Uzun yıllardır Alanya'nın Tosmur Mahallesi'nde yaşayan gazeteci-yazar Altemur Kılıç hayatını kaybetti. Yaşlılığa bağlı rahatsızlıkları nedeniyle yaklaşık 1 yıldır yazı yazamayan Kılıç, 92 yaşında vefat etti. Atatürk'ün yaveri Kılıç Ali'nin oğlu olan Altemur Kılıç, aynı zamanda Yeni Alanya yazarıydı.
1924 yılında Ankara'da doğdu. Robert Kolej ve New York New School For Social Research Okulu Siyasal Bilgiler Bölümü'nü bitirdi. Uzun yıllar çeşitli gazetelerde muhabirlik, yazarlık, yazı işleri müdürlüğü ve genel müdürlük yaptı. Devlet hizmetinde Washington ve Bonn Büyükelçilerinin Basın Müşavirliği görevlerinde bulundu. İki kez Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve bir defa da TRT’nin kurulması sürecinin başında, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın radyo ve televizyonlardan sorumlu danışmanlığını yaptı. Birleşmiş Milletler Sekreteryasının Basın Bölümü’nde uzmanlıktan sonra da UNICEF’in Avrupa Bürosu Enformasyon Bölümü Müdürlüğünü yaptı. Birleşmiş Milletler nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği’nde Orta Elçi olarak bulundu. 1980 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra TRT Yönetim Kurulu ve Radyo-TV Yüksek Kurulu üyeliği yaptı. Bununla birlikte köşe yazarlığı yaptı. "Turkey and The World" adıyla Türkiye’nin dış politikası konusunda 1957 yılında Amerika’da yayımlanmış kitabının yanı sıra ülkemizde yayınlanan "Büyük Kürdistan Küçük Türkiye", "Kılıç'tan Kılıç'a Bir Dönemin Tanıklığı" ve "Titrek Pusula 19. Yüzyıldan Günümüze Kürdistan" adlı üç kitabı bulunmaktadır.
Altemur Kılıç, Atatürk'ün yaveri ve silah arkadaşı Kılıç Ali'nin oğludur.
Altemur Kılıç'ın 2010'da T24'ten Selin Ongun'a verdiği söyleşi şöyleydi:
-Sizi bir kez daha üzeceğiz fakat 80 yıllık dostunuz Şiar Yalçın'la yan yana oturduğunuz High School'daki o günlerden başlasak?
Altemur Kılıç: Okula yeni başlamıştık. Cavid Bey'in idamının üzerinden dört yıl geçmiş. Tabii İngilizler, öğretmenlerimiz, olayları biliyorlar. Hınzırca ve bence planlı olarak bizi yan yana oturttular. Ve o günden itibaren Şiar’la dost olduk. Beraber koşardık, beraber oynardık. Okulda mesela Alice in Wonderland'i (Alis Harikalar Diyarında) piyes yapmıştık. O sivrisinek oldu, ben istiridye oldum. Öyle başladık ve 80 yıl hiç ayrılmadık.
-Ama o kadar hızlı geçmeyin, evdekiler arkadaşlığınıza önce itiraz etmişler, değil mi?
Altemur Kılıç: Doğru önce epey söylendiler. Halamlar, “Aman Aliye Hanım'lara gitme, seni zehirler” derdi. Aliye Hanım da bizim Şiar’la arkadaş olmamızı hiç istemezmiş. Aliye Hanım'ı “Bırak dost olsun çocuklar” diyerek Hüseyin Cahit Yalçın, ikna etmiş.
-Yan yana oturduğunuzda birbirinizin kim olduğunu biliyor muydunuz?
Altemur Kılıç: Hayır. Elbette Şiar da, ben de bu mevzuda daha “kim olduğumuzu” bilmiyorduk.
-Ne zaman öğrendiniz?
Altemur Kılıç: Çok geçmeden öğrendik, çünkü ailelerimiz yan yana oturmamıza itiraz etti. Halamlar, “Olmaz onunla yan yana oturamazsın” dediklerinde “Neden?” diye sormuştum. Onlar da anlatmıştı.
-Nasıl anlattılar?
Altemur Kılıç: “Babasının idamında hükmü baban verdi” dedi halalarım.
Güzide Kılıç: Tabii o dönem Altemur'un annesiyle babası ayrı, Altemur halalarıyla kalıyor.
-Yedi yaşlarında iki çocuk, bunları öğreniyorlar ve?..
Altemur Kılıç: Hep söylerim; Şiar’ın büyüklüğüdür bu. Uğur Mumcu bizi bir araya getirdiğinde Şiar'a sormuştu, “Bu adamın babası senin babamını idam etmiş?” (Gözleri dolarak anlatıyor) Şiar, “Babasını affetmem ama Altemur'un ne kabahati var. O benim en iyi dostum” demiştir. Şiar’ın büyüklüğüdür.
-“Şiar’ın büyüklüğü” diyerek bunu hep vurguluyorsunuz. Acaba arkadaşınızın babasının haksız yere idam edilmesi, bu hükümde babanızın da imzası olması... Bunun ezikliğini yaşadınız mı siz?
Altemur Kılıç: Hayır, eziklik hissetmedim. Eziklik değil, suçluluk değil fakat tarifsiz bir üzüntü duydum hep. Arkadaşımın babasının hayatından olması, bu kararda benim babamın da “oluru” olması... Ama biliyor musunuz; biz Şiar'la bunu bir gün bile konuşmadık. 80 yıl boyunca bir kez dahi bunu birbirimize dokundurmadık. Sadece bir defasında... Hoş, o gün yine konusunu etmemiştik.
-“Sadece bir defasında” dediniz, o neydi?
