Futbolla ilgilenmeyenlerin derin yalnızlığı üzerine...

Futbolla ilgilenmeyenlerin derin yalnızlığı üzerine...

 

Can Dündar

(Milliyet - 12 Mayıs 2012)

 

Futbolla ilgilenmeyenlerin derin yalnızlığı üzerine...

 

...söylenecek fazla bir şey yok. Başlık mevzuu özetliyor zaten... Kaç kişiyiz bilmiyorum; fazla kalabalık olmadığımızı sanıyorum. Adını bir futbol efsanesinden alan ve çocukluğunda bolca top koşturan biri olarak bende futbol ilgisi ne zaman, neden söndü, bilmiyorum. Galiba oynamayı, oynayanları izlemekten çok sevdim. Ve körü körüne taraftarlıktan, statların küfre bulanmış saldırganlığından, berbat da oynasa takıma laf söyletmeme bağnazlığından, oldum bittim hoşlanmadım. * * * Bugün derbi makaleleri arasında benimkinin aykırı kaçacağının farkındayım. Ancak farklılıklara saygı çağında, futbolda da “öteki”ler olduğu bilinsin, onların dar alanda ne çektiği fark edilsin istiyorum. Erkek dünyasında “Memleket nere”den daha yaygın bir sorudur “Hangi takımsın” sorusu... “Futbolla aram yok” cevabı, yeni soruları kışkırtır. Turist muamelesi görürsünüz. Laf olsun diye bir takım söyleseniz, açılacak muhabbete katılmanız gerekir. Oysa siz üç futbolcu ismi sayamayacak haldesinizdir; nerde kaldı ki takım üzerine yorum yapasınız. * * * Gazeteyi sonundan okumaya başlayan bir toplumda yaşayan biri, hele bir gazeteci için büyük eksiklik... Kaldı ki “taraftarlık”ın özendirici avantajları vardır: Maçı iple çekmenizi sağlayacak bir heyecan vesilesi... Galibiyette sevinci, mağlubiyette hüznü paylaşma keyfi... İçerde biriken öfkeyi akıtacak bir kanal... Her daim üzerine laf çevrilebilecek bir mevzu... İşe girmeden torpil bulmaya kadar her alanda işe yarayan bir takım ruhu... Generali erbaşa eşitleyen bir kolektif aidiyet... Rengârenk formalar, komik şapkalar içinde alabildiğine çocuklaşıp hiç yadırganmama ayrıcalığı... Takımsızlık, tarafgirliğin tüm bu avantajlarından mahrum kılar sizi... Hele derbi günleri, yalnızlığınız katmerlenir. Coşkuya katılmak, kız ya da oğlan tarafından olmadan gittiğiniz bir düğünde eğlenmek kadar zordur. Televizyonda sanki hiç bilmediğiniz bir dil konuşulur. Rahmetli Ecevit gibi “futbolcular para için rahatlıkla takım değiştirirken taraftarın takıma ölesiye bağlılığının manasızlığı” üzerine ahkam kesmeye ya da futbol kalitesinin bu ilgiyi hak edecek düzeyde olup olmadığını deşmeye kalkışırsanız veya bir gün futbol olmasa bu enerjinin nereye akacağını tahmin etmeye çalışırsanız hepten itici olursunuz. Sırf gözlem için seyretmenin de tadı yoktur. İçmeden sarhoş masasına oturanlar gibi sevimsiz görünürsünüz. Gündüz aklıselimle sohbet ettiğiniz arkadaşlarınızın, hakeme küfrederkenki şehvetinden dehşete kapılırsınız. Futbolun, iç dünyaları salıverme, gerçek kimliği ele verme, insanın üstündeki yaldızı dökme kabiliyetine hayran kalırsınız. * * * Ama sizin katkınız dışında oluşmuş klanlara, takımlara, tarikatlara uzaksanız, kaderinizi, kederinizi, keyfinizi onlara bağlamamışsanız ve hayatı benim gibi yakanıza rozet takmadan yaşayanlardansanız, derbi günlerinin gürültülü yalnızlığında da ayrı bir zevk olduğunu keşfedersiniz. Kaç kişi olduğunuzu, derbi saatinde sokaklar söyler size... O ıssızlıkta, mangal ateşinde kalmış vejetaryenler gibi birbirinize gülümsersiniz.