Gazeteci Avni Özgürel: Başbakan, Nisan’da Oslo sürecini yeniden başlatacaktı

Gazeteci Avni Özgürel: Başbakan, Nisan’da Oslo sürecini yeniden başlatacaktı

Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in "Nisanda Oslo süreci baslayacaktı" başlığıyla yayımlanan (13 Şubat 2012) yazısı şöyle:

 
 

Nisanda Oslo süreci baslayacaktı

 
 
NEDEN AVNİ ÖZGÜREL
 
 
Türkiye’de devlet, demokratikleşmedikçe ve içi hukukla dolmadıkça hep böyle sarsılacak. Çünkü biraz güçlenen bir kesim ya da kurum, devleti ele geçirmeyi gözüne kestirecek ve harekete geçecek. Oysa bu ülkede gerçek bir demokrasi, gerçek bir demokratik hukuk devleti isteyenler, bunu ısrarla niye istediler bugüne dek? “Türkiye’de öyle bir sistem kurulsun ki, devleti kimse ele geçiremesin. Devlet şu veya bu kurum, şu veya bu zümre tarafından ele geçirilebilir bir aygıt olmaktan çıksın. Devlet, MİT Müsteşarı ve savcı da dâhil, bütün vatandaşlar için güvenli bir yer olsun” diye istediler demokratik hukuk devletini. Ama bu yapılmadı. Bugün devletin içinde gene büyük bir çatışma yaşanıyor. Kim kiminle çatışıyor? Taraflar ne istiyor? Bu kavgada asıl amaç ne? Bu kavga niye bugün çıktı? Hükümetle cemaatin çatıştığı doğru mu? Savcının MİT Müsteşarı’nı şüpheli sıfatıyla çağırması bir tür meydan okuma mı? MİT Müsteşarı Oslo görüşmeleri nedeniyle mi şüpheli durumda? Savcı, MİT’in KCK’yı ve PKK’yı savaşa kışkırttığını mı düşünüyor? Bu kavganın sonunda yenilen neler kaybedecek? Muhafazakârlar bölünecek mi? Hükümetle cemaat arasında Kürt sorununun çözümü konusunda bir fikir aykırılığı var mı? Tarafların Kürt sorununun çözümü konusundaki önerileri neler? MİT Müsteşarı’nın savcılığa çağrılması, Başbakan’ın da çağrılabileceğini mi gösteriyor? Suriye sorununun bu yaşananlarla bir ilgisi var mı? Bu yaşananlar PKK’yı nasıl etkiler? Bütün bu soruları, yazdığı köşe yazıları ve araştırma kitaplarıyla Türkiye’de devleti ve siyaseti yakından izleyen gazeteci yazar Avni Özgürel’e sorduk ve çok çarpıcı cevaplar aldık.
 
***
 
Daha önce bugün yaşadıklarımıza benzer bir olay yaşandı mı Türkiye’de?
 
Sadece Türkiye’de değil herhalde dünyada böyle bir olay hiç yaşanmadı. Menderes’in döneminde MİT Başkanı olan Ahmet Salih Korur dışında bugüne dek hiçbir MİT başkanı da bu ülkede sorgulanmadı. Şimdi ilk defa yargı, bir MİT müsteşarına elini uzatıyor. Oysa MİT, büyük bir değişim göstermişti. Emre Taner’in müsteşarlığından önce MİT tam bir hafiye teşkilatıydı.
 
 
Hafiye teşkilatı ne demek?
 
MİT, hep skandal olaylarla ve raporlarla anılan bir kurumdu. İçeride insanları takip ediyordu, entrikalar kurguluyordu, tuzaklar kuruyordu ve kurgulanmış operasyonlar yapıyordu. Bazı siyasi cinayetlerin arkasında da MİT’in izi bulunuyordu. Mesela MİT Müsteşarı Hiram Abbas elinde silah operasyona katılıyordu. Ama bu işler, Emre Taner’in müsteşar olmasıyla bıçakla kesilir gibi bitti. Emre Taner hiç bir operasyona katılmadığı gibi, MİT de operasyon yapmadı. 
 
 
Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz?
 
