BirGün yazarı Hayri Kozanoğlu, aralarında Ziraat Bankası, TPAO, PTT ve BOTAŞ gibi büyük kurumların Varlık Fonu'na devredilmesinden sonra başlayan tartışmaya ilişkin olarak "Şimdiden uyarıyoruz, Türkiye Varlık Fonu yeni yolsuzluk ve usulsüzlük kapıları açmaya adaydır. 'G-20 ülkelerinden Ulusal Fonu bulamayan bir Türkiye var' iddiası da külliyen yalandır. İnceleyenler ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya’da bu tür bir fon bulunmadığını göreceklerdir" diye yazdı.
Hayri Kozanoğlu'nun BirGün gazetesinin bugünkü (7 Şubat 2017) nüshasında yayımlanan 'Yangından mal kaçırma fonu' başlıklı yazısı şöyle:
RTE’nin “Allahın lütfu” diye nitelendirdiği 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı puslu ortamda, fırsatı ganimet bilerek topluma dayatılan projelerden biri de Türkiye Varlık Fonu. Alışageldiğimiz gibi, bu konuda da yandaş medya hemen bir böbürlenme atağına girişti: “Türkiye Varlık Fonu Zirveye Oynayacak”, “200 milyarlık fon geliyor” benzeri.
Öncelikle Türkiye’de, İngilizce “Sovereign Wealth Fund” diye adlandırılan bir Ulusal Yatırım Fonu (UYF) kurulmasının objektif koşulları olmadığını vurgulamak gerekiyor. Çünkü bu fonlar genellikle, cari işlemler fazlası ve bütçe fazlası veren, dış borcu bulunmayan ülkeler tarafından kuruluyor. En çok da, enerji ve emtia kaynaklı yüksek döviz geliri bulunan devletler UYF’lere yöneliyor. Böylelikle hem bu fon fazlalarını uluslararası piyasalarda değerlendirmek fırsatını yakalamak istiyorlar, hem de emtia fiyatlarının yüksek oynaklığa sahip olduğunu göz önüne alarak risklerini azaltmaya çalışıyorlar.
Tablodan da izlenebileceği gibi, önde gelen fonlar ya petrol gelirlerine ya da başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinde yüksek sanayi malları ihracat gelirlerine dayanıyorlar. Rusya da ilk 10’da temsilcisi bulunmamasına karşın, çok sayıda fonla doğal gaz ve petrol gelirlerini yurt dışı portföy yatırımlarına yönlendiriyor. Enerji fiyatlarının şimdiki gibi düşük seyrettiği dönemlerde de, satışa geçerek bütçeye destekte bulunuyor kamu hizmetlerinin aksamamasını, memurların ve emeklilerin maaşlarının ödenebilmesini sağlıyor. Dünyanın en büyük fonuna sahip Norveç’te hükümet her yıl fonun yüzde 4’ünü satarak, bütçe açığını kapatma yetkisine sahip. 2016’nın ikinci, üçüncü ayında bu kapsamda 3 milyar dolarlık satış yapıldı, yıl sonuna kadar satışların 10 milyar doları bulması bekleniyor. Fonun tüm hamleleri şeffaf biçimde gerçekleşiyor, bu servetin asıl sahibi Norveçli yurttaşlar tarafından da yakından izleniyor, zaman zaman sıkıca eleştiriliyor.
UYF’lerin toplam portföyleri son rakamlarla 7.2 trilyon doları buluyor. Bu fonların yaklaşık %60’ı enerji gelirlerine dayanıyor. Ülkelerin merkez bankaları daha çok kısa vadeli likidite gereksinimleri için döviz rezervi tutuyor. Orta ve uzun vadede daha yüksek getiri sağlamak için ise UYF’ler yabancı hisse senedi ve tahvil yatırımlarına yöneliyorlar. 2007 küresel kapitalist kriz öncesi, trilyonlarca dolarlık bu fonlar, “finansal küreselleşme” sürecini hızlandırdı, piyasaların aşırı şişmesine katkıda bulundu. Büyük fon sahibi ülkelerin Norveç dışında, baskıcı rejimlere sahip bulunması nedeniyle de, UYF’ler zamanla siyasi güç aygıtlarına dönüştüler, jeopolitikte etkili aktörler haline geldiler.