Altemur Kılıç: Birbirimizin evinden çıkmazdık biz. Yine bir gün Şiar'lara gitmiştim. Taksim'deki Divan Oteli'nin karşısında otururlardı, Uğur Apartmanı'nda. Oradaki dairelerine giderdim. O gün gittiğimde bir baktım evde acayip bir hava var. Meğer Cahid Bey'in vasiyetiymiş, Şiar 18 yaşına geldiğinde evraklarının oğluna teslim edilmesini istemiş. Aliye Hanım da o gün Şiar'a babasının evraklanı vermiş. Üzerine de ben gidiyorum! Manzara şu; babasının evrakı ortalara saçılmış. Babamın mahkemedeki resmi, onun babasının mahkemedeki resmi, bir dolu can yakan kayıt var. O gün usulca Şiar'lardan ayrıldım. Sadece o gün “konuşmadan” konuştuk belki de. Biz Şiar'la birbirimize hiç kin gütmedik. Zaten benim kin gütmeye hakkım yoktu. O da her zaman büyüklüğünü arkadaşlığımızdan esirgemedi.
- Peki siz babanız Kılıç Ali ile bu konuyu hiç konuşmadınız mı?
Altemur Kılıç: Konuşmaz olur muyum; bir gün babama, “Beni arkadaşımın babasını neden idam ettiniz?” diye sordum.
- Bunu sorduğunuzda kaç yaşındaydınız?
Altemur Kılıç: Ortaokuldaydım, 15 yaşlarında olmalıyım.
- Babanız ne cevap verdi?
Altemur Kılıç: “Cavid Bey değerli bir adamdı ama suikast komplosundan haberdardı” demişti.
-Babanızın “haberdardı” cevabı sizi tatmin etmiş miydi?
Altemur Kılıç: Benim bu konudaki düşüncelerim şöyle: Her devrimde bir tasfiye hareketi oluyor. Fransız ihtilalinde de böyledir, devrime beraber başlayanlar sonra birbirlerini tasfiye etmeye çalışırlar. Şiar’ın babasının idamı da bir tasfiye hareketidir. Cavit Bey, İttihatçılarla birlikte babam ise Atatürk’ün adamı, devrimin savaşçısı. Yani babamı suçlayamıyorum, maalesef bunlar devrimlerin kaçınılmaz neticeleri. Babamın dediği gibi Cavid Bey suikastten haberdardı diyelim; peki bu idamını gerektirir miydi? Hayır! Aslında bugün nasıl Ergenekon'da gizli tanık gibi faktörlerle birileri zan altında kalıyorsa, o gün Cavid Bey için öyle olmuş olmalı. Fakat şunu anlatacağım hemen. Şiar'ın vefatından sonra bir baktım ki Taha Akyol, bu vesileyle, gene bir yerinden Mustafa Kemal’e dokundurmuş.
'Taha Akyol yalan yazıyor, ayıptır' -Taha Akyol'un yazısını mı kast ediyorsunuz? Altemur Kılıç: Evet, Akyol yazısında düpedüz “hikâye” anlatıyor. Ayıptır. Güya şöyle olmuş: Maliye Vekili Cavid Bey, Selanikli ve dünyanın sarraflarıyla, mali çevreleriyle ilişkileri sıkı. Tamam bu doğru. Bunlar, “Cavid Bey eğer idam edilirse bütün Garp alemi, farmasonlar, bankacılar Türkiye’nin aleyhinde cephe alırlar!” diye bir kampanya başlatmış. Bunun üzerine de Atatürk, “Bir asın bakalım, ne olacak” demiş! Yalan. Bir kere Atatürk böyle bir lisan kullanmaz. Ölülerin ardından böyle laflar söyleyecek biri değil. Enver Paşa öldüğü zaman, “Yazık oldu, yiğit adamdı” demiş. Ki aralarındaki rekabeti bilirsiniz. 'Ben faşisttim, Şiar komünistti' Atatürk'ün en büyük küfürü, “Haydi oradan sen de!” demek. Ya da Rumca “Catalavenis” diyor. O da “Anlıyor musun?” demek. Yani kimseye küfür etmezdi. Taha Akyol, yalan yazmasın. Cavid Bey'in idamı benim gönlümde bir yaradır. Atatürk’ü biraz olsun tanıyanlar da, ki ben onu tanıdım, onun böyle konuşmayacağını bilir! Bilirsiniz ki, Şiar da büyük bir Atatürkçüdür. Sonra solcudur Şiar. Ben faşisttim (Gülüyor), Şiar komunistti. Ama ne arkadaşlığımıza, ne de Atatürk ile kurduğumuz bağa hiçbir şey giremedi. 'Çetin Doğan ve Aytaç Yalman, 27 Maıs'ta beni dipçikledikleri için özür dilediler' -Sizin babanız aynı şekilde idam edilseydi, aynı derecede Atatürkçü olabilir miydiniz? Altemur Kılıç: Güç bir varsayım suali. Ben ne yapardım; bunu başka bir vesile ile yanıtlayayım. Bundan iki yıl önce Selimiye’de bir resepsiyonda iki orgeneral, Çetin Doğan ve Aytaç Yalman yanıma gelip elimi sıktılar. “Altemur Bey bizi bağışla, hakkını helal et. 27 Mayıs'ta harpokulu talebesi olarak seni dipçikleyenlerden biri de bizdik” dediler. -Bunu anlayamadık? Altemur Kılıç: Efendim 27 Mayıs'ta tutuklandıktan sonraki itip kakılmamaları kast ediyorlar. 