"Galatasaray tribününde 'Fener' diye bağırılmaz; Nuray Mert Cumhuriyet'e ve okurlarına meydan okudu"

"Galatasaray tribününde 'Fener' diye bağırılmaz; Nuray Mert Cumhuriyet'e ve okurlarına meydan okudu"

Artı Gerçek yazarı Ragıp Duran, Cumhuriyet yönetiminin Nuray Mert'in yazılarına "yayın politikalarına aykırı olduğu" gerekçesiyle son vermesiyle ilgili olarak "Mert, Cumhuriyet’de kendisine önerilen köşe yazarlığını kabul ettiği andan itibaren, nasıl bir yönetim ve ne tür bir okurla temas ettiğini mutlaka biliyordu. Bilmesi gerekir. Mert, bunları bildiği halde, yazdığı son iki yazıyla birlikte, adeta gazete yönetimine ve okura meydan okudu" dedi. Duran, sözlerinin devamında "Galatasaray tribününde 'Fener!' diye bağırmak, pek uygun olmaz. 'Fener' diye bağırmak isteyen, Fener tribününe gider, takımını orada destekler" ifadesini kullandı. 

Ragıp Duran'ın "Nuray Mert ve Cumhuriyet" başlığıyla yayımlanan (14 Ağustos 2017) yazısı şöyle:

Cumhuriyet yönetimi, gazetenin genel yayın politikasına ve temel ilkelerine uymadığı için Nuray Mert’le yollarını ayırdı. Çok gürültü çıktı bu konuda. Halbuki…

Nuray Mert hadisesine girmeden önce, ‘’Köşe’’ yazarlığı kurumu ve bir temel yaklaşım hakkında birkaç nokta:

Türkiye’ye has bir kurum olan köşe yazarlığı, okurları zihnen fazla yormamak üzere (!) icad edilmişti. Köşe yazarı, kimse kendisine bu payeyi vermemiş olmasına rağmen, kamuoyu adına okur için meseleyi inceler, araştırır ve bu konuda neyi nasıl düşünmemiz gerektiğini bize komprime bir şekilde yani hap şeklinde verir. Köşe yazısı ‘’Hazır Düşünce’’dir. Hazır, hızlı dolayısıyla yüzeysel…

Eskiden köşe yazarlarının neredeyse hepsi gazeteci kökenli idi. Gazete sahiplerinin de, hem de birinci sayfadan köşeleri vardı. Onlar aynı zamanda başyazardı. Diğer köşe yazarları muhabirlikten, editörlükten hatta musahhihlikten gelirdi. Köşe yazarlığı, biraz da Kızılderili kabile yönetim şekline uygun bir şekilde, en kıdemli/en yaşlı gazetecilere bahşedilen bir makamdı. ‘’Aa bu yaşa gelmiş hala bir köşesi yok!’’.

Ünlü şahsiyetler de, edebiyatçılar da köşe yazarlığı yaptı. Bir aralar okurun, sadece köşe yazarını okumak için o gazeteyi aldığı da vakidir. Kimi köşe yazarları gazetesiyle özdeşlemişti. Çünkü o zamanlar, edebi bir tarz olan ‘’Fıkra’’ ve ‘’Makale’’ yazardı köşe yazarları, bugünkü gibi işkembeden atmazlardı.

Zamanla köşe yazarlığı kurumu da dejenere oldu. Meslek dışından kalemler köşelere çöktü. Bu şahıslar gazeteye bile uğramaz hatta kendi gazetesini bile okumazdı. Çünkü bir çok gazetede köşe yazarlığı gazeteden neredeyse özerk bir alan haline geldi. Patron ya da Genel Yayın Yönetmeni tarafından işe alınmıştı, sadece ona karşı sorumluydu, gazetenin yayın politikası, çizgisi, kimliği bu yeni tip köşe yazarını hiç mi hiç ilgilendirmezdi. Şimdilerde her gazetede onlarca köşe yazarı var. Bir kısmı da zaten köşe yazarlığını, neredeyse bir hobi, ikinci uğraş olarak icra ediyor. Bazılarının e-mail adreslerinde banka ya da özel şirket isimleri geçiyor. Bir yerde torpilli bir şahsiyet bu yeni köşe yazarı. Muhabirlerden fazla maaş alırdı. Çoğunun hiçbir konuda kayda değer bir uzmanlığı olmadığı halde, haftanın 5 günü her konuda kalem sallardı. Hala da sallıyor çoğu…

Köşe yazarlığı, Uğur Mumcu’nun deyişiyle ‘’Bilgisi olmadan fikir beyan edenlerin’’ meşum alanı. Belki de bu nedenle ve yukarıda saydığım  konumları nedeniyle, köşe yazarları ile gazete yönetimleri arasında sık olmasa da ihtilaflar yaşanır. Gazetelerde muhabirlerle editörler de genelde bu köşe yazarı familyasını, özellikle meslek dışından gelenleri pek sevmez. Haksız da değiller.