Bütün operatif elemanlar MİT’ten koptular. Emniyet ve Jandarma bünyesine kaçtılar. MİT’in şu anda kadrosu yedi bin kişi ve MİT’te sadece istihbarat-haber elemanları kaldı. Emre Taner döneminde bütün teşkilat yenilenmeye başladı. İstihbaratın entelektüel bir faaliyet olduğuna inanan gençler kadroya alınmaya başlandı. Yabancı ülke uzmanlıkları oluştu. Daha da önemlisi, dört yıl önce Emre Taner, örgütün kuruluş yıldönümünde kamuoyuna bir devlet analizi yayımladı.
 
 
MİT’in devlet analizi nedir?
 
Bu analizde dendi ki, eğer Türkiye demokratikleşmezse, bu yolda değişimini tamamlamazsa ve Kürt sorununu çözmezse, 21. yüzyılın ikinci çeyreğini bütünlük halinde göremez. Parçalanır. Milletler topluluğunda da ikinci kümede kalır. Kürt sorununun çözümünü demokratikleşmede gören bir analiz bu. “Bu sorunu ya çözersin ya da bölünürsün” diyor MİT. Dolayısıyla siyaseti ve askeri, bu istikamette zihnen hazırlamaya başladı MİT. Öyle ki pek çok muhafazakâr ve aydın, geçmişte zihinlerinin reddettiği ya da ağızlarına almayı cesaret edemedikleri şeyleri savunmaya başladılar. 
 
 
Devletin PKK’yla masaya oturmasını, Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesini, ev hapsine çıkarılmasını mı savunmaya başladılar?
 
Evet. 
 
 
MİT her zaman askerin hâkim olduğu bir teşkilattı. Artık askerin gücü, ağırlığı bitti mi?
 
Askerin hem sayısı hem de MİT analizlerindeki payı çok azaldı. Bu arada tabii Türkiye’de bir başka gelişme daha oldu. Bekçiden başlayıp komiser abiye kadar uzanan Emniyet kadrosu çok ciddi bir değişimin içine girdi. Ortaya çok kaliteli, iyi eğitilmiş bir polis teşkilatı çıkmaya başladı. Bazı Emniyet elemanları, artık bugün diplomat seviyesinde insanlar. 
 
 
“MİT artık hiç operasyon yapmıyor, sadece istihbarat işi yapıyor” dediniz ama özel yetkili savcı, MİT’i operasyon yapmakla suçluyor. KCK içindeki ajanları vasıtasıyla KCK’yı yönettiğini, KCK’nın eylemlerini yönlendirdiğini ileri sürüyor savcı.
 
Tam öyle değil. Evet, savcının suçlaması bunu çağrıştırıyor, “KCK-PKK’nın içinde bin kadar MİT elemanı var” deniyor ama... Gerçek şu ki bu elemanlar, istihbarat alabilmek için KCK ve PKK kadrolarıyla birlikte hareket etmek zorundalar. Ben katılmam diyen olursa zaten dışlanır, hatta öldürülür. Ama bunlar şurayı bombalayalım gibisinden karar veren ve eylemi gerçekleştiren değildir. 
 
 
Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsunuz?
 
Ben, MİT elemanları suç işlemez, hepsi sütten çıkmış ak kaşıktır demiyorum. Mesela Türkiye’ye sığınan bir Suriyeli subayı MİT’çiler Suriye’ye satmışlar. MİT’çiler arasında elbette suça karışan, suç işleyen olabilir. 
 
 
Sahte isimler düzenleyerek Taraf yazarlarını dinlemiş daha yeni MİT.
 
Ben MİT ak-pak oldu demiyorum. Ben burada bir büyük fotoğraftan söz ediyorum. Bugün önemli olan şudur. Milli İstihbarat Teşkilatı bugün vatana ihanetle suçlanıyor. Ülkeyi parçalamayı amaçlayan bir terör örgütü olan KCK’yı yönetmekle suçlanıyor. Eski müsteşar Emre Taner, yardımcısı Afet Güneş, yeni müsteşar Hakan Fidan ve Oslo görüşmelerinin zeminini hazırlayan, sekretaryalığını yapan şube müdürü seviyesindeki iki MİT görevlisi bununla suçlanıyorlar. 
 
 
Devletin içinde büyük bir çatışma yaşandığı görülüyor bugün. Kiminle, kim çatışıyor?
 