'Cavid Bey'in anıları, Şiar'ın ölümünden bir gün sonra İş Bankası Yayınları'na verildi' -Peki “genel bir özür” mü bu, yoksa Çetin Doğan ve Aytaç Yalman sizi sahiden “dipçiklemiş” mi? Altemur Kılıç: Tutuklandıktan sonra beni sopalayanların arasında sahiden onlar da varmış. Kara Harp Okulu'nda talebelermiş. Hatta anlattıklarına göre, annemle Ankara'da oturduğumuz eve gitmişler. Beni yatakların arasında süngü ile aramışlar. Bunu da anlatarak, benden medeni bir şekilde özür dilediler. Bunu şunun için anlattım; yaşadıklarımıza rağmen ben orduma düşman olmadım. “Şiar’ın yerinde olsaydınız ne yapardınız?” diye sormuştunuz. O hesap, Şiar da yapılan yanlışlar nedeniyle doğrulara düşmanlık etmedi. Şimdi bir parantez açayım; biz Şiar’la son zamanlarda iki şey yapmaya çalıştık. 1) Babasının mezarını bulmaya çalıştık. 2) Cavid Bey’in anılarını yayımlamak için uğraştık. Şiar mükemmeliyetçi bir adamdı. O nedenle anıların yayımlanması sürekli uzuyordu. Ben de Şiar'a “Hadi daha fazla gecikmesin, yayımlansınlar” diyerek kök söktürdüm. “O anılarda babamın aleyhine notlar da olabilir” diye düşünmedim hiç. Ve nihayet Şiar'ın cenazesinden bir gün sonra avukat Cavid Bey'in anılarının yer aldığı dosyayı İş Bankası Yayınları'na teslim etti. Şiar ile babasının mezarını bulamadık ama bu kitap güzel bir hatıra olacak. 'Şiar'ın babası Cavid Bey'in mezarını Abdullah Gül de bulamadı' -Cavid Bey'in kabri Ankara’da, Asri Mezarlık'ta değil mi? Altemur Kılıç: Orada, fakat neresinde; bunu bulamadık. Vesikaların tümünü aradık taradık; yok. Hatta ben, en yetikili mevkide olması vesilesiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den rica ettim. Ama o da bulamadı. Şiar öyle burnu bükülmez bir adamdı ki, ona da alındı. -Neye? Altemur Kılıç: “Cumhurbaşkanı beni aramadı” dedi. Bozuldu. Şiar, bu konu ile çok meşguldü. Babasının mezarını bulmayı çok istiyordu. Cavid Bey önce idam edildiği yere (İzmir) gömülmüş. Ardından Ankara'ya defnediğinde maalesef Aliye Hanım meşgul olmamış. Bu nedenle mezar kayıp olunca, Şiar annesine çok kızmıştı. -Altemur Bey, sizi üzmek için değil Şiar Yalçın portresi için soralım; babanız Kılıç Ali vefat ettiğinde Şiar Bey, cenazeye katıldı mı? Altemur Kılıç: Ankara'daydı, hemen telefon açtı. Gelmek istediğini söyledi. Şiar öyle ince bir insandı ki, tüm dostluğunu hissettirerek başsağlığı diledi bana. Can dostum, sağolsun. -Şiar Bey, babanız Kılıç Ali ile tanışır mıydı? Altemur Kılıç: Hayır, ama karşılaşmamalarının da özel bir nedeni yok. Tabii belki tercih etmezdi bunu Şiar. Fakat biz babamı çok nadir görürdük, o hep Atatürk ile beraber Ankara’da idi. Atatürk varken babamı hiç görmedik biz. Ama bizim Şiar'la arkadaşlığımızı bilirdi. -Şimdi yine üzeceğiz sizi Şiar Bey'in vasiyetini soracağız. Çünkü beş kez evlendi fakat... Altemur Kılıç: Maalesef hep münasebetsiz evlilikler yaptı. Zaten en büyük acısı da oydu; onca uğraştan sonra yalnızdı arkadaşım. Fakat şimdi birden bire ortaya akrabaları çıktı. Yalnızlığında, hastalığında Şiar'ın yanında hiç görmediğimiz akrabaları ile tanıştık cenazede. 'Yalnızlık Şiar'ı bitiriyordu' -Vasiyet bırakmış mı? Altemur Kılıç: Yazılı bir vasiyet yok. Bana kitaplarını, Güzide'ye tavlasını vereceğini söylerdi. Güzide'yi çok severdi. Güzide Kılıç: (Söyleşinin başından bu yana dudaklarını sıkı sıkı yapıştıran Güzide Hanım, nihayetinde kendini tutamadan ağlayarak konuşmaya katılıyor) Çok yaşlılıkta insan ikinci defa yaklaşıyor hayata. Çocuk gibi, yeniden. Şiar yalnızdı, çok yalnızdı. Rafine insanların huysuzluğu ve yalnızlığı onu bitiriyordu. Biz Alanya'da yaşıyoruz, Şiar'ın da oraya taşınmasını istedik. Çünkü telefon, altı ayda bir görüşmek, bir yere kadar. Yalnızlığına yetemiyorduk. O yüzden Şiar'ı Alanya’ya getirmeye çalıştık, karşılıklı oturalım diye yer hazırladık. Kendisine eşlik edecek çok hoş bir yardımcı bulduk. Bir münasebetsiz her şeyi alt üst etti! Altemur Kılıç: Güzide rica ederim... Güzide Kılıç: Hayır, Altemur. Ben rica ederim; ne güzel cennet gibi hep birlikte yaşayacaktık. Aynı münasebetsiz son olarak Şiar'ı, hanım arkadaşından da etti. “Sen ne karışıyorsun. Karısı bile değilsin!” demiş. Kadıncağız da ayrıldı Şiar'dan. Fakat ne çok ağladı cenazede. Altemur Kılıç: Remziye de çok etkilendi. -Kim bu ağlayan kadınlar, Şiar Bey'in eski eşleri mi? Altemur Kılıç: Yok, kız arkadaşları. 