Hâlbuki Blair ve Brown, pazar ekonomisinin erdemlerinin farkında olmanın, pazarın önünde namaz kılmak olmadığını daha belirgin bir şekilde vurgulamalıydı. Pazarın fanatizmi açıkça eleştirilmeli ve sınırları kınanmalıydı.
Diğer partiler Yeni İşçi Partisi’nin belirlediği gündeme göre konumlanmışken, Yeni İşçi Partisi’ni biçimlendiren dünya, küresel finans kriziyle silinip süpürüldü. Aşağı yukarı her şey tersine döndü: Keynesçilik ve devlet müdahalesi yeniden sorunlara çare olmaya başladılar. Yakın geçmişte, sınırsız güce sahip finansal pazarların, bundan böyle düzene sokulmasına inanmayan kimse kalmadı. Şimdiye kadar tamamen akıldışı farz edilen, finansal işlemlerin vergilendirilmesi fikri tekrar masa üzerinde bulunuyor.”
“Yeni İşçi Partisi öldü ve bu terimi terk etmenin zamanı geldi. Hâlbuki çözüm getirmeye çalıştığı birçok sosyal ve ekonomik gelişme varlığını sürdürüyor. ‘Yeni İşçi Partisi’ tanımlamasının kabul edilmesini gerekli kılan ideolojik değişiklikler bu seçim başarılarının izahını verebilir. Zira ‘Yeni İşçi Partisi’, siyasi bir boşluğu doldurmak için bulunmuş basit bir formül değildi. Başından itibaren, Yeni İşçi Partisi’nin mimarları, neden ortanın solundaki bir siyasi çizginin, bazı yeniliklere ihtiyacı olduğunu gösteren inandırıcı bir teşhis yaptılar ve sadece bu doğrultuda net bir siyasi gündem oluşturdular. Temel olarak, bu teşhis şu noktaları belirliyordu: Dayanışma, eşitsizlikleri azaltma ve en savunmasız olanları koruma arzusu değişmiyordu, ancak bu hedeflere varmak için gerekli politikaların, dünyanın ve İngiliz toplumunun gördüğü derin değişiklikler nedeniyle, tekrardan tanımlanması gerekiyordu. Bu değişiklikler, bilhassa küreselleşmenin hızlanması, sanayileşme sonrası hizmet ekonomisinin gelişmesi, içinde bulunduğumuz çok hızlı iletişim ortamında kamuoyunun kendini daha çok ifade etmesi ve bilhassa daha hesap sorucu ve yetki temsilcilerine karşı daha az saygılı olması gibi gelişmelerden kaynaklanmaktadır.
Yeni İşçi Partisi’nin birçok siyasi önerisi bu analizin sonucudur. Ekonomik teşebbüs üzerinde devlet elinin son derece güçlü olduğu bir bağlamda talebin Keynesçi idaresi mümkündü; ancak bu dönem aşılmıştır. Hükümet ve ekonomik işletmeler arasında, zenginliğin yaratılmasında işletmelerin can alıcı önemini kavrayan, devlet gücünün sınırlarını kabul eden, yeni bir ilişkiler ağı örülmeli. Ne kadar güçlü ve büyük olursa olsun, hiçbir ülke bu tür bir pazarı kontrol edemez.
Hizmet ekonomisinin gelişmesi, İşçi Partisi’nin tarihi can damarı olan işçi sınıfının cidden azalmasına sebep oldu. Bu yüzden, ortanın solundaki bir partinin, seçimleri kazanabilmesi için daha geniş bir seçmen kitlesine, hatta o zamana kadar İşçi Partisi’ne oy kullanmamış topluluklara hitap etmesi gerekiyordu. İşçi Partisi sadece belirli sınıfların menfaatlerini müdafaa etmekle yetinemezdi. Parti, saf bir İşçi Parti’li olmaktan uzak Tony Blair’in şahsında bu hedefe varabilecek lideri bulmuştu. İşçi Partisi’nin politikası hükümet yılları boyunca evrime uğradı. Ancak bazı temel fikirler aynen kaldı.
Küreselleşen bir pazar bağlamında, etkin bir sosyal politikanın öncel şartı ekonomik refah olmalıydı. Sadece giderek zenginleşen bir ekonomi, kamu yatırımlarını, yeni vergiler yaratmadan finanse edebilecek kaynakları oluşturabilirdi. İşçi Partisi, eski âdeti olan ‘harcamak için vergilendir’ dogmasıyla bağlarını koparmaya çalıştı. ‘Temkinli olmak’ Maliye Bakanı Gordon Brown’ın başlıca sloganı oldu. Eğer sosyal adaleti geliştirmek ve sosyal harcamaları çoğaltmak istiyorsak, temkinli bir ekonomik idare gereklidir.
Bu alanda, İşçi Partisi, Thatcher yıllarının felaket mirası ile mücadele vermek zorunda kaldı. Bu yıllarda, eşitsizlikler, İngiltere’de tüm diğer sanayileşmiş ülkelerden daha çok ilerledi. Sosyal yardım sisteminin tamamen nefessiz kaldığı bir durumda, kamu hizmetlerine yatırımlar, bu hizmetleri daha esnek ve uyumlu kılacak reformların Meclisten geçirilmesi, Yeni İşçi Partisi’nin politik icraatlarının en önemli unsuru haline geliyordu. Bundan böyle İşçi Partisi ‘daha çok devlet’in değil ‘daha akıllı devlet’in partisi olacaktı.”
Bunları kim söylüyor?
Anthony Giddens...
London School of Economics’in müdürlüğünü yapmış ve bugün Cambridge Üniversitesi’nde öğretim üyesi...
İngiliz İşçi Partisi’nin Tony Blair ve ekibi tarafından yeniden yapılanmasında teorik kaide olan “Üçüncü Yol” kavramının teorisyeni ve daha sonra da Tony Blair’in başlıca danışmanlarından birisi olmuş.
Bugün Lordlar Kamarası’nda çalışmakta...
Nerede söylüyor?
“The New Statesman Dergisi”nde...
“Le Monde Gazetesi” de bu yazıyı yayınlamış...
Ben Türkçesini “ikincigrup.com”dan aldım.
İstedim ki, dünya solu neyi nasıl tartışıyor, bilelim.