Batı’da ve bizde, İletişim Fakültelerinde daha birinci sınıfta gazeteci adaylarına şu öğretilir:  Gazeteci, mesleğini icra ederken dört makama/alana karşı sorumludur: Gerçeğe, meslek kurallarına, gazete yönetimine ve okura!

Gerçek, gazeteciliğin ana hammaddesi. Herşey gerçeğe yaklaşmak/ulaşmak ve bunu okura aktarmak için yapılır. Her yazı, her fotoğraf, her tutum ve yaklaşım hakiki olmalıdır.

Her meslekte olduğu gibi gazetecilik de, meslek kuralları ve etik ilkelere bağlı kalınarak icra edilir. Neyin yapılabilir, neyin yapılamaz olduğunu belirleyen kurallar, gazeteciliğin düzgün bir şekilde uygulanmasını sağlar. Ayrıca gazeteci, muhabir ya da yazar, kadrolu ya da sözleşmeli olsun, gazete ile üzerinde anlaşmaya vardığı iş sözleşmesinde görev, sorumluluk ve haklarını kayda geçirir.

Gazetecilik, çok kollektif bir meslek. Gazeteci, tek başına roman, hikaye, şiir yazan edebiyatçıya oranla, gazetenin yayın politikası, editörler, meslek kuralları gibi sınırlarla çevrilmiştir. Bunlara uymak, kollektifin ancak bir parçası olmak zorundadır.

Gazetecilik nihayet kendimiz için değil, okur için yapılan bir meslek. Bir haberi, bir yazıyı kendi merakımızı gidermek için değil, okuru bilgilendirmek için yazıyoruz. Bu nedenle okuru tanımak şart. Onun konumunu, beklentilerini, halet-i ruhiyesini bilmemiz, bunları hesaba katmamız gerekir.

Bu nispeten uzun girizgahtan sonra gelelim Mert hadisesine. Bu konuda yazı yazmayan, görüş belirtmeyen kalmadı galiba. Neredeyse hepsini okudum. Evrensel’de Esra Arsan, bence en doğru, en olumlu değerlendirmeyi yazdı.

Nuray Mert, evet belki profesyonel gazeteci değil, ama gazetenin sözleşmeli köşe yazarı. Bu konumu, onu dört sorumluluktan azad etmez. Şimdi, Mert’in de sorumlu olduğu 4 makama/alana karşı nasıl davrandığına bakalım:

Mert, muhabir olmadığı için yazdıklarının hakiki olup olmadığı tayin edici değil. Çünkü kendisi bir yorumcu, bir fikir insanı. Fikirler doğru ya da yanlış olmaktan çok, öznel olarak benimsenir ya da karşı çıkılır. İlk kalemi geçtim.

Mert’in tartışılan tutumu, meslek kurallarına, etik kurallara ve iş akdine uygun mudur?

Mert, gazete yönetimine karşı sorumluluğunu yerine getirmiş midir?

Mert, okura karşı sorumluluğunu yerine getirmiş midir?

Hayır!

Çünkü Mert, Cumhuriyet’de kendisine önerilen köşe yazarlığını kabul ettiği andan itibaren, nasıl bir yönetim ve ne tür bir okurla temas ettiğini mutlaka biliyordu. Bilmesi gerekir.

Mert, bunları bildiği halde, yazdığı son iki yazıyla birlikte, adeta gazete yönetimine ve okura meydan okudu. Fikir ve ifade özgürlüğü kalkanı ardına sığınan yazar, Darwin ve Müftülerin nikah kıyma konularındaki tutumunun gazete yönetimi ve okur tarafından kesin bir şekilde red edileceğini bilecek düzeyde bir kalem. Yoksa Mert, bu aralar zor günler yaşayan Cumhuriyet yönetiminin sabrını mı test etmek istedi? Belki de bir provokasyon peşindeydi ki bu tür yazılar yazdı, bilemem. Mert, Cumhuriyet’in içinde Truva Atı olmaya mı meyilliydi yoksa? Mert, belki de kendi ilkelerini, Cumhuriyet’in ilkeleri haline getirmek  istiyordu.

Bu iki yazıyı Cumhuriyet’de kim yazarsa yazsın, yönetim kendisine teşekkür eder, okur da ferahlar.

Üstelik bu iki yazı, Türkiye’de ‘’Yeni Devlet’’, ‘’Yeni Toplum’’ yani İslamlaştırma meselesinin gündemde olduğu bir dönemde yayınlandı.