'Gerçek bir kadına, aşka hasret gitti' -Şiar Bey epey çapkınmış? Güzide Kılıç: Çok! Tam bir centilmendi. Evdeki yardımcısına bir vesileyle sesini yükselterek konuştuğunda sonradan çok üzülürdü. Evine çiçek yollardı. “Şiarcım, çiçek yollama. Kadının kocası başka bir şey zanneder” derdim. “Ne var bunda? Güzel olduğunda da güzel oldruğunu söylüyorum” derdi. Bakar mısınız; nasıl başka bir dünyanın insanıydı. -Magazin sorusu değil; tabiatını merak ettiğimiz için soracağız. Şiar Bey vefat ettiğinde yine aşık bir adam mıydı? Altemur Kılıç: Kısaca söyleyeyim; ruhu şad olsun arkadaşımın. Gerçek bir kadına, aşka hasret gitti. Hiçbir zaman bulamadı. Ben buldum. (Altemur Kılıç eşinin elini tutuyor. Güzide Hanım, kız çocuğu gibi gözlerini ovuşturuyor, yaşları silmek için. Biricik dostları Şiar Yalçın'a olan düşkünlüğünü ilan eden şu cümleleri peş peşe sürdürüyor.) Güzide Kılıç: Yalnızlığı, bu dünyadan göçme şekli öyle canımı yaktı ki. O ağabeyi, onu da affetmiyorum. Osman Efendi! İnsan olsun evvela. Şiar için, “Validemin oğlu” dermiş, etraf Şiar'ı sorduğunda “kardeşim” demezmiş. (Şiar Yalçın'ın annesi Aliye Hanım, Cavid Bey'den önce, II. Abdülhamid'in oğlu Şehzade Burhanettin Efendi ile evliydi. 'Son Osmanlı' olarak bilinen Osman Ertuğrul Efendi, Şiar Yalçın'ın kardeşiydi.) 'Osman Ertuğrul Efendi, karısının da etkisiyle kardeşi Şiar'ı yok saydı' Altemur Kılıç: Halbuki Şiar, ağabeyi için ölürdü. Güzide Kılıç: Ve o musibet kadın, Şiar'a ağabeyini göstermedi. Dedim ki, “Osman Ertuğrul'un bir kaşkolu, kasketi, resmi yok mu? Hiç değilse 'size ağabeyinizden' diyerek Şiar'a vermek olanaksız mıydı?” Kadın (Osman Ertuğrul'un eşi Zeynep Tarzi'yi kast ediyor) vermedi. Ne yaptıksak olmadı. Araya İlber Ortaylı girdi. Murat Bardakçı girdi. Kadın, nuh dedi peygamber demedi. Benim üzüntüm şu: Osman Efendi de ona uymuş. Kardeşini yok saydı. “Validemin oğlu” ne demek? Padişah sülalesinden gelmeye işaret edeceğine evvela insan olsun! Ve işte kardeşin kimsesi olmadan yaşadı ve bu dünyadan öyle ayrıldı. Ama cenazeden sonra bir baktık ki büyük amcasının torunları ortaya çıktı. -Şiar Bey'in büyük amcasısının torunları mı? Altemur Kılıç: Cavid Bey’in ağabeyinin torunları. Ben cenazede tanıştım, daha önce hiç görmemiştim. Güzide Kılıç: Kendilerine samimiyetle nasihatta bulundum. “Aklınıza yanlış bir şey gelmesin” diyerek kayınpederimin (Kılıç Ali) vefatındaki vaziyeti anlattım. Kayınpederimin bütün hatıratını bir çarşafımın içine koydum, “Bunları biz devlete teslim etmeye mecburuz” diyerek ikna ettim kayınpederimin eşini. Hoş, elinde tuttuklarını sonra parça parça sattı fakat hiç değilse önemli evrakları müzayedelere, sahaflara düşmekten kurtardık. Altemur Kılıç: Babamın anıları Güzide'nin topladıkları sayesinde kitaplaştı. Güzide Kılıç: Şiar'ın da kim bilir ne kitapları, evrakları, babasına ait yazışmaları vardır. Bu nedenle büyük amcasının torunlarına nasihatta bulunmak istedim. “Bir tarih kaybolmasın” dedim. Çünkü biz tecrübe ettik, bakın geçen yıl bir telefon aldık. Atatürk'ün el yazısıyla... Altemur Kılıç: Güzide... Güzide Kılıç: Anlatacağım Altemur, çünkü tarihin nasıl çarçur edildiği bilinsin. Bunu yapmak ayıp. Efendim geçen yıl müthiş bir olay yaşadık. Atatürk'ün el yazısıyla, biri eski Türkçe, kayınpederime yazdığı iki mektup müzayedeye verilmiş. Müzayedeyi yapan kişi, Altemur'a “Kataloğa bakın” diyerek haber verdi. Belli ki kayınpederimin tüm evrakını devlete teslim edememişim! Bu mektupları bu hanım satmış. Tabii hemen durdurduk satışı. İşte tüm bunları Şiar'ın akrabalarına anlattım ki, ellerindeki dökümanların değerini bilsinler. 'Abdülhamid'in tavlasını Güzide'ye verin' -Peki Şiar Bey'in ya da babasının kitapları, evrakları ne olacak, vasiyeti nedir? Altemur Kılıç: Cahid Bey'in anıları inşallah yayımlanacak. O dosya İş Bankası'na teslim edildi. Yardımcısına, “Kütüphanemi Altemur'a, Abdülhamit'in tavlası varmış, onu Güzide'ye verin” demiş. Yazılı bir vasiyeti yok. Güzide Kılıç: Elbette varisleri karar verir fakat umarım bir okula ya da herkesin faydalanabileceği bir yere bağışlarlar. Zannediyorum kütüphaneyi Işık Lisesi'ne bağışlayacaklar. ‘Çapkınlık yüzünden Atatürk’ten tokat yedik’ -Şiar Bey'i konuştuğumuz için verdiğiniz bazı cevaplar üzerine o sırada aklımıza düşen soruları konu dağılmasın diye yöneltmedik. Şimdi onları soralım; “Atatürk varken babamı hiç görmedik” dediniz. Çocukça bir kıskançlık yaşadınız mı bu nedenle? Altemur Kılıç: Aksine iftihar ettik. Onun sayesinde biz de Atatürk’ü gördük, denizde Atatürk ile oynadık. -Tokadı da yemişsiniz ama? Altemur Kılıç: Doğru, nereden duydunuz? Ama o tokat da çapkınlık yüzünden, onu biliyor musunuz? Afet Hanım'ın üvey kız kardeşi vardı, Ayla. Florya'daydık, denizde oynuyorduk. Ayla'yı meğer Muzzaffer Aydın, Cavat Abbas Bey'in oğlu, suya batırıp çıkarırken sıkıştırıyormuş. Atatürk ise köşkten dürbünle bizi izliyormuş. Tabii kim ne oynuyor; fark edince bizi yanına çağırdı. Bir fiske bana, bir fiske ona vurdu. 