Bunu sadece devlet içinde bir çatışma olarak görmeyin. Resme, bölge olarak bakmak lazım. Hakan Fidan, MİT’in başına geldiği günden beri sürekli saldırıya uğradı. İsrail’in istihbaratı MOSSAD, “Biz Türkiye ve MİT’le artık istihbarat paylaşmıyoruz” dedi. Neden? “Çünkü Hakan Fidan İslamcı. Verilen bilgilerin İran’a aktarılacağı sezgimiz var. Bu insan bizim için tehlikeli” dedi İsrail. İlk kez MOSSAD bir başka devletin istihbaratıyla ilgili bir açıklama yapıyor. O noktadan sonra Türkiye’de basında da Hakan Fidan’la ilgili tedirginlik başladı. 
 
 
“Devletin içinde kiminle kim çatışıyor” diye sormuştum...
 
MİT’le Emniyet çatışıyor. Türkiye’de hükümeti, yani siyasi karar mekanizmasını kim bilgilendirecek ve yönlendirecek konusunda çatışıyorlar. Özellikle de çatışma, Kürt meselesinde hükümeti kim yönlendirecek meselesinde çıkıyor. Emniyet, Kürt meselesine kolaycı ve pazarlıkçı bakan MİT’in dikkate alındığını, kendi başarılarının ve yeteneklerinin ise Hükümet tarafından gözardı edildiğini düşünüyor. Biraz önce size, Emniyet teşkilatının çok güçlendiğini ve birikim kazandığını söyledim. Bir ay önce, Silahlı Kuvvetler’in dinleme faaliyeti son buldu. 
 
 
Asker artık vatandaşları dinlemiyor mu?
 
Genelkurmay artık dinleme takibi yapmıyor. Askerin talep ettiği istihbaratı artık MİT yapıyor. Silahlı Kuvvetler’in elindeki dinleme üniteleri, ki bunlar dünyanın en gelişmiş dinleme üniteleridir, Emniyet’e mi, MİT’e mi verilecek diye bir tartışma yaşandı. Başbakan’ın işaretiyle Özel Kuvvetler’in elindeki bu üniteler MİT’e teslim edildi. Bu çok önemli! 
 
 
Niye?
 
Çünkü Echelon denen çok gelişmiş bir dinleme sisteminden söz ediyoruz burada. Ses tonunu kodlayıp dünyanın neresinde ve hangi telefondan olursa olsun o sesin konuşmasını yakalıyor. Emniyet bu sistemin kendisine verilmemesinden rahatsız oldu. Ayrıca, KCK operasyonlarından duyulan rahatsızlık da hükümet katına taşındı. MİT, “Kürt meselesinin çözümü için biz müzakereler yapıyoruz. Ama Emniyet habire bunu sabote ediyor. Benim görüşme yaptığım adamı tutukluyor” diyor. Emniyet ise “Kürt meselesinin çözümünü ben götürürüm” diyor. 
 
 
Emniyet’le MİT’in çatıştığını söylediniz. Hükümetle cemaatin çatıştığı doğru mu peki?
 
Dipten dibe bir çatışma var tabii. Olmaz olur mu? Ama ne hükümetten ne de cemaatten biri bu çatışmayı dile getirir. Fethullah Gülen ya da cemaat çevresinin Emniyet’i arkaladığını, Emniyet’i hırpalatmak istemediğini hepimiz biliyoruz. Bu bir sır değil. 
 
 
Taraflar ne istiyor?
 
Türkiye’nin yönetilmesinde, kararların oluşturulmasında pay sahibi olmak istiyorlar. Zaten çatışma da sadece Kürt meselesinde değil, İsrail’le ilişkilerde, İran ve Suriye meselesi gibi önemli konularda, Türkiye’de siyasetin-hükümetin, kimin istihbaratıyla, bilgilendirmesiyle ve analiziyle hareket edeceği konusunda çıkıyor. Her iki taraf da karar mekanizmasında pay sahibi olmak istiyor. Şu âna kadar Başbakan’ın tercihinin MİT’ten yana olduğu çok açık. Hükümete bilgi hep MİT’ten gitti. MİT, Kürt meselesinin ve PKK sorununun çözümünde müzakereden yana. KCK operasyonunun içinden çıkılmaz bir hâl aldığını düşünüyor. 
 