Mert, ‘’Türkiye batıyor, laik kesim Darwin’e takmış’’ mealinde bir açıklama yaptı ayrılık sonrası. Kendisi galiba farkında değil ama batışın işaretlerinden/nedenlerinden biri Darwin’se diğeri de müftüler olmasın?

Gelelim Mert savunucularının gerekçelerine. Neymiş efendim? Cumhuriyet farklı görüşlere tahammül etmeliymiş… Cumhuriyet tekçi çizgiye esir düşmüş… Faşizm… Erdoğan gibi… Filan falan… Liberal arkadaşların anlamadıkları/kabul etmedikleri şu: Mesele fikir özgürlüğü değil. Mesele gazetenin temel ilkelerinin çiğnenmesi. Çünkü Cumhuriyet gazetesi Hyde Park, AVM ya da Salı Pazarı değil. Her isteyen her istediğini sadece Cumhuriyet’de değil, hiçbir gazetede yazamaz. Her gazetenin bir dizi temel ilkesi, bir genel yayın politikası, bir ideolojisi, bir kimliği vardır. Bunlara saygı göstermek zorunda her çalışan.  Cumhuriyet yönetimi, kendi ilkelerini savunmak, uygulamak ve uygulatmak zorunda, liberaller ise ‘Hayır canım, ne ilkesi, ne kuralı, bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler’ diyor.  

Bir muhabir ya da bir yazar, genel yayın politikasını, temel ilkelerini benimsemediği bir gazetede çalışmak zorunda değil. Gazetenin sahibi ve/veya yayın politikası değişirse de, vicdan hükmünü gündeme getirip, o gazeteden istifa eder, ayrılır. Çalışanın gazeteden ayrılma/istifa hakkı var olduğu gibi, gazete yönetimi de genel yayın politikası ve temel ilkelere uymadığını saptadığı bir muhabir ya da yazarla yollarını ayırma hakkına sahiptir.

Galatasaray tribününde ‘’Fener!’’ diye bağırmak, pek uygun olmaz.  ‘’Fener’’ diye bağırmak isteyen, Fener tribününe gider, takımını orada destekler.

Bu arada Mert’in özel bir konumu olduğunu belirteyim. Kendisiyle bir-iki kez aynı mesleki ortamlarda bulunduğumu hatırlıyorum. Tanıdığımı öne süremem. Ayan beyan iktidar yanlısı iki yazar Alçı ve Kaplan’a karşı, Mert ile bir gazeteci arkadaşı Kürt meselesindeki hassasiyetleri nedeniyle savunan bir yazı yazmıştım.

Mert, tevazu konusunda cimri, üst perdeden konuşuyor, iddialı hatta hırçın bir arkadaş. En son yazıp söyledikleri bunu teyid ediyor: Aynı günlerde Hürriyet’ten çıkarılan Akif Beki için, ‘’Beni onunla birlikte anmayın’’ dedi. Kimin kiminle anılacağına Mert mi karar veriyor?

Mert, Cumhuriyet’deki görevine son verilme kararının Silivri’nin onayı ile verilmesine de üzülmüş! Siz mi karar vereceksiniz hakkınızdaki hükmün kimler tarafından kurulacağına? Ayrıca Mert’i işe alan, Silivri’de tutuklu olan İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay olduğuna göre, Cumhuriyet yönetimi ona danışmayacak ya da onu bilgilendirmeyecek de Emine hanıma mı soracaktı?    

Mert’in siyasi geçmişi sorunlu:

Istanbul havaalanında mayolu kadınların reklam posterlerinin kaldırılmasını hacı adaylarını rahatsız ediyor diye onaylamıştı.

Mert, iki konuda daha sıkıntı yaratıyor. Kendisi de akademisyen olmasına karşın, Barış Akademisyenleri konusunda kayda değer bir karşı duruş sergilemedi.

Dahası, yazdığı gazetenin yönetici ve yazarları tutuklandığında da, köşe yazarı Mert’i mücadele cephesinde göremedik.

Bunlar, bir liberalden çok bir muhafazakarın benimsediği tutumlar.

Bir dönem Erdoğan ailesinin çok yakınında idi. Redhack, bu yakınlığı faş eden Albayrak’ın bir mailini yayınladığında, ‘’Erdoğan’a hayranlığı’’ konusu, Mert tarafından ‘’O öyle yorumlamış’’ cümlesi ile geçiştirildi/defedildi, ama yatta söylediklerini inkar etmedi. Ardından da kahraman ve muzaffer bir eda ile ‘’Muhalifliğimi tartıştırmam’’ diye kükredi. Haklı. Mert’in muhalifliği, mayolu kadınlar, Barış Akademisyenleri, Cumhuriyet’in tutukluları, Darwin karşıtlığı ve nikah kıyan müftüler konularındaki tutumundan anlaşılacağı üzere son derece açık ve net. Tartışılacak bir yan yok burada…