'Köşk'te Ülkü ve Afet Hanım'ın kardeşiyle oynuyordum' -Güzide Hanım sizin de aynı yerde hatıralarınız olduğunu okuduk? Güzide Kılıç: Doğru efendim, benim Atatürk'ü tanıma fırsatım halam sayesinde oldu. Halam, onun da adı Güzide, çok genç yaşta dul kalmış. Kocası Yemen'e gitmiş dönmemiş. Mütareke yıllarında Üsküdar yangınında evleri yanıyor, sokakta kalıyorlar. O da Beyoğlu'nda iş buluyor, peçesiyle Rumların yanında terzilik yapıyor. Öğreniyor işi. Üsküdar'da bir atölye açıyor ve "çalışan ilk Müslüman Türk kadını" diye meşhur oluyor. Atatürk de o sıralar Afet Hanım'ı kürsüye çıkaracak. Modern bir kılık istiyor. Halamın ahbabı olan Mahmut Esat Bozkurt Atatürk'e halamın terziliğinden bahsediyor. Atatürk de "Tarif edelim, Afet'e bir kıyafet yapsın" diyor. Atatürk'ün huzuruna çıkıyor. Atatürk, “Rus gibi olmasın Türk gibi olsun” diyerek kıyafeti çiziyor. Halam da elbiseyi iki gün sonra bitiriyor. Halam bu vesileyle başlayan süreçten sonra Atatürk ölünceye dek Atatürk'ün bütün kızlarının elbiselerini, gelinliklerini dikti. O köşke çağrıldıkça ben de yanında gidiyordum. Ülkü'yle Afet Hanım'ın kız kardeşiyle oynuyordum. -Kaç yaşındasınız? Güzide Kılıç: 10 yaşlarındaydım. Hep birlikte oynardık. Florya'da Altemur'unki gibi benim de bir deniz hatıram var. Ülkü'yle denize giriyorduk. Atatürk de köşkün girişindeki masada oturuyordu. Yanımıza geldi, "Üşüdünüz, artık çıkın sudan" dedi. Çıktık. Elimizden tuttu, kuruladı bizi. “Dondurma ister misiniz?” diye sordu. Sesi kulağımda, elinde bombe vardı. Meğer o zaman hastaymış, eli şişmiş, serumdan mıydı; bilemiyorum. Frambuazlı dondurma yedirmişti bize. O son görüşümdü Atatürk'ü. Altemur Kılıç: İkimiz de Atatürk'ü tanıdığımız için çok şanslı insanlarız. 'Cumhuriyet halka rağmen kuruldu, demokrasi laflarıyla feda edemeyiz' -Sizler Cumhuriyet'in ilk neslisiniz. Aslında tam da bu nedenle aklımıza düşen o soruyu soralım; bugün Cumhuriyet Bayramı iki resepsiyonla ayrı ayrı “kutlanıyor”. Bu cumhuriyetin demokrasi hedefi yok muydu? Altemur Kılıç: Cumhuriyet, kurtuluş savaşı, devrimler, demokrasiyle referandumla yapılmadı. Halka rağmen yapıldı. Babama amcamdan intikal eden evrak arasında Atatürk'ün “Biz padişaha, hilafete karşı değiliz” diyerek hacı/hocalara yazdığı düzinelerce mektup var. Bu cumhuriyet bir avuç aydınla, halka rağmen kuruldu. Onun için şimdi bunu “demokrasi” laflarıyla feda edemeyiz. Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası mı mühim, “bizim için demokrasi araç” diyenlerin kafasındaki padişahlık mı? -Siyasi figürlerden uzaklaşarak soralım; mesela size göre Hasan Cemal cumhuriyeti yıkmak isteyen biri mi? Altemur Kılıç: Hasan Cemal'n büyük babası Cemal Paşa mühim bir adam. Peki onu kim öldürmüş; Ermeniler. Ama Hasan Cemal, Hrant Dink'in peşinde. Bu bir ihanet değil mi? Sonra Hasan Cemal, 1970'lerde bir örgüte üyeyken yaptıklarını anılarında nasıl anlatıyor: “Şefim elime bomba verdi. Orduevine atacaktım, 'atma' diye emir geldi. Vazgeçtim.” Bunları yazan kim; Hasan Cemal. Ben daha ne diyeyim size? 'Bana ilk kez siz sordunuz; faşist misiniz?' -Altemur Bey şimdi biz de size önce şunu soralım; siz faşist misiniz? Altemur Kılıç: “Ben faşistim” dedim, onu espri ile söyledim. Bana bunu diyen var. Ama soran olmadı, bir siz çıktınız (Gülüyür). Ben faşist değil bir Atatürk milliyetçisiyim. -Size “faşist” diyen birine neden faşist olmadığınızı nasıl anlatırsınız? Altemur Kılıç: Bir defa ben ırkçılığı en büyük tehlike olarak görürüm. Kaldı ki ben ırkçı değilim. Ben nasıl ırkçı olabilirim; benim ana tarafım Özbek, babamın babası Rodos'tan gelmiş. Anamın büyük babası Gürcü. Bir tarafım Çerkez. Dört kanaldan kökenim var.Beni neremden