 
MİT, Polis’in ve Yargı’nın birlikte yürüttüğü KCK operasyonuna karşı mı?
 
KCK operasyonunun kendisine değil, vardığı noktaya karşı. “Bunu böyle herkese yaymayın, bu operasyonu dizginleyin” diyor. Yoksa Abdullah Öcalan’ın bile “çeteleşti” dediği bir KCK yapılanması var. MİT, “Bu operasyonu o çeteleşmenin dışına çıkarmayın” diyor. Ama çıkardılar. KCK davası niye tıkandı? Sanıkların Kürtçe ifade vermelerine izin verilmediği için tıkandı. İzin verilseydi, mahkeme süreci hızlanırdı. Ama buna Türkiye’de bir doku itiraz ediyor. “Bu konuda geri adım atarsam, işin tamamında geri adım atmış olurum” diyor.
 
 
KCK operasyonunu yürüten Emniyet ve Yargı, Kürt sorununun müzakere yoluyla çözülmesini istemiyor mu?
 
Öyle çözülsün istemiyor. “İlla müzakere edilecekse de bunu biz yaparız, başka insanlarla müzakere ederiz” diye düşünüyor. Başbakan’ın tavrı ise MİT’in eğilimidir. Bir de şu var. Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı ve Deniz Baykal da CHP Başkanı’yken, Emniyet Genel Müdürlüğü Dışilişkiler Daire Başkanı, Amerikan Büyükelçiliği’ne Ergenekon operasyonunu niye yaptıklarına dair bir brifing veriyor. WikiLeaks belgeleriyle ortaya çıktı bu!
 
 
Niye brifing veriyor?
 
Bunun izahı yapılmalı! Biliyorum. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın bundan haberi yok. Bu brifingde, ülkenin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın kızının bazı ilişkileri ve Deniz Baykal’ın bazı akçalı işleri anlatılıyor. Baykal, o sırada Türkiye’nin ana muhalefet lideri. Yarın seçim kazansa başbakan olacak. ABD’ye bir mesajdır bu. “MİT’in Amerika için bir partner olma özelliği yok. Bunlar, hükümeti senin istediğin istikamette yönlendirmiyor. Bak, İsrail’le ilişkileri de soruna sürükledi MİT. Oysa ben, sana çıplak, kritik bilgiler veriyorum. Oyunu benimle oynarsan daha kârlı çıkarsın” mesajıdır bu. 
 
 
Bu kavgada asıl amaç ne?
 
İktidar! Türkiye’nin yönetiminde ve politikalarında siyasi iktidarı kim yönlendirecek, ipler kimin elinde olacak kavgası bu.
 
 
Bu kavga niye bugün çıktı?
 
Kürt meselesinde ve bölgede yaşananlar bunda etkili oldu. Türkiye’de siyaset, PKK ve Kürt meselesi konusunda bir karar noktasına geldi. “Bu işi 2012’de bitirelim” dedi Başbakan. “Türkiye bu işi çözdü, çözdü. Eğer çözemezse, bu iş beş-altı sene sonraya sarkar” dendi. Bu karar yılbaşından önce alındı. Ve PKK, geçen senenin ortasından itibaren sürekli mevzi kaybetti. Geçen yıl ağustostan itibaren çok sayıda bölge sorumlusu öldürüldü, teslim oluşlar çok arttı. Bu yenilgiler, örgütün karar adamlarındaki direnişi kaldırdı. Böylece 2012 sürecinin zemini hazırlandı. Nisan 2012’de Oslo süreci-müzakereler tekrar başlayacaktı. Kürt sorununu yeni bir anayasayla çözmek yerine, bu sorunu hemen çözmek için bir çözüm paketi hazırlanacaktı.
 
 
Bu paketin içinde Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesi de var mıydı?
 