2007 krizi sonrası faizlerin düşmesi, likiditenin genişlemesiyle bu fonların getirileri iyice geriledi. Enerji ve emtia fiyatlarındaki düşüş trendi ise gelir kaynaklarını kuruttu. Bazı fonların bütçeye destek için portföylerini boşaltma hamlesi ise, başta Avrupa borsaları piyasalarda satış baskısı yarattı. Yeni bir küresel kriz dalgasında UYF’lerinin günah keçisi ilan edilirse kimse şaşmasın…
Türkiye ise bilindiği gibi kronik cari işlemler açığı veren, bütçe açıklarını sınırlamaya çalışan, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini kısa vadeli yükümlülüklerini bile karşılamak için yeterliliği tartışılan bir ekonomiye sahip. Sürekli tasarruf yetersizliğinden şikayet eden, cari açığını “sıcak para” akımlarıyla, yani yabancıların tasarruflarıyla finanse eden bir ülke. Bu nedenle de, başta Körfez monarşileri, hükümetleri UYF’lerin Türkiye’ye yatırım yapmaları için sürekli ricacı olduğu biliniyor. Peki Türkiye neden kronik bir kaynak sıkıntısıyla karşı karşıya iken, Varlık Fonu kurma hamlesine girişiyor? Yandaş yorumcuların, “Dünyada Türkiye’den başka stratejik yatırım yapılacak ülke kalmadı” martavallarına konu olan Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü, yeni hava limanı, nükleer santraller, alt yapı projeleri gibi “mega projeler” için artık yabancı kaynak bulmak iyice zorlaştı. ABD ve AB’nin Türkiye’yi jeopolitik yalnızlığa itebileceği korkusuyla da, yabancı kreditörlerin ülkeden tamamen elini eteğini çekeceği endişesi hissediliyor.
Bu sıkışmışlık AKP rejimini Türkiye Varlık Fonu A.Ş.’yi kurmaya yöneltti. Sermayesi Özelleştirme Fonu’ndan sağlanacak, böylece özel hukuk hükümlerine tabi olacak, Sayıştay denetiminden sıyrılması sağlanacak. Bir fonun tanımı gereği önce varlıkları, gelirleri bulunur, bu varlıkları daha yüksek getiri sağlamak için kullanır. Halbuki elde bu fona katkı sağlayacak kaynağı yok. Açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla kaynak menkul kıymetleştirme yoluyla, yani fonun bono ve tahvillerini satarak sağlanacak. Korkulur ki; geçmişte SSK’nın prim gelirleri nasıl düşük faizli devlet tahvilleriyle heba edildiyse benzer bir süreç yaşanacak.
Öncelikle gözlerin İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki emekçi paralarına dikildiği anlaşılıyor. Son rakamlara göre, fondaki birikim 98.3 milyar liraya ulaşarak 100 milyar lira sınırına dayandı. Ayrıca Zorunlu BES hesaplarında birikecek paralara da el atılarak emekçilere ikinci bir kazık planlanıyor. Diğer bir nakit kaynağını ise özelleştirme gelirleri oluşturacak. Özelleştirme İdaresi’ne devredilecek TRT, TPAO, Vakıflar Genel Müdürlüğü, DSİ, Çay Kur, Şeker Kurumu ve Türkiye Taş Kömürü Kurumu gibi kamu kuruluşlarının mal varlıkları elden çıkarılacak. Başta kamu arsa ve taşınmazları, bu varlıklar yandaş müteahhitlere peşkeş çekilirken, elde edilen kaynaklar da Fon’a devredilerek, sorumsuz ve denetimsiz projelerin önünde hiç bir engel kalmayacak. Şimdiden uyarıyoruz, Türkiye Varlık Fonu yeni yolsuzluk ve usulsüzlük kapıları açmaya adaydır. Şeffaflıktan ve kamu denetiminden uzak harcamalarla RTE ve şürekâsı için yeni bir böbürlenme fırsatı yaratacaktır. Türkiye’nin böyle plansız, programsız, başta emekçiler Türk halkının paralarıyla yeni maceralara atılmasının gereği yoktur. “G-20 ülkelerinden Ulusal Fonu bulamayan bir Türkiye var” iddiası da külliyen yalandır. İnceleyenler ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya’da bu tür bir fon bulunmadığını göreceklerdir.
Not: Bu yazı Birlesik Haziran Hareketi’nin ekonomi broşürü icin kaleme alındıktan sonra önce Moodys, sonra Fitch Türkiye’nin kredi notunu indirdi. Bu arada dolar 3,90’ları denedikten sonra şimdi 3,70’lerde. Kısaca hükümetin paçası daha da sıkıştı. Dış kaynak kapıları kapanmaya başlayınca, hukuksuz biçimde kamu kaynaklarına el atmaktan baska çare kalmadı. Spekülasyon demezseniz bir iddiada bulunayım: Anayasa referandumunda net bir ‘Hayır’ ile demokratik yoldan bu keyfi yönetime dur denmez, hukuk yolları açılmazsa, Varlik Fonu marifetiyle Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları ve usulsüzlükleri gündeme gelir.