böleceksiniz? Ben Türk milliyetçisiyim. -Hrant Dink'e neden itiraz ediyorsunuz? Altemur Kılıç: Canım elbette ben Hrant Dink'in öldürülmesini tasvip etmiyorum. Hangi insan bunu onaylar? Benim itirazım belli; unutmayın ki Hrant Dink, “Türk'ten boşalacak zehirli kan” dedi. -Siz Hrant Dink'in o makalesinin tamamını okudunuz mu? Altemur Kılıç: Efendim, o tabiri kullandı. Ben şimdi bir yazımda kalkıp, “Zehirli Ermeni kanı” desem yanlış anlaşılmaz mı? Bakınız biz cumhuriyetin temel felsefesini kaybettik. Hata burada tekrar ediliyor. “Ne mutlu Türküm diyene” ne demektir? Söyleyeyim; benim Yahudi arkadaşlarım bunu bağırarak söylerdi kolejde. Bu cumhuriyetin temsili idi. -Bir Kürt niye ben Türküm desin? Güzin Kılıç: Ben de Çerkezim. Ben niye bunu demekten gocunayım? Altemur Kılıç: Çerkez diyor bunu. Rumlar diyor, Yahudiler diyor, Kürt kendini niye ayrı tutuyor? 20. yüzyılın başından gelen bir büyük oyun bu. Kürtlerin isyanları hiçbir zaman anadilde eğitim filan olmamış. Edward William Charles Noel (Mondros Mütarekesi sırasında Doğu Anadolu'da faaliyet gösteren İngiliz istihbarat subayı) ne demiş; “Kürtlerde milli hisler yok ama küçük bir iteklemeyle biz bunu yaparız.” Yaptılar! Hedefleri Büyük Kürdistan, biz bunlarla ne pazarlığı yapacağız? 'Maalesef Diyarbakır Cezaevi'nde o haltları yediler' -Siz Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları okudunuz mu; bok çukurlarına atılanları, “Ne mutlu Türküm diye” bağırtılarak popolarına cop sokulanları? Altemur Kılıç: Küçük Hanım, ben cezaevi nedir; bilirim. Tecrübem var. Ama az önce söyledim; bu benim orduma düşman olmamı gerektirmedi. Süngüyle darbe yaparsın ama süngünün üzerine oturtmaya kalkarsan; olmaz! Bu gerçek. Evet, maalesef bu haltları yediler. Kabahatliler. Ama bu demek değil ki, ben bu devlete savaş açayım! -Altemur Bey az önce “Cumhuriyet, devrimler halka rağmen yapıldı” dediniz. Değil mi? Altemur Kılıç: Evet, referandumla gelmedik bugünlere. 'Türk halkı bir avuç erzağa gidecek kadar menfaatine düşkün' -Çankaya'daki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna tepki koymak da “halka rağmen” mi? Altemur Kılıç: Aziz Nesin bir defa “Türk halkı aptaldır” dedi. Dostum olduğu halde Aziz Nesin'e verdim veriştirdim. Ama galiba Türk halkı bir avuç erzağa, bir torba kömüre gidecek kadar menfaatine düşkün. -Kemal Kılıçdaroğlu'nun “Hanımefendiye saygım var” açıklamasına da sinirlendiniz o halde siz? Altemur Kılıç: Benim bildiğim Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk gitmezdi oraya. -Biz de bunu sorguluyoruz; “1930'ların CHP'si bunu yapmazdı” bakışı ne olursa değişir? Altemur Kılıç: İlkokuldaki öğrenciye de türban tavizi verirsiniz, siz de çarşaf giyersiniz. -Altemur Bey, halalarınız, anneniz başlarını nasıl açtı; siz bize onu da anlatın. Altemur Kılıç: Hemen açtılar. -Bunda bir tuhaflık var mı? Altemur Kılıç: Yok! Üstelik hepsinden evvel büyük annem attı örtüsünü. Çankaya'da annemin, halalarımın, Latife Hanım'la beraber örtülü resimleri var. Tarih 1924. Peki bu kukuletalar nereden çıktı, hadi bırakın bugünü. Hz. Peygamber zamanında kukuleta değil, çarşaf var mıydı? Şimdi ben size soracağım; genç bir Türk kadını olarak türbanın ilkokula girme işine ne diyorsunuz? Sarı öküz hikâyesini bilir misiniz siz? ‘Apo beni mahkemeye verdi!’ -Buyurun öğrenelim... Altemur Kılıç: Hayvanları toplanmışlar, öküzler, inekler, hepsi bir yerde. Aslan bulduğunu, yakaladığını yiyor. Aslana demişler ki, “Biz sana sarı öküzü verelim. Bizi rahat bırak.” Aslan sarı öküzü yemiş, sonra da teker teker hepsini yemeye devam etmiş. Şimdi sizin bütün soruların gittiği yer o hesap; insan hakları, kadın hakları, ana dil-baba dil hakkı, hadi verelim sarı öküzü! Bizi rahat bıraksın! Orduda Ergenekon tutuklaması olup paşa suskun olunca, sarı öküzü verdi. Taviz başladı mı, çorap söküğü gibi gider. Çorap kaçınca da öyle ojeyle filan düzeltemezsiniz! Bunu bildikten sonra da artık pazarlık yapmaya ihtiyaç yok. Hadi gelelim anadil, özerklik pazarlıklarına? Apo'yla nasıl anlaşacaksın? Alın bakın size bir “sarı öküz” örneği daha. Apo yakalandığında avaz avaz bağırdım. “Bu adam idam edilmezse başımıza Mandela olacak” dedim. Ve haklı çıktım. Beni mahkemeye verdi bir de. -Kim? Altemur Kılıç: Apo. O yeni tutuklandığı dönemdi. Bir gün bir celp kağıdı, müşteki Abdullah Öcalan, sanık Altemur Kılıç. Buyur buradan bak! -“Neden şikâyetçi oldu sizden?” diye soracağız ama... Altemur Kılıç: Hakaret ettiğim için. Ağzıma geleni söyledim. -Davanın sonucunu soracağız ama inanın diken üstündeyiz! Altemur Kılıç: (Gülüyor) Kanun değişmiş, bir daha yapmamak şartıyla düştü. O zaman demediğimi bırakmamıştım, hâlâ da devam ediyorum. Bülent'e (Bülent Ecevit, Altemur Kılıç'ın Robert Kolej'den sınıf arkadaşıydı) gittim o dönem, “Bu herifi niye idam etmediniz” dedim? Mırın kırın, “Rahşan da idam taraftarı değildir” dedi. Vurguladım, “Bu adam başımıza bela” dedim. “Yok” dedi, “Biz onu çelik bir konserveye koyacağız. Kıpırdarsa gösteririz.” Nerede çelik konserve? Hatalar oradan başlıyor. Söylüyorum; bir taviz veriyorsun, bir daha veriyorsun hep daha fazlasını istiyorlar. Buyurun; Milli Siyaset Belgesi'ne bakalım bugün. ABD mesela siyasi ilkelerini bizim gibi değiştiriyor mu? 'Hamido Çetin Altan'ı dövdü, ellerine sağlık' -Şöyle yapsak; biz size “Siz şunları gerçekten yaptınız mı?” diye sorsak, birinci ağızdan cevaplasınız? Altemur Kılıç: Sorun bakalım. -“Çetin Altan'la bir yerde karşılaşırsam, yüzüne üç tokat atmak isterim. Biri, milletim için, biri ordum adına, üçüncüsü de kendim adına.” Bunu söylediniz mi? Altemur Kılıç: Söyledim. Mahkemeye verdiler, beraat ettim. Çetin Altan Atatürk'ü hiç sevmez, asker düşmanıdır. Öteden beri benim zıttım bir adamdır. Ben de ondan öteden beri hoşlanmam. O da beni sevmez. Ne var bunda? Güzide Kılıç: Ama eskiden Çetin Altan'la çok defa aynı ortamda olurduk. Altemur Kılıç: Ama o zaman da kızardım. Mehmet İsvan'ın evinde kavga ettik biliyorsun. -Neden? Güzide Kılıç: “Ben komunizm dediğim zaman ağzı soğan kokan komunistlerden bahsetmiyorum” dedi. Biz de “Demek ağzı viski kokandan hoşlanıyorsun sen” gibi bir şey dedik. Sen şunu dedin, sen bunu yaptın derken iş büyüdü. Altemur Kılıç: Sonra bir Kürt dostum, sevgili Hamido, Yassıada'da koğuş arkadaşımdır, Meclis'te Çetin Altan'ı dövdü. Ellerine sağlık. Güzide Kılıç: Altemur rica ederim, bu yaştan sonra, bırak şu dövüşü artık. Altemur Kılıç: Bırak içimi dökeyim, evet sorun bakalım. Başka ne yapmış mıyım? 'Bülent'in başına Rahşan'ı ben bela ettim' -Rahşan Ecevit ile Bülent Ecevit'i tanışıtıran da siz misiniz? Altemur Kılıç: Doğru, Bülent'in başına Rahşan'ı ben bela ettim. Rahşan da bir case'di (vaka) yani. Hatta bir gün “Sizi ben evlendirdim” deyince Rahşan itiraz etti. Bülent araya girdi, “İnsanlar Niçin Yaşar adında bir piyes yapmıştık. Dekoru da sen hazırlamıştın. Ben seni orada gördüm. Altemur'dan bizi tanıştırmasını istemiştim. Unuttun mu Rahşan?” dedi de Rahşan ikna oldu. (Kahkaha atıyor) 'Adnan Menderes New York'ta otelden çıkmadı, benden çorap istedi, aldım' -Adnan Menderes'e de adının ve soyadının baş harflerini yazdırdığınız bir kol düğmesi hediye etmişsiniz. Menderes o kol düğmelerini hiç kullanamamış? Altemur Kılıç: Katiyen, işte bu uydurma. Bir defa Amerika'ya gittiğimizde çorap aldım. Öyle bir kol düğmesi filan hediye etmedim. -Peki niye çorap aldınız? Altemur Kılıç: Basın yayın genel müdürü idim o zaman. New York'tayız, “5. Avenue'deyiz efendim, etrafı görmek istemez misiniz?” dedim. “Türk Başkanı gezmez” dedi, odasından çıkmadı. “Siz bana bir çorap alın” dedi. Biz de aldık. Güzide Kılıç: Fakat söze katılmak istiyorum. O kol düğmesi olayını ilk kez sizden duydum. Ama Altemur’un dalgınlığı meşhurdur. -Örnek verebilir misiniz? Güzide: Kaç kez davetlerde beni unutup gitti, tahmin edemezsiniz. -Robert Kolej'deyken Alman ordusuna da katılmak istemiş, Edirne'de polisler çevirmiş. Bunda ciddi miydiniz Altemur Bey? Altemur Kılıç: Ciddiydim tabii. Bilyorsunuz ben Turancıyım. Almanlar Rusya'ya saldırınca, belki Türklerin birleşmesine vesile olur diye çok memnun oldum. Farketmedim ki eğer Almanlar kazansaydı bilhassa buna mani olurlardı. Çocukluk, Alman ordusuna, Azerbaycan SS Lejyonu'na katılmaya kalkıştım. 'Atatürk beyaz değil, sapsaraşın bir Türk'tü!' -Altemur Bey, o halde rica edelim, aklınıza ilk düşeni söyleyin; Atatürk beyaz Türk müydü? Altemur Kılıç: Atatürk sapsarışın bir Türktü. Ben de saçları var. Sapsarı. -Siz de saçları mı var?