O, bu sene için düşünülmedi. Ama Kürtçenin okullarda seçmeli ders olması ve dağdan iniş sürecini başlatmak vardı bu yıl yapılacakların içinde. Mesela dağdan iniş çağrısı hiç suçlayıcı olmadan, “kardeşiz” konuşmasıyla bizzat Başbakan tarafından yapılacaktı. Yani Başbakan’ın Kandil’i hedef alan bir balkon konuşması yapması söz konusuydu. Başbakan buna hazırlanıyordu. Yani sürecin böyle olması gerektiği yönünde bir mutabakat vardı. MİT’in hazırladığı doküman ve siyasetin içine sinen çözüm buydu. MİT’in bu projesi geçen yıl kasım ayında netleşti. 2012’de bu istikamette eşgüdümlü adımlar atılacak ve PKK, 2012’nin sonuna kadar silah bırakacaktı. 
 
 
Emniyet bunu biliyor muydu?
 
Bu proje Milli Güvenlik Kurulu’nda seslendirildi. Genelkurmay da biliyor, Emniyet de biliyor bunu. Bildiği için bu tablo yaşandı. Kürt sorununun böyle çözümünü istemiyor o. Yoksa KCK operasyonu bu kadar genişlemezdi. KCK operasyonu bu şekilde devam ettiği takdirde, Kürt kanadına çözümü kabul ettiremezsin. “Herkes içeride tutuklu, sen kiminle oturdun da konuştun bu işi” derler. 
 
 
Şimdi savcıdan dosya alındı. Savcının MİT Müsteşarı’nı şüpheli sıfatıyla çağırması bir tür meydan okuma mıydı?
 
Alenen bir meydan okumadır bu! Bu olayda savcıyı Emniyet’le yan yana görmek lazım. Çünkü Türkiye’de yargılama süreci, savcıyla değil, Emniyet’le başlıyor. Emniyet, biraz renklendirilmiş bir dosyayla gittiği zaman savcı soruşturmayı başlatıyor. Ama savcı şunu yapabilirdi. MİT Müsteşarı’na telefon edip, “önüme dosya geldi, şunu sizinle konuşalım” diyebilirdi. Demedi, “Buraya gel, ifadeni alacağım” dedi. Emniyet’e de bu dosyayı basına ver talimatını verdi. Savcı, dosyasındaki en çarpıcı unsurları basına dağıttı. “KCK’nın içinde MİT elemanları var. Bunlar KCK’yı yönlendiriyor” dedi. Bunu da Oslo görüşmelerinde şunlar, şunlar isteniyor diye tutulmuş olan bir zabıta yani protokole bağlıyor. 
 
 
MİT’in KCK’daki ajanları meselesi önceden Başbakan’a bildirilmiyor mu?
 
Kesinlikle bildirilmiyor. Bu noktadan sonra artık hem savcı, hem MİT Müsteşarı hem de Emniyetçiler hep birlikte koltuklarında oturamazlar. Mutlaka bu kavgayı biri kazanacak. Cumhurbaşkanı ve Başbakan MİT Müsteşarı’ndan yana tavır koydular. 
 
 
Savcılık, eski MİT müsteşarı ve yardımcısı hakkında yakalama kararı çıkardı. Niye yaptı bunu?
 
Ok yaydan çıktı. Bunu yapmasa, özel yetkili savcılığın kendisi tartışılacak. Zaten gündemde 80 maddelik bir yargı tasarısı var. Özel yetkili mahkemelerin yetkilerini daraltan, Terörle Mücadele ve usul kanunlarında değişiklik yapan bir yargı paketinin yasalaşması gündemde. 
 
 
Peki, savcının bu meydan okuması, aynı zamanda cemaatin meydan okuması mı?
 
Cemaat üzerinden birtakım polislerin meydan okuması diye söylemek daha doğru bunu. Bir topluluğa mensup olanlar, eğer yaptıkları her şey o topluluğa fatura ediliyorsa, onlar, bundan güç alıp başka şeyler de tezgâhlayabilirler. Olan biten her şeyden Fethullah Gülen’in haberdar olduğu ve her şeyi onun örgütlediği düşüncesinde değilim ben. 
 
 
Cemaatle hükümet arasındaki ilişki ne olacak bundan sonra?
 
Başbakan, Gülen’in şahsıyla bir kavgaya girmez ama Emniyet içindeki cemaatçi yapılanmayı tarumar eder. Keskin sirke küpüne zarar verir derler ya... Bu savcı ve polisler çok keskinler ve küplerine zarar verdiler. Hükümet bir daha böyle bir tablonun yaşanmaması için tedbirini alacak. Ne savcı ne de Emniyetçiler, bunların hiçbiri yerinde oturamaz artık.
 
