüme odaklanırsa son bulur, ‘ben çözümün ne olduğunu önceden biliyordum' diyen çok bilmişlerle olmaz.”