Altemur Kılıç: Evet, kasada.
-Ailenize verilmiş bir hatıra mı? Altemur Kılıç: Evet. Babam, Atatürk sağlığındayken, berberde traş edilirken, saçlarını toplamış. Sonra küçük bir cam kutuda muhafaza etmiş. Bize bıraktı. ‘Atatürk’ün saçlarını almak için bana işkence yapmaları lazım’ -Bunu bir müzeye vermeyi düşündünüz mü? Güzide Kılıç: Asker isterse hemen veririm. Bir tek askere itimad ederim. Çünkü onlar böyle özel hatıraları çok kıymet vererek sergiliyorlar. Onun dışında bir yerin, bu hatırayı bizden alması için bana işkence yapması lazım. Altemur Kılıç: Babamın tüm kütüphanesini askere verdik, küçük bir kısmını Robert Kolej’e bağışladım. Benim en büyük hazinem, onu da müzeye vermiştim. O neydi? Hatay sorunu yaşanırken, bir şiir yazmıştım. “Aslan Türkler, Kaplan Türkler”li bir şiir. Babam o şiirimi Atatürk’e göstermiş bir gün. Atatürk de kalemini çıkarmış, birkaç düzeltme yapmış. Altına da Okay Demir Kılıç yazmış. Okay “yaşa” demek. Ve o şiiri bana iletmesi için babama vermiş. Işte bu en büyük hazinem de askeri müzede. 'Filipinli torunum çok güzel Atatürk şiirleri yazıyor' -Sizin Atatürk’ü herhangi bir konuda eleştirmeniz söz konusu olabilir mi? Güzide Kılıç: Efendim, her şeyi bir geçin, onun konumunda bir lider düşünün ki kendi üzerine bir çöp almamış. Nasıl eleştirebiliriz böyle yüce bir insanı? Altemur Kılıç: Atatürk’ün parayla hiç ilgisi yokmuş. Bakın size bir şey söyleyeyim. Maddeyle kurduğu ilişkinin yönünü tayin edin. Babama kravat verirmiş ertesi gün, “Ben o kravatı çok severdim” diyerek geri alırmış. (Tam bu esnada yanımıza, Kılıç’ların 17 yıldır berabar yaşadıkları yardımcıları Carmen Hanım’ın kızı geliyor. Sekiz dokuz yaşlarında bir kız çocuğu.) Bakın, sizi Filipinli torunumla tanıştırayım. O da çok güzel Atatürk şiirleri yazıyor. Harika bir Türkçesi var. -Adın ne bakalım? Ayşe. -Filipinli Ayşe, Atatürk şiirleri yazıyor, doğru mu duyduk? Güzide Kılıç: Ayşe benim göbek adım. Ayşe: Anneanneciğimin adı, doğru. Cassandra Casey okulda çok zor oluyordu. Ben anneanneciğimin ismini aldım. (Mübalağa ettik sanılmasın, bu küçük kız, Türk filmlerinden fırlamış bir Ayşecik gibi konuşuyor.) , -Altemur Bey, Ayşe Cassandra odaya gelmeden önce ne konuşuyorduk biz? Altemur Kılıç: Evet, o da dedesi gibi şiirler yazıyor. -Pes ediyoruz; artık bizi şaşırtmayın! (Ayşe Cassandra ile birlikte gülüyorlar) ‘Eyüp Can’a söyledim, ilk tabloid gazeteyi 1965’te ben yaptım’ -Altemur Bey, eğer bir gazeteciyle konuşuyorsak bugünlerde söyleşileri hep o meşhur soruyla bitiriyoruz; Radikal’i beğendiniz mi? Altemur Kılıç: Eyüp Can’a anlattım. Türkiye’de ilk tabloid gazeteyi ben yaptım. Milliyet gazetesinin bünyesinde 1965 yılında. Abdi ile birlikte çalışıyorduk. İkimizde tabloid çıkarmayı çok istiyorduk. Milliyet’in kadrosuyla bunu yaptık; Gün’ü çıkardık. Hasan Pulur burada yazıyordu, rahmetli deli Turan (Turhan Aytul), Milliyet’in muhabirleri, çok harika bir ekip vardı. Ve gazete müthiş tuttu. Bir sene bu tabloid gazeteyi çıkarttık. Fakat Milliyet’in idarecileri bu gazeteyi öldürdüler. Eyüp’ü aradım, hem tebrik ettim, hem de Gün’ü anlattım. Çok iyi oldu. Benim yapmak istediğimi hayata geçirdiler. Tek şey var; indeksin daha belirginleştirilmesi gerek. Çünkü aksi halde indeks olduğunu bile fark etmezseniz, gazete epey karışık. Okurun işi zor oluyor. -Aslında anılıyoruz ki Radikal’i genel izlenim olarak beğenmişsiniz. Şimdi buna sizi tanıyan birçok kişi şaşırabilir? Altemur Kılıç: Beğendim ama şeklini beğendim. Yoksa orada kızdığım adamlar da var! Size Madame liboşe, ben faşist desem (Gülüyor).