 
Dosya savcıdan alındı. Bununla ne amaçlandı?
 
İş kişiselleşip savcının gurur gösterisine dönüşmesin diye alınıyor bu önlemler. Savcı ifadeye gelmeyen MİT’çiler için tutuklama isteyebilirdi. Ya da savcı, Başbakan hakkında da bir şey isteyebilirdi. Nihayetinde Başbakan sorgulanıyor burada. Çünkü MİT Müsteşarı, PKK’yla müzakerelere Başbakan’ın özel temsilcisi olarak katıldı. Emri veren Başbakan! MİT Müsteşarı’nın savcılığa çağrılması, Başbakan’ın da çağrılabileceğini gösteriyor aslında. Başbakan’a en azından sen böyle bir emir verdin mi diye sorabilirler ve yarın öbür gün de bu süreci ana muhalefet Yüce Divan’a kadar taşır. Dolayısıyla bu olay, Başbakan’a bir bayrak göstermedir. Bu suçlama, Başbakan’ın omzuna asılır ve dokunulmazlığı kalktığında önüne getirilir. Bu yüzden iş koptu artık. Bu çatışma bu kadarlık görevden almalarla da bitmez. 
 
 
Daha neler yaşanır?
 
Bütün Emniyet’te ve Yargı’da dağıtılacak bu gruplar. Önce bir Emniyet Müdürleri Kararnamesi yayınlanacak. Daha sonra HSYK’dan savcı atamaları çıkacak. MİT’e karşı sergilenen tavrı paylaşan savcı ve Emniyetçiler tasfiye olacak. 
 
 
İlk anda hemen iki polis şefi görevden alındı. Bu polisler kimdi?
 
Hanefi Avcı’yla da uğraşan Emniyetçilerdi bunlar aynı zamanda. Cemaat diye tarif edilen kadroya yakın insanlar olarak görmek lazım bunları. 
 
 
Bu kavganın sonunda yenilen neler kaybedecek?
 
KCK operasyonlarının da dayandığı bütün mevzilerini kaybediyorlar. Büyük bir kayıp söz konusu. 
 
 
Bu Emniyetçiler ve savcılar aynı zamanda Ergenekon, Balyoz, Andıç gibi önemli soruşturmaları yürüten, darbe girişimlerini soruşturan insanlar. Bu davalar ve soruşturmalar, onların görevden alınmalarıyla olumsuz etkilenmeyecek mi?
 
O konularda bir gevşeme olmaz. Zekeriya Öz görevden alındı, tablo değişti mi? Ergenekon’u hedef alan dokuda bir değişiklik olmadı. Ergenekon soruşturmasını bir cemaate indirgersek Türkiye’ye haksızlık etmiş oluruz. Türkiye demokratikleşiyor. Bu kavgayı veren yargıçlar ve polisler var. Bunların hepsi de Fethullahçıdır demek haksızlık olur. Demokrasiyi savunan gazeteciler olarak sen, ben ya da bizim gibi bir başkası, bizler Fethullahçı mıyız? 
 
 
Cemaat ilk kez siyaset meydanında çatışır şekilde açıkça görülüyor. Bu cemaatin geleceğini nasıl etkiler?
 
İktidardan pay istemediği sürece kimse kimseye dokunmaz. Ama iktidarı paylaşmayı istersen, o zaman “seçime gir” derler adama. Gülen ve çevresi, demokratikleşme talebini yükselttikleri için etkili oldular. Türkiye’nin demokratikleşme zorunluluğuyla cemaatin talepleri örtüştü. Şimdi siyasi iktidar, Türkiye’nin demokratikleşmesinde birinci önceliği Kürt sorununa veriyor. Kürt sorununun müzakereler yoluyla çözümünü istiyor. Cemaatin ve bazılarının böyle bir önceliği yok. Hatta bazıları, “örgüte diz çöktürelim. Bizim çok gelişkin operasyon elemanlarımız var, PKK ağır kayıplar veriyor. Biraz daha gayret edersek işin dibini görebiliriz” diyorlar. Bu çok dar ve güvenlikçi bir bakış açısı. Kürt sorunu böyle çözülmez. Terör de böyle bitmez.
 
 
Muhafazakârlar bölünecek mi bu olaydan sonra?
 
Muhafazakârlar bir rota düzeltmesiyle tekrar Erdoğan’la birlikte yürüyecekler. 
 
 
Bu gelişmeler AKP’nin oylarını etkiler mi?
 
2012 çok kritik bir sene. AK Parti, Kürt meselesinde ciddi adımlar atılacağının işaretini vermezse, bir mutabakat ortamı oluşturmazsa ve anayasayı da belli bir noktaya getirmezse, kendisine bağlanan ümitleri teker teker devirir. 
 
 
Tekrar MİT’e dönersem... MİT Müsteşarı hangi olaydan dolayı şüpheli durumunda? Oslo görüşmeleri nedeniyle mi çağrıldı?
 
Evet. Türkiye’nin, Kürt meselesini PKK’nın yönetim katındaki insanlarla ve Öcalan’la çözme isteği yargılanıyor bugün. Hakkında yakalama emir çıkarılan eski MİT Müsteşarı Emre Taner o müzakerelerin başlatılması emrini vermişti. Yardımcısı Afet Güneş de bu süreci başlatmış ve sürdürmüştü. Hakan Fidan da, son iki görüşmeye katılmıştı. 
 
 
Devletin, bu tür görüşmeler yapması yasalara aykırı mı?
 
Hayır. Oslo görüşmelerinde yasaya aykırı hiçbir durum yok. Çünkü alınmış bir karar da yok. Sadece dile getirilen taleplerin zabıt altına alınması bu. Bunu yapalım diye mutabık kalınan bir şey yok. 2009’un sonunda başlayan ve altı ay süren bir süreç bu. Bunu MGK da, komutanlar da biliyor. 
 
 
Polis böyle bir suçlamayı nasıl yapabiliyor?
 
Gözünü karartmışlıktan kaynaklanan bir durum bu.  
 
 
KCK sanıklarının çoğunluğunun MİT ajanı çıktığı söyleniyor. Bu doğru mu?
 
Bilmiyoruz. Doğru olsa bile MİT, kendi elemanlarının kimliğini hiçbir şekilde açıklamaz. Sadece KCK’nın değil, Kandil’in tepelerinde de MİT ajanı vardır. Olmaması mümkün değil. Ama bunların kimlikleri açıklanırsa, bu kişilerin hayatını tehlikeye atılır. 
 
 
Öcalan’ın kendisi de MİT’le ilişkileri açıklamamış mıydı? Siz Öcalan’ın MİT’in şirketinde bir dönem ofis boyluk yaptığını söylememiş miydiniz?
 
Bunlar PKK’nın tarihine ilişkin şeyler. Öcalan, “Mücadelenin başlangıcında, MİT de beni kullandı, ben de MİT’i kullandım” dedi. Ama şu andaki durum aynı değil.
 
 
Savcı, MİT’in, KCK’yı ve PKK’yı savaşa kışkırttığını mı düşünüyor?
 
Evet. Türkiye’yi bölecek bir süreci MİT’in, KCK ve PKK’yla müşterek idare ettiği kanaatinde savcı. Bu kanaatini de KCK’daki MİT ajanlarının varlığına, Oslo müzakerelerine ve mutabakat metnine dayandırıyor. Bu mutabakat metninin sonucu iş buraya gider diyor... Oysa ETA ve IRA sorunu istihbarat örgütlerinin mütarekeleriyle çözüldüler. 
 
 
Hükümetle cemaat arasında fikir ayrılığı sadece Kürt sorununun çözümü konusunda mı?
 
Sadece Kürt sorunu değil, Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin de kanaat farklılaşması var. Cemaatin birinci meselesi Kürt meselesi değil. Onun birinci meselesi anayasa. “Biz tekke ve zaviyelerle ilgili kanuna, Alevi meselesine, vakıfların mallarının iadesine vb. bakalım. KCK’ya vurdukça zaten geriliyorlar” diyorlar.
 
 
Hükümet, savcının bu hamlesine karşı ne yapacak?
 
MİT’i yasal bir zırhla donatacak. MİT Müsteşarını korumak için yeni bir yasa çıkarıyorlar. Aslında MİT’i bu kadar hesap vermez bir hale getirmek iyi bir şey değil. Özel yetkili mahkemelerle alakalı kanununu çıkarmadıkları için şimdi bunu yapmak zorundalar. Hükümet, demokratikleşmede adım atmamış olmasının bedelini bu skandalla ödüyor şimdi. Süreci erteledikçe ayağına dolaşıyor. Geciktikçe, başka bedeller de ödeyecek. Suriye, İran ve Irak’la ilgili kararlar alması beklenirken, içeride abuk abuk işlerle uğraşıyoruz. 
 
 
Bu çatışmadan taraflar nasıl etkilenecek sizce?
 
Başbakan, cemaat, Emniyet, MİT, Yargı herkes yara aldı bu işten. Bu sürecin galibi yok. 
 
 
Hükümet, devletin bütün kontrolüne sahip mi?
 
Şu anda büyük ölçüde sahip.
 
 
Uludere için ne düşünüyorsunuz?
 
Uludere’nin çözüleceğinden şüpheliyim. Bilinenlerin yüksek sesle söyleneceğini sanmıyorum. Biraz önce, PKK, nisanda silah bırakacaktı dedim. Süreç yürüyordu. Uludere bu süreci bozmak için yaşandı. Ama gene de halk ayaklanmadı ve Uludere süreci bozamadı. “Uludere işini MİT yaptı” bile dendi. Oysa Uludere’nin arkasında MİT kaynaklı bir istihbarat yok. Heron görüntülerini okuyan ve yorumlayan MİT değil. Karasal istihbarat da Jandarma’dan gelmiş. Meclis soruşturmasında bu zaten ortaya çıkacak. Ama son skandal, müzakere sürecini sabote eder mi bilmiyorum. Çünkü KCK-PKK’yla müzakerelerin vatan hainliğiyle suçlanabildiği bir süreç bu! 
 
 
Bundan sonra ne tür gelişmeler bekliyorsunuz?
 
Son darbenin ne kadar ağır ve yıkıcı olduğunu henüz bilmiyoruz. Erdoğan bu işten çok ciddi yara aldı. “Dövüşelim” diyen şahinler kârlı çıktı. Eğer hükümet demokratikleşme sürecini hızlandırmazsa, yeni tuzaklar, faturalar gelebilir. Bundan hem Türkiye hem de AK Parti kaybeder. 
 
 
Kapımızda bir Suriye savaşı ihtimali duruyor. Suriye sorununun bu yaşananlarla bir ilgisi var mı?
 
Şüpheniz olmasın. İran’ın da ilgisi var. Türkiye’nin dış ilişkilerini, bu hadiselerden ayrı düşünmek mümkün değil. Türkiye’ye yönelik MİT’le ilgili bazı operasyonlar var. Bakın... Suriye, Suriye’den ibaret değildir. Suriye, Lübnan demektir. Lübnan, Filistin demektir. Filistin de İsrail demektir. Suriye muhalefetinin askerî güç odağı Türkiye’de toplandı. Bu askerî güç MİT ve Genelkurmay’la ilişkide. Eğer MİT ve Genelkurmay güç kaybederlerse, yeni karar odakları devreye girer. Amerika devreye girer. Emniyet devreye girer. MOSSAD devreye girer. 
 
 
Bu yaşananlar PKK’yı nasıl etkiler?
 
Öcalan ve çevresindeki kadro bence hayal kırıklığı yaşıyor. Barış sürecinin sekteye uğraması, sadece bizde hayal kırıklığı oluşturmuyor, orada da aklı başında insanlar var. 
 
 
Bu dağınıklıkla hükümet yeni reformlar yapabilir mi yoksa o yol tümüyle tıkandı mı?
 
Bu, Başbakan’ın kararına bağlı. Türkiye’de hiçbir başbakan Oslo sürecini başlatma cesaretini gösteremezdi. Erdoğan bugüne dek çok cesur davrandı. Bütün bu olaylara rağmen şimdi Başbakan, işin önünü açarsa Kürt meselesi ve terör süratle biter. Ama Başbakan, ürker de frene basarsa, Kürt sorununu ertelemek bütün sorunları ertelemek anlamına geldiği için Türkiye beş senesini çöpe atar.